Alman ve Türk Çocuk Kitaplarında Türk Kızı İmgesi

 

 

Almanya'da yaşayan yabancı işçilerinin son 40 yılda Alman toplumunun sosyal, ekonomik, politik ve kültürel alanlarında olduğu kadar edebiyat alanında da oldukça önemli değişikliklere neden olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Alman­ya'da yabancılar özellikle Türklerle ilgili yapılan bilimsel araştırmaların yanı sıra çocuk ve gençlik edebiyatı alanında da Türk çocuk ve gençlerinin sorunları irdelenip, kitaplarda konu olarak ele alınmış, üstelik bu çocuk ve gençler yetiş­kin edebiyatının aksine çocuk ve gençlik kitaplarında çoğu kez ana figür olarak işlenmiştir. Sayıları giderek artan bu kitapların çoğu günümüzde okullarda ders kitabı olarak okuma listelerine alınmış olup, özellikle gençlik kitapları realist gençlik edebiyatının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. 

Bu kitaplarda Almanya'daki yabancıların hemen hemen üçte birini oluşturan Türklerin Almanya'ya geliş nedeni yurtlarındaki işsizliktir. Yaşamları köy ve kasabalarındaki geleneksel aile yaşamının örf ve adetlerinin kurallarıyla belirle­nen bu insanların çocukları evde Anadolu'nun geleneklerine bağlı bir biçimde yaşamlarını sürdürürken, dışarıda modern Alman toplumunun yaşamına ayak uydurmak zorundadırlar. Aşağı yukarı 70'li yıllardan günümüze kadar yazılı Türk çocuk ve gençlerini ele alıp işleyen çocuk ve gençlik kitaplarını inceledi­ğimizde, 70'li yılların kitaplarında ana konu olarak daha çok "Türk çocuk ve gençlerinin Almanya'ya uyum sorunlarının, okulda ve sokakta karşılaştıkları dil sorunlarının, içinde taşıdıkları yabancılık duygusunun" işlendiğini görürken, 80'li yıllarda kaleme alınan kitaplarda daha çok bu çocuk ve gençlerin "kimlik arayışının, hatta maalesef zaman zaman kimlik kaybının, Türkiye'ye dönen ai­lelerinin çocuklarının yaşadığı geri dönüş ile Türkiye'ye yeniden uyum sorunla­rının", 90'h yıllarda ise Almanya'da kalan bu çocuk ve gençlerin içinde bulun­dukları "iki kültürlü ve iki dilli yaşamın getirdiği sıkıntıların ve Almanya'da gi­derek artan yabancı düşmanlığının çocuk ve gençlerde yarattığı olumsuz etki­nin" işlendiğini görürüz. Kitapların hemen hemen hepsinde görülen değişmez ortak özellik ise, Türklerin tarih, dil, din, kültür ve gelenekleri ile Almanlardan tamamen farklı oldukları ve bundan dolayı tüm çabalarına rağmen çoğu kez Al­man çocukları için "yabancı" olarak kalmalarıdır.

70'li yıllarda yazılan kitapların ana figürü genellikle erkek çocuk ve gençleri iken giderek yazarların kitaplarında Türk kızlarını ana figür olarak işledikleri dikkati çeker, hatta kitapların adlan bile örneğin Lale, Perihan gibi Türk kızlarının adını taşımaktadır. Burada öncelikle Alman çocuk ve gençlik kitaplarında ısıl bir Türk kızı imgesi işlendiğini göstermeye çalışırken Türk çocuk ve genç­te kitaplarındaki Türk kızı imgesi ile de karşılaştırma yapacağım. Ayrıca Türk kızı ya da kadınının yabancı bir edebiyatta nasıl ele alındığım görmenin bizlerin oldukça ilginç olacağını da düşünüyorum.

Kitapları incelediğimizde genel olarak klişeleşmiş ön yargı ve stereo tiplemelerle çıkar Türk kızları karşımıza:  Siyah saçlı, esmer tenli, siyah gözlü, Kanakin lakaplı Türk kızları vardır kitaplarda. Ayaklarına kadar inen pardösüleri e çiçekli başörtüleri ile dolaşan Türk kızları. Öncelikle dış görünümleri ile Alman hemcinsleri tarafından benimsenemezler bir türlü. Birçok Alman başörtü-sri ile çevrelerinde dolaşan bu kızları garip bulur. Üstelik bir de ailelerinin geleneksel değer yargıları ve çocuklarına koydukları katı kuralları Türk kızlarının hem okulda hem de dışarıda mutsuz olmalarının artmasına ve içinde bulunduk-arı çevreden giderek dışlanmalarına yol açar. Annelies Schwarz'ın "Hamide spielt Hamide" (1986) adlı kitabında bakın Hamide neden yakınıyor: "Bir şeyler söylediğimde hep gülüyorlar. Başörtüsü taktığım için benimle alay ediyorlar. Kimse benim yanımda oturmak istemiyor. Sanki çok kötü biriymişim gibi davra­nıyorlar bana." (S.31)

