İŞTEN ÇIKARILMA GÜCÜME GİDER
Kar Topluyordu, Uğur Becerikli * 113
Sergen, Adil Kurt * 119
Joker Mehmet, Sinan Seyfittinoğlu * 125
Sabahın Sahipleri, Abidin Yağmur * 131
Bayrama On Gün Vardı, Z. Şükran Topal * 137
MUTSUZ ÖYKÜLER ÇOK!
Pijamaların Yok mu?, İ. Alaittin Bilgen * 147 İşçi Meydanı,
Cennet Bilek * 155 Yeşil, Duygu Gücük * 165 Arabanın
Sigortası Var, Mehmet Ali Elçin * 171
ÖYKÜCÜLERİN ÖZGEÇMİŞLERİ * 177
ÖNSÖZ
(DİSK/Genel-İş Sendikası Genel Başkanı Erol Ekici'nin, 26 Aralık
2007'de "5. Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri
Yarışması Ödül Töreni"nde, Genel Yönetim Kurulu
adına yaptığı konuşma.)
Bazı insanlar Sendikalar için asla unutulmazlar.
Abdullah Baştürk, DİSK ve Genel-İş'in unutulmaz ve unutulmayacak
kişiliklerinden birisidir. En çileli döneminde ve hem de 12
Eylül hapishanelerinde DİSK'in Genel Başkanlık görevini
onurla yapmıştır.
O'nun sergilediği onurlu tavır, bugün bizlerin en önemli varlık nedenlerinden birisidir.
Abdullah Baştürk, aynı zamanda Genel-İş Sendikasının kurucusudur.
Sendikamızın kuruluşundan yaşamını yitirdiği güne kadar Genel
Başkanımız olarak görev yapmıştır. Baştürk, işçi
sınıfı hareketinin ve sendika hareketimizin en önemli
sendikacılarından birisidir. O'nu sadece bir sendikacı olarak
nitelendirmek yanlıştır. O, aynı zamanda bir düşünce ve
siyaset adamıdır. Sendikacılık hareketinde daima yenilikler peşinde
koşan, sendikacılığı bir sosyal düşünce olarak ifade etmeye
çalışan ve bunun için kafa yoran bir insandır.
Baştürk, bu nitelikleriyle aslında bugün bile bize yol
gösteren bir sendikacıdır. Günümüz sendikacılarının
bu sendikacıyı tüm yönleriyle anlamaya ve öğrenmeye
çalışması kanımızca zorunludur.
Abdullah Baştürk'ün çok değerli ailesi ile
Edebiyatçılar Derneği'nin girişimi ile başlayan ve Sendikamızın
katılımı ile bugünlere kadar gelen Abdullah Baştürk
İşçi Öyküleri Yarışması'nın bu yıl beşincisini
sonuçlandırmış oluyoruz.
İşçi Öyküleri Yarışması, bugün gerçekten
edebiyat dünyasının önemli etkinliklerinden birisine
dönüşmüştür. Bu yarışmada ödüle değer
bulunan öykülerin dışında, yarışmaya gönderilen yapıtlar
arasından seçilen ve belirli temaları işleyen yapıtlardan
derlenen kitaplar da hatırı sayılır bir ilgiyle karşılanmıştır.
Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri Yarışmasının
tarihi kısadır ama sanki yıllardır düzenlenen bir yarışma gibi
geleneksel olmayı da başarmıştır. Bu düşünce belki biraz
abartılı bulunabilir. Eğer öyleyse, bunu yapılan başarılı işten
keyif alan birisinin abartısı olarak da değerlendirebilirsiniz. Ama, bu
yarışmanın Genel-İş Sendikasında böyle bir yansıma yarattığını
söylemeliyiz.
Bu başarının arkasında büyük bir emek olduğunu söylemek gerekir.
