Usulca
doğan güneş hızlandığı sırada, Aksak Mıstık çatlak dudaklarını yaladı. Etrafa
bakındı. Kendi kendine: “Ciğerini yediğim, hadi çık ortaya! Hal kalmadı gayri
bende!”diye söylendi. Kambur sırtında; yıkanırsa parçaları sanki bir daha
birleşmeyecek, kirli yeşil hırkasının tek düğmesini iliğinden kurtardı.
Başparmağıyla işaret parmağı arasında kıstırdığı sigarasını arka arkaya çekti
içine. Arkasından hırıltılı başlayan, ancak ardı arkası kesilmeyen öksürüğünden
kurtulmak için, var gücüyle balgam çıkardı. Kocaman açtığı gözlerinin beyazını
gün batımının soluk kırmızı ve sarı rengi
sarmıştı. Mor halkalar vardı, şişmiş gözaltında. Çarpan yüreğine soluğu
eşlik ediyordu, kesik kesik. Sarımtırak ve delik deşik yüzündeki çukurların arasında kalkık küçük
burnu uyumsuz duruyordu:
- Mıstık , Mıstık...!
Birden
döndü ürküyle:
Oy Neşet abim,
gözünün kapçığını yerim!
- Ne haber Mıstık, ne bu halin oğlum! Harman mı kaldın?
Bırak lan! Boğacaksın beni!
- Ah abim be, dün geceden beri uyku uyumadım! Sokaklarda
dolanıp durdum. Fitik de yok ki Deli Rüstem’e gitsem. O pezevenk mangır için
anasını bile satar. Seni aramadığım yer kalmadı. Nerelerdeydin be abim? Beni
böyle dermansız bırakma!
- İşlerim vardı oğlum. İnce işler anlarsın ya!
- Anladım be abim.
Aslında
Neşet’in ne iş yaptığını bilmiyordu Mıstık. Öyle kafayı taktığı da yoktu. Uzun
zaman önce girmişti hayatına. Arada sırada
Mıstık’a uğrayıp sohbet ediyor, ucu ucuna yetecek kadar sigara ve para bırakıyordu.
- Çarşaf var mı yanında?
- Olmaz olur mu abim!
- Saralım mı bi tek kağıtlı?
- Aybettin, malı ver, gerisini ben hallederim.
Güneş
iyice alevlenmişti. Unutulmuş, ancak sürpriz
ziyaretçilerle şenlenen yıkık
evin bahçesine geldiler. Çağlanın olmasına bile çocuklarca fırsat verilmeyen ağacın
altına oturdular. Neşet kibrit
kutusundan çıkarttığı kahverengi plakayı uzattı. Mıstık işinin ehli cerrah edasıyla operasyona başladı.
Başparmağıyla işaret parmağı arasına aldığı plakayı kokladı:
- Harbiymiş be abim!
- Ne sandın oğlum? Bizde araz olmaz!
Çorabının
içinden çıkardığı sigara ve ince kâğıtla Mıstık, önce sigarayı diliyle boydan
boya yaladı. Daha sonra filtresiz kısmını ağzına alıp üfleyerek patlamasını
sağladı. Filtresini kopardığı sigarayı sol avucunun içine yatırdığı kâğıdın
üzerine yerleştirdi. Ufaladığı plakayı
tütünün üzerine serpmeye başladığında, Neşet:
- Hop oğlum, kırıntılar okkalı olsun!
- Abim zıvanada aynalı olsun!
Diyerek gülüştüler. İçi dolu kâğıdı sardı.
Diliyle yalayıp kenarlarını birbirine yapıştırdı. Ameliyat başarılı olmuştu.
Neşet’de boş durmamış bir yüzü alüminyum olan kâğıttan iki adet zıvana
hazırlamıştı. Mıstık kendisi için
başladığı operasyonu da başarıyla
tamamladıktan sonra zıvanalı sigarayı yaktılar.