Hemen hemen tüm öykülerde Türk kızlarının aile yapıları Avrupa ülkelerin­deki aile yapısından çok farklıdır. Geleneksel-ataerkil bir aile yapısıdır bu: Anne babanın, oğulların, gelin ve torunların, evlenmemiş kızların birlikte yaşadıkları büyük bir ailedir. Baba daha doğrusu evin en büyük erkeği ölene kadar ailenin reisi olarak kalır. Kadınlar ise ailede hep ikincil konumdadır. Ailenin en yaşlı kadını evde daha yüksek bir mertebeye sahiptir. Kadın evin tek reisi olan erkeğe yani kocasına aittir, çocuklar ise babaya. Kadın yalnız ev işlerinde söz sahibidir. "Erkek çocuklar aileyi yönetmek için yetiştirilir. Onların görevi ilerde karısını ve çocuklarını korumak, ihtiyaçlarını gidermek ve onları yönetmektir." (König / Straube, 1984: 61)

Aile içinde kız çocukların görevi erkek çocuklardan daha zordur. "Kız ço­cukları ev hanımlığına, anneliğe hazırlanacak biçim de yetiştirilir. Daha küçük yaşlar da annelerine ev işlerinde yardımcı olmaları ve küçük kardeşlerine bak­mak zorundadırlar." ( König/ Straube, 1984: 61) Aile içinde kız çocuklarının gö­revi erkek çocuklardan daima daha zordur. 1995 yılında yayınlanan Ranka Keser'in "Ich bin eine deutsche Türkin" adlı kitabının kahramanı 15 yaşındaki Türk kızı ne diyor: "Kız olduğum için aslında memnunum. Ama bazen erkek olmayı isterdim. O zaman istediğim her şeyi yapardım. Aslında hiç anlamıyorum. Niçin erkek olmak daha iyi? Niçin onlar hep daha değerliymişler gibi davranılıyor? Asla erkeklerin kadınlardan daha akıllı oldukları ispatlanamamıştır. Buna rağ­men onlar bize böyle davranıyorlar. Kadın erkeğe hizmet etmek için doğar di­yorlar... Türkiye ve Almanya iki farklı ülke. Tıpkı siyah ve beyaz gibi. Türk ka­dınları hala erkeğe hizmet etmek zorunda. " (Keser, 1995: 10-13 )

Kız çocukları ev hanımlığına, anneliğe hazırlanacak biçimde yetiştirilir. Küçük yaşlarda annelerine ev işlerinde yardımcı olmaları ve küçük kardeşlerine bakmaları zorunludur. İşte bu nedenden ötürü anne ve babalar için kızlarının okul eğitimi pek önemli değildir. Üstelik ailelerin katı tutumlarından ötürü kız çocukları okullarındaki yüzme derslerine hatta sınıfta toplu halde yapılacak okul gezilerine bile katılamazlar.

Kitaplarda özellikle baba ile kız çocukları arasındaki ilişkinin ön plana çıka­rıldığı dikkati çeker. Baba ile kız çocuk arasındaki ilişkinin genelde mesafeli ol­duğu hemen dikkat çeker. Kız çocuğunun yetiştirilmesini baba daha çok anneye bırakmış olsa da baskı ve yasaklan yine de kendisi belirler. Türk kızları daima babalarının sıkı disiplini altındadır. Yaşamlarında her şey babalan tarafından or­ganize edilir. Hatta evlilikleri bile.. Genellikle daha bebek iken babalan tarafın­dan beşik kertmesi yapıldığı için babalarının Almanya'da da tüm çabaları kızla­rının namusunu korumaktır. En büyük korkuları kızları hakkında Türkiye'de kötü bir dedikodunun çıkıp, daha sonra kızlarına iyi bir kısmet çıkmamasıdır. Bir Türk kızının Alman çocukla ilişki kurması hele de evliliği tam bir felakettir. Evlerinin dışında Alman, evde ise Türk geleneklerine göre yaşamak zorunda kalan bu kızların içinde bulundukları konum göründüğü üzere hiç de kolay kat­lanacak bir yaşam biçimi değildir.

