Hüzün Dolu İşçi Öyküleri 

                  





İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ: Disk/Genel-İş Genel Yönetim Kurulu * 7 ÖNSÖZE EK: Tuncer Uçarol * 9 ABDULLAH BAŞTÜRK'ÜN YAŞAMÖYKÜSÜ * 13

ÖDÜLLÜ ÖYKÜLER
Yaşamak Hakkı, Özer Yıldırım (birincilik ödülü) * 19 Bu Güz Sararmadı Yapraklar, İlham Bakır (ikincilik ödülü) * 31 Tuğla Kırığı Bu Kentin Acıları, Hülya Özdemir (üçüncülük ödülü) * 39

DÖRT ÇEŞİT ÇIĞLIK
Kış Pusudaydı, İlham Bakır * 51
Mehmet, Adil Kurt * 67
Meryem ve Çocukları, Serpil Eslek * 75
Gece Vardiyası, Kadriye Bakşi * 91

21. YÜZYIL BİLE ÇOCUKLARA ACIMIYOR!
Bilerek Yaşamak, Demet Çaltepe * 101
Elimiz Mahkûm, Ruşen Ergün * 103

İŞTEN ÇIKARILMA GÜCÜME GİDER
Kar Topluyordu, Uğur Becerikli * 113
Sergen, Adil Kurt * 119
Joker Mehmet, Sinan Seyfittinoğlu * 125
Sabahın Sahipleri, Abidin Yağmur * 131
Bayrama On Gün Vardı, Z. Şükran Topal * 137

MUTSUZ ÖYKÜLER ÇOK!
Pijamaların Yok mu?, İ. Alaittin Bilgen * 147 İşçi Meydanı, Cennet Bilek * 155 Yeşil, Duygu Gücük * 165 Arabanın Sigortası Var, Mehmet Ali Elçin * 171

ÖYKÜCÜLERİN ÖZGEÇMİŞLERİ * 177



ÖNSÖZ

(DİSK/Genel-İş Sendikası Genel Başkanı Erol Ekici'nin, 26 Aralık 2007'de "5. Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri Yarışması Ödül Töreni"nde, Genel Yönetim Kurulu adına yaptığı konuşma.)

Bazı insanlar Sendikalar için asla unutulmazlar.
Abdullah Baştürk, DİSK ve Genel-İş'in unutulmaz ve unutulmayacak kişiliklerinden birisidir. En çileli döneminde ve hem de 12 Eylül hapishanelerinde DİSK'in Genel Başkanlık görevini onurla yapmıştır.
O'nun sergilediği onurlu tavır, bugün bizlerin en önemli varlık nedenlerinden birisidir.
Abdullah Baştürk, aynı zamanda Genel-İş Sendikasının kurucusudur.
Sendikamızın kuruluşundan yaşamını yitirdiği güne kadar Genel Başkanımız olarak görev yapmıştır. Baştürk, işçi sınıfı hareketinin ve sendika hareketimizin en önemli sendikacılarından birisidir. O'nu sadece bir sendikacı olarak nitelendirmek yanlıştır. O, aynı zamanda bir düşünce ve siyaset adamıdır. Sendikacılık hareketinde daima yenilikler peşinde koşan, sendikacılığı bir sosyal düşünce olarak ifade etmeye çalışan ve bunun için kafa yoran bir insandır. Baştürk, bu nitelikleriyle aslında bugün bile bize yol gösteren bir sendikacıdır. Günümüz sendikacılarının bu sendikacıyı tüm yönleriyle anlamaya ve öğrenmeye çalışması kanımızca zorunludur.
Abdullah Baştürk'ün çok değerli ailesi ile Edebiyatçılar Derneği'nin girişimi ile başlayan ve Sendikamızın katılımı ile bugünlere kadar gelen Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri Yarışması'nın bu yıl beşincisini sonuçlandırmış oluyoruz.
İşçi Öyküleri Yarışması, bugün gerçekten edebiyat dünyasının önemli etkinliklerinden birisine dönüşmüştür. Bu yarışmada ödüle değer bulunan öykülerin dışında, yarışmaya gönderilen yapıtlar arasından seçilen ve belirli temaları işleyen yapıtlardan derlenen kitaplar da hatırı sayılır bir ilgiyle karşılanmıştır.
Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri Yarışmasının tarihi kısadır ama sanki yıllardır düzenlenen bir yarışma gibi geleneksel olmayı da başarmıştır. Bu düşünce belki biraz abartılı bulunabilir. Eğer öyleyse, bunu yapılan başarılı işten keyif alan birisinin abartısı olarak da değerlendirebilirsiniz. Ama, bu yarışmanın Genel-İş Sendikasında böyle bir yansıma yarattığını söylemeliyiz.
Bu başarının arkasında büyük bir emek olduğunu söylemek gerekir.
Başta, tüm düşüncelerini işçilerin dünyasına odaklayarak en güzel öyküyü yazmak için kolları sıvayan onlarca öykücümüz olmak üzere, gelen onca öyküyü değerlendiren jüri üyelerimize, Baştürk ailesine, yarışmaya başından beri tüm desteğini veren Edebiyatçılar Derneğine ve emeği geçen tüm ilgili ve görevlilere teşekkür ediyoruz.
Ayrıca, DİSK/Genel-İş yönetici ve üyeleri olarak, bu yarışmaya verdiği katkıdan dolayı, 5 ay önce hiç beklemediğimiz bir anda kaybettiğimiz Genel Başkanımız Mahmut Seren'e, O'nun manevi huzurunda teşekkürü bir borç biliyoruz.



