"Dost Dost İlle de Kavga"
 
 ve İmecenin, 
"Çit Köyü Halkından" Ozan Enver Gökçe (1)

 







“BAŞLANGIÇ

 
Zaman akar, zaman geçer,
Zaman zindan içinde;
Biz mapusta gürül gürül yatardık
Yılan çiyan içinde.
Getirdiler ite kaka bir yiğit,
Ayak çıplak
Ak bir mintan içinde.
Zaman zaman içinde
Işık duman içinde…”

 Ne güzel de özetliyor ışığımızın duman içinde olduğunu. Ta o zamandan böyle sesleniyordu ve notunu böyle düşüyordu tarihe..

Bugün, 25. Ölüm Yıldönümü Enver Gökçe’nin.

“Bugün görüş günümüz”  onunla.

Dost kardeş bir arada…”

Onu, sonsuz özlemle ve sevgiyle anıyor, anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

Hiç tanışmadım ve karşılaşmadım Enver Gökçe’yle. Fakat bu, onunla aynı dünya ve toprağın insanı olma akrabalığıma engel değil. Onu, şiirleriyle tanıdım ilkin ve şiirleriyle sevdim. Türkü tadındaki söyleyişi sarıp sarmalıyordu hemen. 1970’li yılların hızlı ve bir o kadar da karman çorman olduğu, o alacalı bulacalı döneminde, ağızdan ağza söylenen, dilden dile dolaşan şiirleriyle, halkına sesleniyordu; emekten, özgürlükten, bağımsızlıktan ve barıştan yana.

 Sevgi vardı şiirlerinin mayasında. Türkçe’nin teknesinde yoğurup, tandırında pişirerek bize sunarken, türkülerden, ağıtlardan, ezgilerden, masallardan, manilerden dolaşarak gelir ve kendi öz sesiyle buluştururdu bizleri. Onun içindir ki her dönem güncel kalmayı başarmış, yani yaşayan bir şiir olmuş ve bugünlere kadar gelmiştir. O, hem geçmiş, yani geleneğin içinde çağdaş olmayı başarmış hem de geleceğin şairi olmuştur. Gelenekteki güçlü yanları ve yarına kalan değerleri arayıp bulması, bu özü, kendi şiir evreninde özgün bir dile dönüştürmesini ise, estetikçe yetkin bir düzeyde yapmıştır Gökçe. Bunu yaparken de “…ilerici bir dünya görüşüne yaslanması toplumcu/gerçekçi bir açıdan çevresine..”(A. B.) bakarak yapması, bu düşünceyle bireştirip, şiirinin temel dayanağı yapması, onun şiirinin kalıcı ve güncelin şiiri olduğunun, yani her zaman ve her yerde yaşayacağının açık bir göstergesidir bana göre.

Enver Gökçe, ilk şiirlerini Ant, Gün, Söz, Meydan gibi dergilerde yayımlamıştır. Ne yazık ki bu dergiler, dönemin baskıları karşısında fazla bir süreklilik gösterememiş, ardı ardına kapatılmışlardır. O dönemin dergi ve gazetelerinde yer alan şiirlerinin, günümüzde bile hala güncelliğini korumasını, yani yaşayan şiir olmasını sağlayan birçok neden sıralanabilir. Gerek, kişinin bireysel yaşamında, gerekse yaşadığı çevrede olup bitenlere tanıklığı, yaşadıkları, Gökçe’nin şiirinde dile gelenlerdir her zaman. Hangi dönemde okursanız okuyun, her dönemde kendini okutan bir tazelik, bir yenilik bulabilirsiniz şiirlerinde onun. Eskimeden bugüne gelen ve yarına gidecek olan canlı, dipdiri şiirlerdir bunlar. Şimdi bile okunduğunda bu canlılığı yakalamak olanaklı. Bunun nedenlerine kısaca şöyle deyinmek isterim:

Gökçe, geçip gidendeki sürekliyi, yani geleneğin içindeki çağdaşı, güncel olandaki yaşayanı arayıp bulmuş ve şiirine koymuştur. Bu şu demektir: Yaşadığı toplumun gerçeklerini bilmesi ve bu gerçekler karşısında geleceğin bir insanı olarak bunlara bakması, onu güncel yapmıştır. Devrimci bir dünya görüşüyle sorgulamıştır her şeyi. Bunları yaparken de, halktan kopuk bir yaşam sürmeden, onlardan biri kalarak yaşamıştır. Yani düşündüğü gibi söylemiş, söylediği gibi de yaşamış bir ozandır Gökçe. “Kirtim Kirt” başlıklı şiirinde de “Nasıl yaşıyorsan/Öyle düşünüyorsun demek” dememiş miydi bize?