Özellikle 80'li yıllardan sonra kaleme alınan öykülerde daha çok ikinci kuşak ve dil sorunu yaşamayan Türk kızları konu edildiğinden bu kez onların kimlik arayışları ve aileleri içinde haklarını koruma çabalan realist bir biçimde işlenir kitaplarda. Ayrıca bu kitaplarda işlenen genç kızları iki kategoride toplayabiliriz. Birinci kategoride olanlar Almanya'daki yaşamlarından memnun, batılılaşma isteğini içinde taşıyan kızlardır. İkinci kategoride olanlar ise Almanya'da hem­cinslerine karşı hep yabancı kalan kızlardır. Ne var ki bu kızlar ülkelerine geri döndüklerinde de kendilerini yabancı hissetmektedirler. Birbirinden çok farklı iki dünyada yaşamanın bu çocukları nasıl bir ruh halı içine soktuğunu Annette Weber'in ""Man müsste miteinander leben" (1987) adlı kitabında Melek şöyle dile getirir: "Artık hiçbir yer kendi vatanım değil. Ne Almanya'da ne de Türkiye'de kendimi evimdeymişim gibi hissedemiyorum". (S. 115) İki kültür arasında bo­calayan ve iki dil arasında kalmış bu kızlar kitaplarda görüldüğü üzere hiçbir yerde mutlu değildirler. 1992 yılında kaleme alınmış içinde 40 öykünün toplan­dığı Wir leben hier adlı kıtapda 16 yaşındaki Emine P, "Mümkün olduğunca ça­buk vatanıma dönmek istiyorum. Ama Türkiye 'de de Alamanyalı diye alay edi­liyorum. Almanya'na git deniyor bana. Nereye gideyim? Ait olduğum yer ne­resi? 16 yıldır yaşadığım, okula gittiğim, arkadaşlarım olan Almanya mı yoksa köklerimin olduğu ama bir türlü kabul görmediğim Türkiye mi? " diyor.

(Holler / Teuter, 1992:89)

70'li yıllarda yazılan kitaplarda Almanların Türk kızlarına kendilerinden ta­mamen farklı oldukları için karşı oldukları gözlemlenir. 80'li yıllarda ise bu ne­dene başka nedenlerin de eklendiği görülür. Almanya'daki ekonomik kriz ve iş­sizlik yabancı düşmanlığının ortaya çıkmasına ya da var olanın da artmasına ne­den olmuştur. İşte 1983 yılında Ayşe und Devrim adlı kitapta Devrim Almanların Türklere karşı taşıdıkları ön yargılan şu cümlelerle dile getiriyor: "Ya­bancılar Almanların gözünde vahşi ve barbar... Ağızlarını açmaktan bile korku yarlar... Nazi organizasyonlarının, sağ partilerin bütün bunların arkasında ol­duğuna inanıyorum. Onlar iyi niyetli Almanları da biz yabancıların kendi iş yerlerini ellerinden aldığımızı inandırmaya çalışıyorlar. Ayrıca biz Türklerin pis koktuğuna ve aptal olduğuna da... " (Kuhlmann,1983:134-135)

1995 yılında yazılan kitapta Türk kızı yine bakın ne diyor: "Burada Kanake 'yim. Bizden gerçekten nefret ediyor olmalılar. İyi de biz onlara ne yaptık? Burada kötü şeyler yapan yabancı geldiği ülkeye gönderilsin. Ama burada hu­zurla işine giden de rahat bırakılsın artık... " (Keser, 1995.15)

Bu yıllar kaleme alınan kitaplardaki birçok öykü Türk kızlarının Alman top­lumundaki yalnızlıklarının gözler önüne sermesinin yanı sıra, günden güne artan yabancı düşmanlığını, yabancılara özellikle Türklere karşı ırkçı yaklaşımları da gerçeğe yakın bir biçim de ortaya koyar. Üstelik gözler önüne serilen bir diğer gerçeklik de Alman çocuklarının Türk kızlarına yönelik ön yargılarını ailelerin­den aldıklarıdır. Kitaplarda yine Türk kızlarının anne babalarının içinde taşıdık­ları vatan özlemi, yabancı işçiler için kesin dönüş tazminatlarının çıkması ya da Almanya'da giderek artan Türk düşmanlığı Türk ailelerin bazılarının Türkiye'ye geri dönmelerine ne den olmuştur. Birçok öykü okura bu kesin dönüşlerin Türk kızlarını daha da zor duruma soktuğunu gösterir. Almanya'da yetişen bu kızların geri dönüşte Türkiye'de yeni yaşamlarına uyum sağlamaları çok daha zordur. Üstelik kızların çoğu Türkiye'ye dönünce babalan tarafından seçilmiş bir er­kekle evlendirileceklerinin de bilincindedirler. 1988 yılında König/ Straube/ Taylan tarafından yazılmış olan Oya. "Fremde Heimat Türkei" adlı kitapta okur Oya'nın babası tarafından seçilmiş damat adayı ile nişanlanmasını acıma duy­gusu içinde izler: "İçimde derin bir boşluk ve tarif edilemez bir mutsuzluk vardı, ama yine de ağlayamıyordum, sanki boğazım düğümlenmişti. Ailem bana bunu neden yaptı? Evlenmeyi henüz düşünmediğimi çok iyi biliyorlardı. Hele Ahmet ile hiç istemediğimi de." (S.89)