Başta, tüm düşüncelerini işçilerin dünyasına
odaklayarak en güzel öyküyü yazmak için
kolları sıvayan onlarca öykücümüz olmak üzere,
gelen onca öyküyü değerlendiren jüri
üyelerimize, Baştürk ailesine, yarışmaya başından beri
tüm desteğini veren Edebiyatçılar Derneğine ve emeği
geçen tüm ilgili ve görevlilere teşekkür ediyoruz.
Ayrıca, DİSK/Genel-İş yönetici ve üyeleri olarak, bu
yarışmaya verdiği katkıdan dolayı, 5 ay önce hiç
beklemediğimiz bir anda kaybettiğimiz Genel Başkanımız Mahmut Seren'e,
O'nun manevi huzurunda teşekkürü bir borç biliyoruz.
ÖNSÖZE EK
(Yayına Hazırlayan: Tuncer Uçarol)
Bu kitabın adını, bundan sonra yayımlayacağımız kitap koydu!
2006 yılı yarışmasına gelen öyküleri okurken (ya
"Ünzile" adlı öyküydü ya da "İlk Haftalık"),
baktım, boynu bükük olmayan işçi serüvenleri de
var! Ünzile, bir fabrikatörün evinde hizmetçi
kadın. Sigortalı olmak için çok onurlu bir savaşıma
giriyor, kazanıyor da. Okuyana umut aşılıyor. "İlk Haftalık"ta da,
İstanbul'a gelip iş bulamayan Karadenizli bir delikanlı, sonunda gemi
onarımında iş buluyor, işi çok zor, yine de üstesinden
geliyor, ancak ücretini alamıyor. O da işçi yiğiti,
özgüveni yerinde. Ne yapıp edip hak ettiği ücreti almayı
beceriyor.
O zaman düşündüm ki bu öykülerle
başlayan kitabın adı bu kez "Mutlu İşçi Öyküleri"
olsun... Bu tür öykülere özellikle bu yıllarda
çok gereksinimimiz var... Diğerleri de her zamanki gibi "Mutsuz
Öyküler"...
Çünkü 2005 yılı öykülerinin ilk
seçmeler kitabı Timsahın Ağzındaki Usta'yı hazırlarken onun
önsözünde şunlar geçmişti içimden:
"Bu kitaptaki 18 öyküye bakıp duruyorum da, bu yaşamsal
serüvenlerin üstünü / içini bir
hüzün, bir edilgenlik kaplamış... Demek bu yıllarda ruh
halimiz bu!.. Gerçek!.."
Öyküler, yazarının iç dünyasını, yaşadığı toplumu yansıtmaz mı?
Yansıtıyor. Şu uzun yıllarda Türkiye'de işsizlik oranı %10'dur demek de bu durumu açıklıyor.
%10 rakamı karnı tok okura az gelebilir... Oysa bunun anlamı en az 2
milyon kişi demek... Gerçi bu rakam da az gelebilir bazı
kişilere. Oysa bu rakam da 2 milyon aile demek... Bu da, bir aile
ortalama dört kişiyse, 8 milyon nüfus eder... Bu kadar insan
büyük bunaltı öyküleri yaşıyor.
Bir de işim var diye övünenler arasında mevsimlik
işçiler var, cabası... Taşeron işçileri var, cabası...
Asgari ücretle çalışan çok... Sigortasız
çok... Onları da 8 milyona katın...
Bunu da ikiyle çarpın! Çünkü "Biz 70 milyon
olan nüfusumuzun çalışabilir durumda olan 15 yaş üzeri
bölümünün 52,5 milyon kişi yaptığını biliyoruz.
Fakat istatistiklerde bu 52,5 milyon kişinin yalnızca 25 milyonu
'çalışabilir nüfus' olarak, yarıdan fazlası ise yaşlıdır,
emeklidir, ev kadınıdır, engellidir, öğrencidir denerek
değerlendirmeye sokulmuyor." (Deniz Kavukçuoğlu, Cumhuriyet, 27
Ocak
2008)
Seçiciler kurulumuzu oluşturan Remzi İnanç, Vecihi
Timuroğlu, Necati Tosuner, Tuncer Uçarol, Ahmet Yıldız'ın
ödül için seçtiği üç değerli
öykü de, işte, üç çeşit çığlık:
Biri, İkinci Dünya Savaşı sırasında bir tütün
fabrikasında çalışan yoksul küçük kızlara ağıt.