ÖNSÖZE EK

(Yayına Hazırlayan: Tuncer Uçarol)

Bu kitabın adını, bundan sonra yayımlayacağımız kitap koydu!

2006 yılı yarışmasına gelen öyküleri okurken (ya "Ünzile" adlı öyküydü ya da "İlk Haftalık"), baktım, boynu bükük olmayan işçi serüvenleri de var! Ünzile, bir fabrikatörün evinde hizmetçi kadın. Sigortalı olmak için çok onurlu bir savaşıma giriyor, kazanıyor da. Okuyana umut aşılıyor. "İlk Haftalık"ta da, İstanbul'a gelip iş bulamayan Karadenizli bir delikanlı, sonunda gemi onarımında iş buluyor, işi çok zor, yine de üstesinden geliyor, ancak ücretini alamıyor. O da işçi yiğiti, özgüveni yerinde. Ne yapıp edip hak ettiği ücreti almayı beceriyor.
 O zaman düşündüm ki bu öykülerle başlayan kitabın adı bu kez "Mutlu İşçi Öyküleri" olsun... Bu tür öykülere özellikle bu yıllarda çok gereksinimimiz var... Diğerleri de her zamanki gibi "Mutsuz Öyküler"...
Çünkü 2005 yılı öykülerinin ilk seçmeler kitabı Timsahın Ağzındaki Usta'yı hazırlarken onun önsözünde  şunlar geçmişti içimden: "Bu kitaptaki 18 öyküye bakıp duruyorum da, bu yaşamsal serüvenlerin üstünü / içini bir hüzün, bir edilgenlik kaplamış... Demek bu yıllarda ruh halimiz bu!.. Gerçek!.."
Öyküler, yazarının iç dünyasını, yaşadığı toplumu yansıtmaz mı?
Yansıtıyor. Şu uzun yıllarda Türkiye'de işsizlik oranı %10'dur demek de bu durumu açıklıyor.
%10 rakamı karnı tok okura az gelebilir... Oysa bunun anlamı en az 2 milyon kişi demek... Gerçi bu rakam da az gelebilir bazı kişilere. Oysa bu rakam da 2 milyon aile demek... Bu da, bir aile ortalama dört kişiyse, 8 milyon nüfus eder... Bu kadar insan büyük bunaltı öyküleri yaşıyor.
Bir de işim var diye övünenler arasında mevsimlik işçiler var, cabası... Taşeron işçileri var, cabası... Asgari ücretle çalışan çok... Sigortasız çok... Onları da 8 milyona katın...
Bunu da ikiyle çarpın! Çünkü "Biz 70 milyon olan nüfusumuzun çalışabilir durumda olan 15 yaş üzeri bölümünün 52,5 milyon kişi yaptığını biliyoruz. Fakat istatistiklerde bu 52,5 milyon kişinin yalnızca 25 milyonu 'çalışabilir nüfus' olarak, yarıdan fazlası ise yaşlıdır, emeklidir, ev kadınıdır, engellidir, öğrencidir denerek değerlendirmeye sokulmuyor." (Deniz Kavukçuoğlu, Cumhuriyet, 27 Ocak
2008)