Kendi toplumunun bir parçası olduğunu unutmamıştır hiçbir zaman. Çevresinde olup bitenlere izleyici gözüyle değil, sürece etki edecek bir eylemlikle katılarak gerçekleştirmiştir bütün yaşadıklarını.

“…en özlü olanı, en temel olanını yakalayıp şiirine koymuştur…” (A.B.) Enver Gökçe. Bu şunu göstermektedir: Enver Gökçe’nin şiirlerini yayımladığı ilk dönemden bugüne, toplumdaki değişmeler, temele yöneltilmediği ve şiirlerinde dile getirdiği sorunlara, yeterince eğilinmediği için, dünden bugüne gelen ve sürekli sorun olarak gördüğümüz gerçeklerin çok önemli bir değişime uğramadığı gibi, toplumun kendisi de bu değişimi ne benimsemiştir ne de yaşamıştır. Bugün tanık olduğumuz ve yaşamak zorunda bırakıldığımız gerçekler ise, ta o dönemde görülmüş ve uyarı o zamandan yapılmıştı. Bundan ötürüdür Gökçe’nin  şiirlerinin hala güncel kalması. Nazım Hikmet bu gerçeği bir şiirinde şöyle dile getirir:

“Ne ah edin dostlar, ne ağlayın!

Dünden bugüne,

Bugünden yarına bağlayın!”

Bu bağlamda baktığımızda, Enver Gökçe’nin şiiri de dünden bugüne, bugünden yarına kurulan bir köprü, bir devrimci düşünceyle bağlanıştır yarına. Yerelle ulusalı, ulusalla evrenseli bireştiren ve bu bireşimden kendi özgün sesini bulan, güncel, yani yaşayan bir şiiri yaratmıştır. Onun şiirlerinin yayımlandığı dönemde, dünya ve insanlık, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’yla boğuşmaktaydı. Faşizmin egemen olduğu bu dönemde, komünist kalabilmek ve bu uğurda mücadeleye soyunmak kararlı bir bağlılık isterdi. İşte E. Gökçe, bu süreci yaşamış ve bu kararlığı sergilemiş çok az şairlerimizden biridir. O ve kuşağı, 1940’lar Türkiye’sinin karanlığında savaşımlarını inatla vermiş, bu uğurda çok ağır bedeller ödemişlerdir. Sanatını bu ortamda var ederken, duruşu ve tavrı şu olmuştur hep: Şiire devrimci bir anlayış, şiirini devrime adamış bir şairdir. Bundandır “…Gökçe’nin şiirleri, bu açıdan, hem evrensel, hem de günceldir…” (A. B.)

Yerellik ve ulusallık, Enver Gökçe’de, elma ve içindeki besin gibidir. Elma ulusallıksa burada, yerellik bu ulusallığa tat veren, onu bize duyuran içindeki besindir. Göremezsiniz, ama beslenirsiniz ondan. Elmayı görürsünüz. Şeklini, biçimini, dokusunu algılar, rengini görür, kokusunu duyarsınız. Dokunursunuz ona. Koklarsınız. Ama tadını ısırmadan anlayamaz, besinini yemeden alamazsınız. İşte, Enver Gökçe’nin şiirlerini okuduğunuzda, aldığınız tat elmanın tadıdır, gelişmenizi sağlayan besininizdir. Yerelliği, ulusal olanla buluşturup, bu dokuyu işleyerek, daha çağdaş bir söyleyişe kavuşturmuştur. Yereli, dar ve sığ kalıplardan kurtararak, çağın duyuş, düşünüş ve algılayış biçimleriyle buluşturmasını, kendini yenileyecek, gelişmeye açık ve sürekli bir hale gelmesini, elbette ki, ulusala ulaşmak sağlayacaktır. Bu anlamda Enver Gökçe’nin şiirlerini okuyanlar, “…Çit köyünün geçeklerini, sesini, duyarlığını, renklerini görmekle kalmazlar, onun Anadolu’nun Türkiye’nin bir parçası olduğunu görürler. Yani yerelle ulusalı, özelle geneli başarıyla birleştirmiştir. Onu yalnızca kendi köyünün şairi olmaktan çıkaran, ulusal şair olmasını, halkın şairi olmasını sağlayan etkenlerden biri… budur…” (A.B.)

