Uzlaşı ve Şiddet Kültürü

Ülkemizde ve dünyada şiddet olaylarını kanıksamaya başladık...

Bu konuda anne, baba, veli, eğitimci  ciddi kaygılar içinde.

Dünyamız giderek uzlaşı kültürünü daha çok geliştirecek, barış ve kardeşlik tohumlarını daha çok yeşertecek diye umutla beklerken tam tersi oluyor. Bu da yarına dönük umutları olan insanların  karamsarlığa düşmelerine  neden oluyor.

Dünyamızın  yüzünü  şiddete döndürmesi aklı başında herkesi kaygılandırıyor. Cinayetler, kanlı görüntüler, savaşlar günlük yaşantımızın doğal bir yüzü olamaz. Her gün, hatta her saat iletişim araçlarına yansıyan bu görüntülere dur demenin zamanı geldi de geçiyor bile...

 
                  EN DÜŞÜNDÜRÜCÜ OLANI

Şiddet olaylarının en düşündürücüsü,  kuşku yok ki çocuklar ve okullar düzeyinde olanları.

Okullar açılalı bir buçuk ay olmuştu ki resmi ağızlardan şiddet raporları verildi: Bu süreçte ilköğretimden üniversiteye kadar 2 bin 474 olay meydana gelmiş. Bunların 47'si ateşli, kesici ve delici aletlerle gerçekleştirilmiş. Dokuzu ölümle sonuçlanmış...

Gelin de bu rakamlar üzerinde kaygılanmayın...

Uzmanlar, şiddettin daha çok sonradan öğrenildiğinde birleşiyorlar. Genlerde bulunan, doğuştan getirilen birtakım şiddet eğilimleri  olsa da  daha çok bireyin yaşadığı özdeksel koşullar bu alanda belirleyici oluyor.

Uzmanlar, öğretilen şiddetin kaynağını üç alanda arıyorlar.  Bunlardan birincisi aile. Özellikle de 0-6 yaş arasında sevgi,  hoşgörü ortamında büyümeyen çocukların şiddet kültürünü kendilerine örnek alacaklarında ve bir yaşam boyu da bu  alışkanlıklarından vazgeçemeyeceklerinde birleşiyorlar.

Şiddeti besleyen ikinci kaynak olarak eğitim kalitesinin düşmesi gösteriliyor. Özellikle kendini ifade etme, tartışma, eleştirme, kişiliğini özgürce kullanma  becerilerini elde edemeyen, ders dışında yapılması gereken sosyal eylemleri dolu dolu yaşayamayan, içsel doyuma ulaşamayan,  ezberci eğitimin içinde sınav ve not  korkularıyla bunalan, gelecek kaygısı duyan çocukların, gençlerin bu tarz eylemlere yöneldikleri biliniyor.

Çocuğu, genci şiddete yönelten üçüncü nedense çevresel koşullar. Ekonomik ve kültürel anlamda doyumsuzluk, köyden kente göçle başlayan kimlik arayışları,  kente tutunma çabaları onları doğrudan şiddetin içine itiyor.  Sokakta, kafede, futbol sahasında, parkta, sinemada gördüğü, yaşadığı olayların çoğu onlar  için şiddeti özendirici  unsurlar olabiliyor. Birtakım örgütler, çocuklarımızı, gençlerimizi şiddetin içine çağırabiliyor. Sorunlarını  kaba güce dayanarak bireysel anlamda çözme duygusu şiddete yeni şiddet unsurları ekliyor. Öğrencinin yarın korkusu, emekçinin çalışarak  yaşam düzeyini yükseltememesi onlarda yasa dışı yollarla kazanç edinme duygusunu körüklüyor.  Giderek  şiddet eğilimini, gasp" duygusunu, mafyalaşma özentilerini yedekliyor. 

