Atanur Doğan: 1964’de Kars’ın Selim ilçesine bağlı şirin bir Türkmen
köyü olan Katranlı’da doğdu. Doğan ailesinin sekiz çocuğundan en küçüğüdür.
Atanur daha bir yaşında iken aile İzmir’e göçtü. Resme çocukluğundan beri büyük
ilgi duyan Atanur, ağabeyi okul ödevleri için resimler yaparken ona gıpta ile
bakıyor, kendisi de “ağabeyim gibi çizebilir miyim?” diye içinden geçirirdi.
Eline geçirdiği kırık tuğla parçalarıyla komşu duvarlarına resimler yapar,
mahalleliden azar işitirdi. İlkokul sıralarında yaptığı bir resim, öğretmeninin
dikkatini çekti ve ona daha sonra hiç unutamayacağı şu sözleri söyledi:
“Atanur, sende resme karşı olağanüstü bir kabiliyet görüyorum. İleride iyi bir
ressam olabilirsin”. Bu onun için sürekli motive olduğu unutamadığı bir
övgüydü. Bunu ortaokul sıralarında resim öğretmenlerinden aldığı teşvik ve
destek takip etti. Daha sonra Gültepe Ticaret Lisesi'ne devam etti. Güzel
anılarının olduğu lise yıllarında onu en çok üzen resim derslerinin okulda
olmamasıydı. Lise son sınıfta arkadaşları, edinecekleri mesleğe ulaşmada
İktisatçı, Maliyeci, Bankacı gibi ticari konularda üniversite eğitimi almak
için yarışırken o sadece ressam olmayı düşünüyordu. Ressam olma hayaliyle,
Güzel Sanatlar Fakültesi’nin yetenek sınavlarına hazırlanıyordu. İzmir Resim
Heykel Müzesi’nde altı ay süren kurslara katıldı. Bu hazırlıkla lisede
alamadığı resim eğitiminin yerini doldurmak istiyordu.
İstanbul, Mimar Sinan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi’nde okumak onun hayaliydi.
Ailesinin ekonomik imkânları onun İzmir dışında okumasına olanak vermiyordu.
Güzel Sanatlar Fakültesi sınavlarında başarılı oldu. Aynı günlerde Buca Eğitim
Fakültesi Resim Bölümü’ne girdiği sınavı birincilikle kazandı. Buca Eğitim
Fakültesi’nde okumayı tercih etti. Bu fakülte mezuniyetten sonra sanatçılığın
dışında, orta öğrenim kurumlarında resim öğretmenliği yapma olanağı da
sağlıyordu.
Asuman Doğan: 1963’de
İzmir’de doğdu. Ailesinin beş çocuğundan ortanca olanıdır. Çocukluk yıllarında
önüne yazı yazması için konulan kağıt ve kalemlerle o resimler çizer, eline
geçirdiği cam macunlarıyla heykeller yapardı. Babası ve ilkokul öğretmeni onu
resme karşı ilk teşvik edenler oldu. Yaptığı resimler sürekli okul panosuna
asılıyordu. İlkokul son sınıfta hayranlık duyduğu bir takvim üzerindeki resmi,
guaj boya ile kopya etti.
Yaptığı resim elden ele dolaştı. Bu Asuman’a ressam olması için çevresinden
gelen en önemli teşvik ve yönlendirmenin başlangıcı olmuştu. Yıllar sonra
yaptığı resmin Van Gogh’un “Saintes Maries’de sahilde balıkçı tekneleri’
tablosu olduğunu anlayacaktı. Asuman’ın bugünkü renklerini görenler, onun
çocukluk yıllarında adını bile bilmediği Van Gogh’un resimlerinden
etkilendiğini hemen anlayacaklardır. Ressam olmayı hedeflemiş olan Asuman, ortaokuldan
sonra İzmir Cumhuriyet Kız Meslek Lise’sine yazılarak resim ana branşını seçti.
Değerli öğretmenlerle kendini yetiştirme fırsatı buldu. Artık üniversitelerin
resim bölümlerinde okumak için hazırdı. Bu arada talihsizlik ona acı dolu bir
dönem başlattı. 16 yaşındaki oğlan kardeşi kan kanserinden öldü. Hemen ardından
bu acıya dayanamayan baba Büyük bunalımlara girdi. Aile için kabus yılları peş
peşe yaşanıyordu. Bir süre sonra babanın da ölümüyle sarsılan ailenin
toparlanması yıllar alacaktı.
Asuman, ressam olabilme hayallerine üç yıl ara vermek zorunda kalmıştı. Tamamen
kendi çabasıyla zorlu bir sınav olan Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi Resim Bölümü’ne alınacak üç kişiden biri olmayı başardı. Fakat
sanatçı olarak Türkiye koşullarında hayatını kazanmanın zorluğunu biliyordu. Bu
sebeple tercihini kazandığı diğer fakülte olan Buca Eğitim Fakültesi, Resim
Bölümü’ne yaptı.
Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi, Resim Bölümü 1983-1984 yeni
öğretim yılında genç sanatçı adaylarının heyecan dolu bir yarışına daha sahne
oluyordu. Sınıfın başarılı öğrencilerinden olan Asuman Ongun ve Atanur Doğan,
aralarındaki yarışmayı ikinci sınıfta beraberce heykel dalını seçerek daha da
kızıştırdılar. Heykel atölyelerinde ödev konusu olarak birbirlerinin büstlerini
yapıyorlardı. Bu arada arkadaşlıkları sıcak bir duygusal arkadaşlığa dönüştü.