“Memleketimim Şarkıları” başlıklı şiiri bunun iyi bir örneğidir:
 
Ben, bizden olan bütün insanların dostu;
Adı, haritalarda bile bulunmayan
Bir köyündenim Anadolu’nun.
Güzel şeylere hasrettir memleketim,
Güzel şeylere hasrettir bu dünya.
Yıllardır, kanda ve ateşte mısralarım
Yanan şehirlerin.
Ağır tankların tekerlekleri arasında.
Biliyorum,
Yaylım ateşlere girilmiştir gönlümüzce
Pasifik kıyılarından Volga’ya kadar.
Benim arzumanım kaldı
Hürriyet boylarında tank oynatanlarda.
Bütün kıtalarda
Tulu arzda, İslam içinde, küffar içinde
Mülhit, mümin ve vatanseverim.
(…)

Şiirin destansı bir havası vardır. Yüreği insan sevgisi ve sevinciyle dolu bir Enver Gökçe’yle buluşturur bizleri. Hem ulusal oluşu, hem gelenekten yararlanışı, yerellikle bağ kuruşu, kendine özgü yeni bir bireşimle bunları bize sunuşu, onun özgün ve kuşaktaşlarından farklı bir şair olduğunu duyurmaktadır bize. “Enver Gökçe’nin şiirleri, dil ve yapısal özellikleriyle de kuşaktaşlarından kalın çizgilerle ayrılır. Kuşaktaşları, yanşi A. Kadir’ler, M. N. Akıncıoğlu’lar, Suphi Taşan’lar, Rıfat Ilgazlar… daha çok izleyici ozan görünümündedirler. Nazım Hikmet’in yarattığı şiir geleneğinin izleyicileri…” (M. E.)

Sözü edilen geleneğe kendi şiir evrenimiz içinde başlangıç olarak bir gelenek bulmak güç. Hatta olanaksız. Burada, Cemal Süreya’nın söylediklerine dönüyorum:

“Nazım Hikmet’in çıkışını kendinden önceki bir Türk şairine bağlamak güç. (…) Onun şiiri, Türk sanatı içinde yeni bir öz girişimi getirirken yeni bir biçimi de sunuyor. ‘Rus füturistlerinin, özellikle de Mayakovski’nin izlerini taşır bu gelenek.” .

“Oysa Gökçe’nin şiiri, sağladığı olanaklardan geniş ölçüde yararlanmakla beraber bu gelenekten ayrılır. Onun şiirinin kaynağı, iç dinamiklerimizin yarattığı ürünlerdir. Halk türküleridir, Pir Sultan’nın deyişleridir. Körolu’nun yiğitlemeleri, Karacaoğlan’ın güzellemeleridir. Karacaoğlan’nın deyişlerinde gözümüze ilişen ince duyarlıkla Körolu’nuun koşmalarında yüz yüze geldiğimiz ses pekliğinin bileşkesi gibidir şiiri. (…) Gökçe Halk şiir geleneğinin bir sürdürücüsü değil, yeni koşullar altında bir sentezcisidir. Geleneksel kalıplar içerisine sıkışmış, halk ürünlerinin olanaklarından yaralanırken, değişik toplumsal koşullarda yaşandığını aklından çıkarmamıştır. (…) Gökçe sentezcidir. Yığma bir şiirin sahibi değildir…” (M. E.)

Sözün öncesiydi aslında..

Sona saklamalı ve öyle bitirmeli sözü:

“Her ölüm erken ölümdür” demişti Cemal Süreya.

Kendisi öfke dolu, gür sesiyle “Ölüm adın kalleş olsun” der.

Fransız yazınının usta kalemi Varoluşçu J. P. Sartre ise, “Bir insan, onu tanıyan son insan öldüğünde ölür” der.

Şu ana ışık tutarak, yüreğimize su serper, serinletir duygularımızı…

Işıklar içinde yat Enver Gökçe…

Seni, sonsuz saygı ve sevgiyle selamlıyorum

Ama, “Alacağın olsun…”

 

(1) Ünlem Sanat Dergisi. Sayı:20. Kasım-Aralık 2006
(*) Öğretmen, eğitimci yazar, İnsancı Felsefe Sanat ve Bilim Çevresi İstanbul Yürütücüsü.

  
  Ali Ekber Ataş