İkinci öykü, geçim umudunu kar yağışına bağlamış bir
babayla çocuklarının umutsuz kar bekleyişleri.
Üçüncüsü de, istenmeyen bir evlilik yaptı
diye dışlanmış, kocası erken ölen bir kadının,
çocuklarının, o zor yaşamları...
Diyesim, bu kitaba "Kapkara Güzel Öyküler" de
denebilirdi. Ayrıca iş kazaları var. İş sorunları var. Sosyal
güvenlik eksiklikleri çok.
İşte! Zaten "Acıklı Öyküler" kaplamış her yanımızı. Yalnız
Doğuda Batıda değil, bütün ülkede yaşanıyor ekmek ve can
davası. Çukurova - Malatya - İç Anadolu işsizliği ise
%17-27'lere ulaşıyor. Kent işsizliği de %10'ların üstünde...
Tek avuntumuz; bu tür öyküleri okuyan okumayan
ilgililerde, emekçilerde, partililerde, "Bu böyle gitmez/
gitmemeli" diyen düşüncelerin oluşması.
Hükümetlerini "türban davası"na göre değil "ekmek
davası"na göre seçmeleri.
Bu kitapta yalnız işçilerle ilgili değil, öteki emekçilerle ilgili öyküler de var yine.
Yarışma duyurularımızda her yıl şu koşul eksik değil: "Madde 2 -
Ödüle; işçiler ve emeğiyle geçinen diğer
çalışanlar hakkında yazılmış her türlü öykü
katılabilir."
Onların da ekmek davası önde. Emekleri önde.
Çöp bidonlarından kâğıt, şişe, demir toplayanlar, işçi değil emekçi:
Adil Kurt'un "Mehmet" adlı güzel naif öyküsü
öyle. Meyve sebze satan yakışıklı seyyar satıcının
öyküsü de öyle: Cennet Bilek'in "İşçi
Meydanı"nın kahramanı işçi değil ama emekçi.
Geçimini sağlamaya, mutlu bir aile kurmaya çalışıyor.
Bir belediyede çalışan Serpil Eslek'in "Meryem ve
Çocukları"nda ise, gecekondularını sel bastığında ora halkının
korkusu, perişanlığı bir temizlikçi kadının ağzından acıklı bir
türkü gibi seslendirilmiş. Hem de ilk öyküsü
olduğunu söylüyor Serpil Eslek.
Kitapta dayı yeğen iki ırgatın öyküsü de var. Onlar da
sözlü ya da yazılı olarak "işveren ile bir iş
sözleşmesine dayanarak çalışan kişi"ler... Yıllardır
Almanya'da yaşayan Kadriye Bakşi'nin ustalıkla yazdığı "Gece Vardiyası"
öyküsünde de sosyal işçiler (yeni
işçiler), kentlerin üvey kızları gece işçileri (hep
var olan işçiler) ile Alamancılarımız dolaşıyor... "Bayrama On
Gün Vardı" öyküsünde ise, gelirleri fena sayılmaz
karı koca emeklilerin durumu (gelecekteki
durum) ile iş yitirme sıkıntısı çeken üç
çocuklu adamın durumu (bugünleri kurtaramama bunalımı)
karşılaştırılmış. Taşlamalı, güldürümsü bir
öykü o da.
Bu kitaba kendisini iki öyküsüyle seçtiren adlar da var.