Mıstık zıvanadan aldığı derin nefesle dumanı
hapsetti. Bir süre bekledi. Daha sonra
yavaş yavaş dumanı burun deliğinden
boşaltmaya başladı. Mıstık’ı gözleyen Neşet,
sigarasını sadece dudağına dokunduruyor içine çekmiyordu. Mıstık, dünyayla
ilişkisini kesmiş, büyük bir hazla damarlarına
sindiriyordu dumanı.
- Lan oğlum güzelleştin!,dedi Neşet omzuna
dokunarak.
Bu arada Mıstık üflediği dumanı burun deliğine
çekmekteydi:
- Abim be, Allah razı olsun.
- Yarasın koçum.
- Yarasın be abim.
- Lan, şu Deli
Rüstem nerelerde? Kimbilir nasıl mal vardır şimdi onda...
- Sorma abim, yine büyük iş yakalamış! .
- Nasıl ya?
- Geçen gün mal almak için gittiğimde duyduydum. Adam üç
cigaralık getirecekmiş.
- Vay be! Oğlum ne zaman gelecek ben de alayım da şöyle
ikimiz bi demlenelim.
- Abim, yarın gece gelecekmiş ardiyeye.
- Hangi ardiye ya?
- Var ya abim. Hani Sakalar’da Sümüklü Hasonun ardiyesi.
- Tamam oğlum, bir ara uğrarız!.
- Yaşa be abim. Deli Rüstem dün yolda kıçının üstüne
düşmüş!...
Ardı arkası kesilmeyen kahkahalar atmaya başladı
Mıstık. Yaprakların kıpırtısına, güneşin yakışına, uçan kuşa...
- Deli Rüstem düşmüş!, dedi.
- Kah kah kah!... Ya
abi şu gavata bak be! Ağaca bacağını dayamış nasıl da işer imansız. Kah kah
kah!....
Neşet doğruldu:
- Bana eyvallah, duman da bitti. Sonra görüşürüz.
Bir süre
sonra da Mıstık, kalkıp, ağır ağır yürümeye başladı. Birden durdu. Gözünü
kırpıştırdıktan sonra, derin, alabildiğine mavi deniz gülümsüyor, yanına
çağırıyordu. İçinden koşmak geldi. Önce gözlerini kısıp hedefe uzun uzun baktı.
Sonra bacaklarını ayarlayıp koşmaya başladı. Tam suya atlayacakken aniden geri
çekildi. Ancak su atlaması için yalvarıyordu sanki. Geri dönüp önceki yerinden
daha uzağa gitti. Yüz metre koşusuna
hazır bir atlet gibi sağ bacağını ileri, sol bacağını geri atıp biraz öne
eğilip koşmaya başladı. Suyun kenarına gelince fren yapıp durmak istediyse de,
tökezleyip düştü...
Güçlükle
soluk alan Mıstık, bir türlü açamıyordu kapattığı gözlerini. Dibe çökmemek için
fazla hareket de etmek istemiyordu: “Kurtarın beni!”diye bağıracaktı ki
vazgeçti. Televizyonda yüzen insanları görmüştü. İki kolunu dirsekten kırıp
sırasıyla öne doğru atarsa bir de ayağını çırparsa, karaya ulaşabilirdi. Cesaretini topladı. Kolunu ileri doğru
atmasıyla çekmesi bir oldu. Sert zemine çarpan kolu acımıştı. Su birikintisinin üstünde olduğunu görüp:
“Anasını, avradını, geçmişini ... yaptığım”diye söylenerek kalktı, silkindi ve yürüdü...
Yorgun
düşmüş bedenine, sürekli sesler
çıkararak baskı yapıyordu midesi. Mıstık güç toplamak için mahallesindeki
Cafer’in tatlıcı dükkanına girdi:
- Oy
sarı nasılsın lan. Matiz olmuşsun yine!,diye karşıladı Mıstık’ı.
- He ya! Oldum. Ver şuradan iki halka tatlısı bakim.
- Fitik yoksa halka da yok. Ona göre...
- Olmaz olur mu abim...
Son elli
yeni kuruşunu çıkarıp verdi. Tatlıyı yemeye başladı.