Ranka Keser'in 1995 yılında yazdığı kitabındaki Türk kızının söylediklerine bakın: "Gelecekte kendimi kocam tarafından ezdirmeyeceğim. Aslında uzun süre evlenmek istemiyorum. Tabii bunu babama söyleyemem. Onu pedagog olmak istediğim düşüncesine alıştırmalıyım... Ama bir kaç ay önce demişti ki: Ağus­tosta Türkiye'ye gittiğimizde senin için bir nişanlı bakabiliriz artık..." (Keser, 1995:9) 2002 yılında bile Frederik Hetmann tarafından yayımlanan "Wir sind alLe Fremde hier" adlı kitapta Hüseyin Türkiye'ye döndüğünde hiç tanımadığı Ayşe ile evlendirilmektedir. Geçen 30 yılda değişen hiç bir şey olmamıştır sanki.

Almanya'da Türk kızlarını konu alan kitapların hemen hemen hepsinde sa­dece Türkiye'deki köy ya da küçük kasabada yaşa yan ailelerin değer yargıları içinde yetişen bir Türk kızı imgesinin işlendiği dikkati çekmektedir. Bazı öykü­ler Alman okurda genel de bir acıma ya da hiddet duygusu uyandırırken bazıla­rının gerçekçi anlatım biçimleri Türk kızlarının içinde bulundukların sosyal, kül­türel, ekonomik ve psikolojik şartlanın ortaya koyup, Almanya'da kendilerine yönelik ön yargıların kaldırılmasında, yaşanan sorunların çözümlenmesinde önemli rol oynarken, aynı zamanda çocuk ve gençlik edebiyatının sosyal, kültü­rel ve psikolojik işlevini de yerine getirmiş olurlar. Öğretim içinde de okutulan bu kitaplar yabancı okura sosyal ve pedagojik açıdan önemli, bilgi verici ve et­kili yararlar sağlamaktadır.

Türkiye'deki çocuk ve gençlik kitaplarındaki kız çocuklarının imgesine ge­lince: Öncelikle çocuk kitaplarına genel olarak bakıldığında oldukça dikkat çe­kici bir durum olduğunu söyleyebiliriz. Günümüze değin yazılı bir kaç örnek dı­şında bu kitapların kahramanlarının genellikle erkek çocuklarının ya da hay­vanların olduğunu görmekteyiz. Kız çocukları ve kadınlar öykülerde daha çok yan figür olarak yer almaktadır. Özellikle yemek yapan, temizlik yapan kısaca ev işleri ile uğraşan bir anne ya da büyükanne figürüdürler. Günümüzde kaleme alınan kitaplarda kız çocukları da ana figür olarak işlenmeye başlanmıştır.

Bu alanda kökten dinci ideolojinin propagandasını yapan, yenilikçi ve laik düşünceyi ret eden kitaplar da yazılmaktadır ve bu kitaplar incelendiğinde ge­nellikle kız çocukların ya da kadınların kendi kendilerine karar vermekten aciz, bu yüzden sürekli erkeklerin korumaları altında olan bir varlık olarak gösteril­diği dikkati çeker. Kadınlıklarını korumak için de örtünmek zorundadırlar ve yine hep ikinci sınıf varlık muamelesi görürler. En büyük ve ilk görevleri evde babalarını, evlenince de kocalarını mutlu kılmaktır. Onlara aile içinde sadece ev kadını rolü uygun görülmüştür. Dışarıda çalışmaya haklan yoktur. Modern olma, erkek kadın eşitliği gibi düşünceler onlara çok uzaktır.

Bu kitaplarda işlenen kız çocuklarının imgesindeki dikkat çekici en büyük özellik, Almanya'da yazılı yukarda değindiğim kitaplardaki Türk kızlarının im­gesi ile hemen hemen aynı oluşudur.