İkincilik ödülünü kazanan İlham Bakır,
geçimini kar küreyerek sağlayan baba ile, yine yoksulları
titreten kış soğuğunda iş bulma çaresizliğini yaşayan bir başka
babanın öykülerini yazmış. Görkemli süslü
anlatımı var... Adil Kurt da, şimdiye değin yazdıklarını yayımlatamamış
ama naif iki güzel öykü yazmış. Bunlarda
köylü/anaç Türkçenin o özlü,
canlı, şiirsel tadını yaşadım. İnsan ruhunu da yalın biçemde
sergiliyor. Dayanamadım, onun "Sergen" adlı çeltik ırgatları
öyküsünü önce Kül Öykü
gazetesinde yayımlatıverdim... Alaittin Bilgen'i ise usta bir belgesel
öykücü olarak gördüm. Bu kitaptaki
öyküsü "Pijamaların Yok mu?" bir maden ocağı kazasını
çığlık çığlığa anlatıyor. 2006 yılının ikinci
seçmeler kitabımızda okuyacağınız öyküsü
"Şampanya Şampuan" da genelde çok düzgün anlatılmış
bir direnme öyküsü maden ocağında. Üstelik direnme
başarıyla sona eriyor.
"İşçilerle ilgili öyküler" daha çok "işbaşı
öyküleri" (üretim sürecindeki öyküler)
olsun diye düşünüyoruz ama, bu kitaptakiler de
özetlenmeye kalkışıldığında anlaşılıyor ki bunlar "aile
öyküleri" aynı zamanda. Yukarıda andıklarımın içinde
hep çocuklar, ev hali, anne, baba dolanıyor geçim
sıkıntılarından.
Demet Çaltepe'nin yalın "mini öykü"sü de öyle.
Ruşen Ergün'ün öyküsünde, baba hasta olunca
çalışmak zorunda kalan 13 yaşındaki öğrenci oğulun
çıraklığı, anne babanın geçim derdi burulmaları da
öyle. Uğur Becerikli'nin "Kar Topluyordu" öyküsü
de, iş bulamayıp evinde kıvranan genç adamın karısı ve komşuları
karşısındaki bunaltısı.
Öteki öyküler?
Sinan Seyfittinoğlu'nun bulaşıkçı Mehmet'i yarı düşlek hoş bir öykü.
Hoş dediysem, anlatısı hoş. Anlatılan, hüzünlü.
Abidin Yağmur, sabahları bir sokak kedisini beslemekle işe başlayan
yaşlı çöpçüyü anlatmış, kitap
içinde yalın bir öykü. Duygu Gücük,
yapsatçı halaoğlu yanında çalışan yoksul inşaat
işçisi köylüyü ezginliği, geçmişteki
sevdasıyla bize anlatıyor; içe işleyen bir biçemi var.
Mersin'de yaşayan Mehmet Ali Elçin de bir marangoz kalfasını
anlatıyor ki, o Ahmet Kalfa çalışırken disk kaymasına uğruyor,
sağlık sigortası yok! Acıklıgüldürülü bir sosyal
güvenlik taşlaması oluşturmuş Elçin. Ben her okuduğumda
seviyorum onu; devlete/ düzene düşen daha çok iş var
diye düşünüp duruyorum. Devlet işsiz
güçsüz gibi!.. Nelerle uğraşıyor... Azıcık
bütçesini nelere harcıyor, kimlere yediriyor...
Bunları da, bu kitaptaki 18 öyküyü yazan 16 güzel
öykücü yazmış. 13'ü üniversite
görmüş, halkımıza onlar öykülüyor olan biten
duyguları düşünceleri, 21. yüzyıldaki insan
manzaralarımızı... Üniversitede okumayan öteki
öykücülerimiz de öyle anlatıyor.
Bu yönlerden de anlamlı bu hüzün öyküleri.
Sadece "işçi sağlığı" ile yumak olmuş da değiller.
Bu yaşantılar aynı zamanda ülkemizin "aile sağlığı" ile
çok yakından ilgili... Giderek 70 milyon insanımızın sağlık
içinde olmadığını gösteren aynalar...