“Çevresindeki pek çok kadın gibi elmaslarını, zümrütlerini, vizon ve astragan
kürklerini koruyabilirdi Cahide Sonku. O zaman mavi ispirto yerine buzlu beyaz
şarap içecekti. Serveti elverişliydi. Ama… Gerisi pek önemli değil.”
Selim İleri “Düşünce ve Duyarlılık” (1982)
Bir değil, on, yüz, bin Cahide.
Cemal
Türker yine farklı bir imzayla çıkıyor arşivcilerin,
araştırma yapanların karşısına. CAHİDE SONKU’yu, Cahide
Sonku’yu anlatanların
kalemlerinden alıntılarla dile getiriyor. Tülay Bilginer,
Füsun Erbulak, Tarık
Dursun K., Haldun Dormen, Selim İleri, Gülriz Sururi, Nedret
Güvenç kimler yok
ki… derlediklerini, kendinden kalan izleri bir ilk taslak olarak
sunuyor okura.
Kolay cesaret edilecek bir şey değil. Bu alıntıların bir arada
toplanması bile başlıbaşına
kaynak işlevi görmekte. Kendini Cahide Sonku olarak tanıtan,
onunla özdeşleşen
bir konsomatrisle başlıyor belgesel öykü… adeta film
gibi..geri dönüşler..kimlik
sorgulanışı. Kasıp kavuran bir yalnızlık öyküsü.
Öykünün bir yerinde Nükhet
Duru, Mehmet Teoman, Cenk Taşkan giriyor devreye.” Cahide Bir
Efsane” müzikali
sahne alıyor yeniden. Ve gri yeşil, yıllar öncesinden kalan
fotoğraflar… Hayat
Mecmuası, Haftasonu gazetesi arşivlerinden derlenmiş. Fotoğraflar
1930’lu,
40’lı, 50′li yılların rüzgarlarıyla yanık…
esrik. Hele bir fotoğraf var ki… sene
70’li yılların sonu. Cumhuriyet tarihimizin bilinen ilk
SUPERSTAR’ı bir
hastahane koğuşunda, yatağa oturmuş. Parmakları arasında bir
sigara…
pijaması… askılı terlikleri… beyaz
çorapları… saçları gelişigüzel
fırçalanmış…
saçları sarı değil artık… siyah… belki koyu
kahverengi… dağınık. Yüzünde
aldırışsız, boş vermiş, küçümseyen, dışlayan bir
tebessüm… tükürür gibi,
küfreder gibi… ölümü yakalamak ister
gibi… soylu… nadan. Yanında dönemin ünlü
starları… hepsinde hüzün, abartılı şefkat gölgesi
vurmuş yüzlerine. Hepsi
yanında… destek için… sevdikleri, saydıkları
için… değerini bildikleri için…
Cahide
objektife
bakıyor gülümser gibi… ölümle oynaşır
gibi… çığlık gibi. Pırıltıları dökülmüş
bir eski zaman kostümü gibi.