Seçiciler kurulumuzu oluşturan Remzi İnanç, Vecihi Timuroğlu, Necati Tosuner,  Tuncer Uçarol, Ahmet Yıldız'ın ödül için seçtiği üç değerli öykü de, işte, üç çeşit çığlık: Biri, İkinci Dünya Savaşı sırasında bir tütün fabrikasında çalışan yoksul küçük kızlara ağıt. İkinci öykü, geçim umudunu kar yağışına bağlamış bir babayla çocuklarının umutsuz kar bekleyişleri. Üçüncüsü de, istenmeyen bir evlilik yaptı diye dışlanmış, kocası erken ölen bir kadının, çocuklarının, o zor yaşamları...
Diyesim, bu kitaba "Kapkara Güzel Öyküler" de denebilirdi. Ayrıca iş kazaları var. İş sorunları var. Sosyal güvenlik eksiklikleri çok.
İşte! Zaten "Acıklı Öyküler" kaplamış her yanımızı. Yalnız Doğuda Batıda değil, bütün ülkede yaşanıyor ekmek ve can davası. Çukurova - Malatya - İç Anadolu işsizliği ise %17-27'lere ulaşıyor. Kent işsizliği de %10'ların üstünde... Tek avuntumuz; bu tür öyküleri okuyan okumayan ilgililerde, emekçilerde, partililerde, "Bu böyle gitmez/ gitmemeli" diyen düşüncelerin oluşması. Hükümetlerini "türban davası"na göre değil "ekmek davası"na göre seçmeleri.

Bu kitapta yalnız işçilerle ilgili değil, öteki emekçilerle ilgili öyküler de var yine.
Yarışma duyurularımızda her yıl şu koşul eksik değil: "Madde 2 - Ödüle; işçiler ve emeğiyle geçinen diğer çalışanlar hakkında yazılmış her türlü öykü katılabilir."
Onların da ekmek davası önde. Emekleri önde.
Çöp bidonlarından kâğıt, şişe, demir toplayanlar, işçi değil emekçi:
Adil Kurt'un "Mehmet" adlı güzel naif öyküsü öyle. Meyve sebze satan yakışıklı seyyar satıcının öyküsü de öyle: Cennet Bilek'in "İşçi Meydanı"nın kahramanı işçi değil ama emekçi. Geçimini sağlamaya, mutlu bir aile kurmaya çalışıyor.
Bir belediyede çalışan Serpil Eslek'in "Meryem ve Çocukları"nda ise, gecekondularını sel bastığında ora halkının korkusu, perişanlığı bir temizlikçi kadının ağzından acıklı bir türkü gibi seslendirilmiş. Hem de ilk öyküsü olduğunu söylüyor Serpil Eslek.
Kitapta dayı yeğen iki ırgatın öyküsü de var. Onlar da sözlü ya da yazılı olarak "işveren ile bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan kişi"ler... Yıllardır Almanya'da yaşayan Kadriye Bakşi'nin ustalıkla yazdığı "Gece Vardiyası" öyküsünde de sosyal işçiler (yeni işçiler), kentlerin üvey kızları gece işçileri (hep var olan işçiler) ile Alamancılarımız dolaşıyor... "Bayrama On Gün Vardı" öyküsünde ise, gelirleri fena sayılmaz karı koca emeklilerin durumu (gelecekteki
durum) ile iş yitirme sıkıntısı çeken üç çocuklu adamın durumu (bugünleri kurtaramama bunalımı) karşılaştırılmış. Taşlamalı, güldürümsü bir öykü o da.