Yılda 40 bin civarında şiddet örnekleri gören bir çocuktan, gençten siz ne beklersiniz? Elbette ki günah keçisi yalnız televizyonlar, kötü yapılmış filmler, bilgisayarlar, medya değil. Çok masum gözüken müzikler, resimler, sözde sporlar(kink boksu, boğa güreşleri, karateler, kunkfular,  horoz dövüşleri), yapılan avlar pekâlâ şiddete açılan yeni yollar olabilir. Çocuklar, gençler  büyüklerin yaptıklarına özenirler, taklit ederler. Bu özentinin yerine yaratıcılık konamadığı zaman   "nesne" durumunda olan çocuklarımız   kısa sürede kıran, döken, öldüren "özne" durumuna geçebilirler    

Övündüğümüz  büyük bir genç nüfusumuz var. Bunu bir avantaj olarak kullanmak varken, genç nüfusu sorunların merkezi konumuna düşürmek son derece kaygı verici. Onları  bozuk paralar gibi harcamaktan bir an önce kurtulmak zorundayız.            

                   
        
         DEVLET VE ŞİDDET

Kuşku yok ki şiddetin bireysel olanından çok daha tehlikeli olanı kolektif ve örgütlü olanıdır. Bundan da daha tehlikelisi devletin şiddete doğrudan  ortak olmasıdır.  Ne yazık ki şiddet bu boyutlarda seyrediyor. Bir başka deyişle bireysel ve örgütsel şiddete devlet şiddeti kaynaklık ediyor. Devlet, bireysel şiddeti ve anarşiyi önlemek adına şiddetin üçüncü, aynı zamanda en büyük üreticisi olabiliyor. 

Şiddet, hiçbir bireyi, örgütü,  hele de devleti hiçbir koşulda haklı konuma getiremez. Şiddetin karşısında devletin demokrat, eşitlikçi, sevecen ve adil olmak zorunluğu vardır. Devlet bu tavrını yitirdiği zaman şiddetin hiçbir türünü önleyemeyeceği  gibi onları daha da büyütür, tehlikeli boyutlara ulaştırır.

Dünyada yaşanan pek çok şiddet  ne yazık ki devlet şiddetin bir parçası olarak doğuyor, gelişiyor.  Nasıl ki  anarşizmin bireysel ve devletsel olanı varsa, şiddetin de bireysel ve devletsel olanı vardır. Yazarını, aydınını, sanatçısını ötelemiş, onlara baskı ve şiddet uygulamayı politika haline getirmiş  bir  devletlerin  bu konuda masumiyeti ve mazeretleri olamaz.

Örnek mi istersiniz? Dünyada ve ülkemizde bunun örnekleri o kadar çok ki. Hele de ülkemizde. Derisi yüzülen Nesimi'den başlayıp, darağacına gönderilen Pir Sultan Abdal'dan, nedensiz yere on beş yıl içerde yatırılan Nazım Hikmet'e, öldürülen Sabahattin Ali'ye, oradan da geçip  Sivas'ta 37 aydının yakılmasına  kadar örnekler saymakla bitmez.

Bugün bile düşüncesini özgürce kullanmak isteyen ülkenin aydınlık insanları acımasızca yargılanıyorlar.  Bir aydının, yazarın, sanatçının yargılanmasını da devlet kaynaklı baskı ve şiddet saymak gerekir.  Kuşkunuz olmasın ki devletin şiddet unsurlarından arındırılması, örgütlü ve bireysel şiddetin de yok olmasını yedeğinde getirecektir.

 
                  SONUÇ

Çocuğunu döven, sokağa atan, hiçbir sorununu çözmek için ona sevi, şefkat elini uzatmayan anne ve babanın şiddetten şikâyet etmesi ne kadar saçmaysa, yıllar boyu şiddet uygulamış  bir devletin de  okullarında yaşadığı şiddetten şikâyetçi olması o kadar saçmadır. 

Çocuklarımızın yaratıcılığını öne çıkarmak,  eleştiri, tartışma, diyalog ve uzlaşı kültürünü geliştirmek, bilim ve sanat eğitimine önem vermek, kitap okuma alışkanlığını yaygınlaştırmak, yarın kaygısını ortadan kaldırmak şiddetin bataklığını kurutmak anlamına gelebilir.       

Bireyin de, devletin de, küreselleşen dünyanın da var olma nedeni şiddet olamaz. Olsa olsa daha çok hoşgörü, sevgi, eleştiri,  özgürlük,  yaratıcılık ve uzlaşı kültürü olabilir.

                                             

 


  Mehmet Güler

® 2001 H@vuz Yayınları   © H@vuz Bilgi Bankası                           © Şubat  2007  ISSN 1864-0524