- Dur oğlum
be, kıtlıktan mı çıktın?
- Yok be abi! İçim yanıyor.
- Lan içi yanan su içer, git şuradan!
- ....
Dükkandan
çıktı. İçini bir sıkıntı sarmıştı. Güneş batmak için acele etmezken, kan,ter
içinde girdi tenekeden barakasına. Yer yatağına kapanıp ağladı hıçkıra hıçkıra.
Öfkelenip aniden başını duvara vurdu.
Elini yerde duran kirli tabakla, bardağa savurdu. Bir yandan da
bağırıyordu: “Lan böyle olsun
istemedim? Senin memelerinden süt içecektim. Bilemedim böyle olacağını!...”
Kamyon
şoförüydü Mıstık’ın babası. Gitti mi aylarca
gelmezdi. Annesi kocası yoldayken komşular arkasından konuşmasınlar diye
kapanmıştı eve. Yalnızlığının tesellisi Mıstık’sa bedenindeki değişikliklere bir türlü uyum sağlayamıyor,
huysuzluğunun acısını annesinden çıkarıyordu. Gündüzleri yüzünün her yanını
kaplayan irinli akneler yüzünden sokağa
da çıkamıyordu. Arkadaşları vebalıymış gibi : “Çıbanlı abaza!” diye, dalga
geçip kaçıyordu ondan. Geceleri çok geç saatte alkol alarak geliyor, kendisiyle konuşmak isteyen annesini sürekli tersleyip
üzerine yürüyordu. O gün akşam yine annesini itip yere düşürmüş, sonra arkasını dönüp odasına gitmişti. Anneydi,
içi acıyla yansa da kızamıyordu oğluna... Mıstık bir süre sonra hatasını anlamış annesinin gönlünü almak
için yatak odasına girmişti.
İnce bir
gecelik vardı annesinin üzerinde. Onun ise külotu. Annesinin yanına uzandı. Başını göğsüne koyup uzun uzun ağladı,
ağladılar. İyice sokuldular...
“Pezevenk sen neden bizi bir başımıza
bırakıp gidiyordun? Ne geldiyse
başımıza senin yüzünden geldi lan! Derman denen bu boku niye içiyorum ha!
İçince bacaklarım, kollarım yok oluyor da o batak gece karşımda alay ediyor
benimle!... Seni gebertmek lazım!...”, deyip
sustu Mıstık. Ardından gelen
horlama sesi barakadan dışarıya yayıldı...
- Mıstık kalk oğlum, kalk!, gelen Neşet’ti. Yüzü gülüyordu.
- Koçum bu gece yarısında ne uykusu böyle. Dumanlanma zamanın gelmedi mi senin? - Vay abim. Eline ayağına düştüğüm. Has arkadaşım benim.
- Mıstık bugün üç cigaralık var lan elimde. Ciğerlerimiz
bayram edecek.
- Yaşa be abim.
Birisi
barakaya girdi:
- Mıstık lan, Deli
Rüstem’i aynasızlar yakalamış!
- Deme lan! İyi adamdı. Mangır olmadan mal satmazdı, ama
bazen iyi gününe gelip beleş bir sarımlık verirdi. Malın hası ondaydı be...
Neşet:
- Ne zaman oldu oğlum?
- Sorma bir saat önce
Sümüklü Haso’nun ardiyesinde
yakalamışlar.
- Hay Allah! Yapma lan, yarında biz oradaydık!
- Neşet abim, sen merak etme be, Kazma Bekir’den alırız. Bu
aynasızlarda gogocuları yakalayıp
hepten kurtulduklarını sanıyorlar. Abim bir deli Rüstem gider, bir Deli Rüstem
gelir. Yeter ki Allah seni mangırsız bırakmasın! En iyisini buluruz yine.
- Gel kardeşim geç şöyle otur....
- Sağolasın kardaş!
- Mıstık oğlum, sar
şu dolmaları da kafayı demleyelim.
Mıstık
lan, bu Kazma Bekir’in yeri nerede?