Bu kitaba kendisini iki öyküsüyle seçtiren adlar da var.
İkincilik ödülünü kazanan İlham Bakır, geçimini kar küreyerek sağlayan baba ile, yine yoksulları titreten kış soğuğunda iş bulma çaresizliğini yaşayan bir başka babanın öykülerini yazmış. Görkemli süslü anlatımı var... Adil Kurt da, şimdiye değin yazdıklarını yayımlatamamış ama naif iki güzel öykü yazmış. Bunlarda köylü/anaç Türkçenin o özlü, canlı, şiirsel tadını yaşadım. İnsan ruhunu da yalın biçemde sergiliyor. Dayanamadım, onun "Sergen" adlı çeltik ırgatları öyküsünü önce Kül Öykü gazetesinde yayımlatıverdim... Alaittin Bilgen'i ise usta bir belgesel öykücü olarak gördüm. Bu kitaptaki öyküsü "Pijamaların Yok mu?" bir maden ocağı kazasını çığlık çığlığa anlatıyor. 2006 yılının ikinci seçmeler kitabımızda okuyacağınız öyküsü "Şampanya Şampuan" da genelde çok düzgün anlatılmış bir direnme öyküsü maden ocağında. Üstelik direnme başarıyla sona eriyor.

"İşçilerle ilgili öyküler" daha çok "işbaşı öyküleri" (üretim sürecindeki öyküler) olsun diye düşünüyoruz ama, bu kitaptakiler de özetlenmeye kalkışıldığında anlaşılıyor ki bunlar "aile öyküleri" aynı zamanda. Yukarıda andıklarımın içinde hep çocuklar, ev hali, anne, baba dolanıyor geçim sıkıntılarından.
Demet Çaltepe'nin yalın "mini öykü"sü de öyle.
Ruşen Ergün'ün öyküsünde, baba hasta olunca çalışmak zorunda kalan 13 yaşındaki öğrenci oğulun çıraklığı, anne babanın geçim derdi burulmaları da öyle. Uğur Becerikli'nin "Kar Topluyordu" öyküsü de, iş bulamayıp evinde kıvranan genç adamın karısı ve komşuları karşısındaki bunaltısı.

Öteki öyküler?
Sinan Seyfittinoğlu'nun bulaşıkçı Mehmet'i yarı düşlek hoş bir öykü.
Hoş dediysem, anlatısı hoş. Anlatılan, hüzünlü.
Abidin Yağmur, sabahları bir sokak kedisini beslemekle işe başlayan yaşlı çöpçüyü anlatmış, kitap içinde yalın bir öykü. Duygu Gücük, yapsatçı halaoğlu yanında çalışan yoksul inşaat işçisi köylüyü ezginliği, geçmişteki sevdasıyla bize anlatıyor; içe işleyen bir biçemi var. Mersin'de yaşayan Mehmet Ali Elçin de bir marangoz kalfasını anlatıyor ki, o Ahmet Kalfa çalışırken disk kaymasına uğruyor, sağlık sigortası yok! Acıklıgüldürülü bir sosyal güvenlik taşlaması oluşturmuş Elçin. Ben her okuduğumda seviyorum onu; devlete/ düzene düşen daha çok iş var diye düşünüp duruyorum. Devlet işsiz güçsüz gibi!.. Nelerle uğraşıyor... Azıcık bütçesini nelere harcıyor, kimlere yediriyor...

Bunları da, bu kitaptaki 18 öyküyü yazan 16 güzel öykücü yazmış. 13'ü üniversite görmüş, halkımıza onlar öykülüyor olan biten duyguları düşünceleri, 21. yüzyıldaki insan manzaralarımızı... Üniversitede okumayan öteki öykücülerimiz de öyle anlatıyor.
Bu yönlerden de anlamlı bu hüzün öyküleri.
Sadece "işçi sağlığı" ile yumak olmuş da değiller.
Bu yaşantılar  aynı zamanda ülkemizin "aile sağlığı" ile çok yakından ilgili... Giderek 70 milyon insanımızın sağlık içinde olmadığını gösteren aynalar...

 



  
Edebiyatçılar Derneği
 H@vuz Yayınları'ndan Yayımlanmış Kitaplar  

®  Öz Yapım oHG   © H@vuz Yayınları - Kitaplar                              © Dergi Havuz ISSN 1864-0524