Türkiye'de yukarda değindiğim bir kısım kitapların yanı sıra çocuk ve genç­leri eleştirel ve özgür düşünceye yönlendiren, laik Türkiye'ye yakışır çağdaş ço­cuk ve gençlik kitaplarında -özellikle gençlik kitaplarında- genç kızların biyolo­jik, psikolojik ve sosyal gelişimleri konu edilir. Meslek seçimi, dostluklar, karşı cins ile olan ilişkileri, anne babalar ile yaşanan karşıtlıklar, erkek kadın eşitliği gibi konular bu kitapların başlıca konularındandır. Çoğu öyküde geleneksel aile, parçalanmış aile, ya da değişik sosyal sınıflardaki aileler için de genç kızların işlendiği görülür. Arkadaş özellikle kız erkek arkadaşlığı, sosyal baskılar, genç­lik aşkı, bekâret sorunu, nesil farkı, baba-kız ve anne-kız ilişkileri, anlaşılamama sorunu ya da meslek seçimi gibi konular özellikle günümüzde yazılan kitaplar­daki kızların birlikte işlendiği konulardandır.

Bu kızların dış görünümü Alman yani Avrupalı kızların görünümünden farklı değildir. Türk kızları ile Alman kızları arasında ki en büyük fark, sadece iki farklı kültüre ait oluşlarıdır. Aslında bu farklılık sadece Türk ve Alman kızları arasında değil, Türkiye'de şehirde ve küçük kasabada ya da köyde büyüyen kızları arasında da vardır. Yabancıyı kendine konu edinen Alman kitaplarında Alman hemcinsleriyle sürekli sıkıntı yaşayan, ailesinin katı geleneklerinin içinde ezilen bir Türk kızı görüyoruz. Oysa bu sorunların sadece Almanya'da yaşayan kızlarımızın değil, Türkiye'de yaşayan çoğu kızların da sorunu olduğunu söyle­yebiliriz. Türkiye'de köyünden şehre gelmiş bir kız da şehrin modern yaşamı ve kültürüne uymada zorlanabilmektedir. "Wo gehören wir hin" adlı kitapta Ayşe hayretle Türkiye'ye gittiklerinde orada tanıştığı birçok insanın kendi ailesinden ya da Berlin'de yaşayan bir çok Türk'ten daha modern ve daha anlayışlı oldu­ğunu tespit etmiştir. Neredeyse rüyada olduğunu sanır. Orada da kendileri gibi evlere kapatılmış ama öte yandan Berlin'de ki arkadaşlarından çok daha özgür Türk kızlarının olduğunu söyler. Onun bile Türk kızları ile ilgili düşünce ve im­gesi sarsıntıya uğrar. Gerçek olan hangisi? diye sormaya başlar kendi kendine. Demek ki Türk kızları hep Alman çocuk ve gençlik kitaplarında gösterildiği gibi değiller. Demek ki kitaplardaki gibi tek tip bir Türk kızı imgesi yok Türkiye'de.

Sonuç olarak Türk çocuk ve gençlik kitaplarındaki Türk kızı imgesi ile Al­man çocuk ve gençlik kitaplarında işlenen Türk kızı imgesinin karşılaştırılması ile ilgili genel bir değerlendirme yapacak olursak, Almanya'da yazılan çocuk ve gençlik kitaplarındaki Türk kızının imgesinin yanlış değil ancak eksik bir imge olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz, zira Alman çocuk ve gençlik kitaplarında iş­lenen Türk kızı genellikle Türkiye'nin küçük yerlerinden gelmiş, ataerkil aile sistemi ve o sistemin kuralları içinde yaşayan bir Türk kızıdır ve ne yazık ki ki­taplarda hep bu eksik imge genelleme yapılarak ön plana çıkarılmaktadır. Bu du­rum Alman okurda Türkler ile ilgili yıllardır yerleşmiş olan siyah-beyaz resimle­rin, yanlış ön yargı ve de eksik imgelerin ortadan kalkacağı yerde giderek daha da pekişmesine neden olup, onun yabancı ile özdeşleşmesinde de oldukça büyük bir engel oluşturmaktadır. Umudum Alman yazarların artık gerçeği görüp Türk kızlarının hatta Türk'lerin imgesine bu gerçek içinde yaklaşmalarıdır.








Kaynak: İkinci Kuşadası Edebiyat ve Sanat Etkinlikleri Kitabından
Ankara, Aralık 2005
ISBN: 975-6495-55-3


  
  Nuran Özyer