Bundan sonra Atanur ve Asuman duygusallığın romantik tadını yaşarlarken,
aralarındaki çekişme ve yarışma, yerini yardımlaşma ve ortak başarı duygularına
bırakıyordu. Genellikle arkadaşları okul çevresindeki cafe ve diğer eğlence
yerlerinde zaman geçirirlerken, onlar doğaya ve kır insanına olan tutkularından
dolayı en yakın köylere otostop yaparak gidiyor ve tarlada çalışanların, ekmek
pişiren kadınların, taş ve toprak evlerin fotoğraflarını çekiyorlardı.
Gittikleri dağ köylerinde tanıştıkları doğal ve içtenlik dolu insanların
desenlerini çiziyor, mekânlarını resimliyorlardı. Slaytlar ve fotoğraflar
çekerek bunları arşivliyorlardı. Çektikleri slaytları bölümlerinde ve diğer
fakültelerde göstererek, kır ve köy insanını tanıtıp, fotoğrafçılık yönlerini
sergiliyorlardı. Ayrıca yaptıkları bu gezilerde köy okullarına uğrayarak,
okulun ve öğrencilerin fotoğraf hizmetlerini de gideriyorlardı. Çizdikleri
resimlerden kartpostallar yapıp satarak, masraflarını da karşılıyorlardı.
Daha öğrencilikleri bitmeden ilk sergilerini İzmir Büyükşehir Belediyesi sergi
salonunda açtılar. 1987 yılında okul mezuniyetlerinin hemen ardından
evlendiler.
Daha hiç bir düzenli geliri olmayan genç
çift, yakınlarının “Bu gençler nasıl
geçinecekler?” tasasına kapılmalarına neden oluyordu.
Evliliklerinin ilk
haftası, Kuşadası Turizm Information Sergi Salonu’nda
açtıkları sergide hem
resim yapıyor, hem de çalışmalarını satışa
sürüyorlardı. Bir resimlerine hayran
fakat parası olmayan turistin tek kişilik küçük
çadırı ile resimlerinden birini
değiş tokuş yaptılar. Bu onların aynı zamanda ilk yuvaları oldu. Bu
küçük
çadırda kalıyor, 12-13 saat boyunca resim yapıp turistlere
satıyorlardı. Aynı yıl
girdikleri öğretmen alımı sınavlarını kazanarak, Anadolu’nun
ortasında olan
Kırıkkale’ye tayinleri çıktı. Bu yıllar onlar için
bulunmaz bir fırsattı. Her
hafta sonu yaptıkları gezilerde, Anadolu’yu ve insanlarını
inceleyerek
resimleme fırsatı buldular. Ankara ve İstanbul’da,
Anadolu’yu konu alan kişisel
sergiler düzenlediler. Düzenli olarak yaz aylarında Kuşadası
ve Çeşme’de
sergiler yaptılar. Türkiye’ye turist olarak gelen
birçok ülkeden sanatsever
onların resimleriyle ülkelerine dönüyordu. Bu güzel
dostlukların da başlamasına
neden oluyordu. Bu ilişkilerden biri de Kanada, Edmonton’dan
Trudy Aldrige’in
aldığı resimlerle başladı. Trudy’nin kendi koleksiyonu
için aldığı resimler
çerçeve yapmak için götürdüğü
galerici tarafından satın alındı. Bunu Trudy’nin mektupla
siparişleri ve ardından postayla yollanan resimlerin sergilenmesi
izledi.
Daha sonra İzmir’de süren öğretmenlik görevleri sırasında, mezun oldukları
üniversitenin resim bölümü başkanı olan heykel öğretmenleri; Atanur’a,
fakültenin belediyeden aldığı heykel siparişlerini yapmasını ve eserlere
kendisinin de imza atarak ortak olmasını teklif etti. Ayrıca Atanur’a onu
üniversiteye hoca olarak alacağını ve heykellerin gelirinin yarısını vereceği
sözünü verdi.
Bu teklif idealist çiftin kendilerini kanıtlamaları ve geliştirmeleri için
karşılaştıkları en büyük imkânlardan biriydi. Atanur, uzun çalışmalardan sonra
İzmir meydanlarına ve parklarına konulan bir dizi büst ve rolyef çalışmayı
başarıyla tamamladı. Sonuçta ülkesinde zaman zaman duyduğu acı olaylardan biri
başına gelmişti. O güvendiği, geleceğini ümitle bağladığı hocası; başarıyla
bitirip teslim ettiği heykellerden hakkı olan paranın önemli kısmını vermediği
gibi, heykellerin bir kısmından da Atanur’un imzasını silerek bütün çalışmaları
sahiplenme çirkinliğini yapmıştı. Bu olay Dekan ve diğer akademisyenlerin gözü
önünde oluyordu. Bunlara karşın Atanur, bütün iyi niyetli girişimlerine rağmen
bir şey yapamıyordu. Üstelik hocasından akla gelmeyecek tehdit ve saldırılar
geliyordu. Bunlardan biri de ilçe siyasi polis komiseri aracılığıyla olmuştu.
Eğer yaptığı heykeller için hak iddia etmeye devam etmesi halinde başına
gelebilecekler şube müdürlüğüne çağırılan genç sanatçıya kibarca hatırlatıldı.
Hemen ardından kadrosunun bağlı bulunduğu Buca İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne
çağırıldı. Müdür Bey’de benzer uyarılar yapıyordu. Bu korku salan abluka, genç
sanatçıların ülkelerinde sanatlarını üreterek bir yerlere gelmelerinin mümkün
olmadığı düşüncesine ve karamsarlığına düşmelerine neden oldu. Bu arada Kanada
göçmenlik Bürosuna yolladıkları heykel ve resim çalışmalarını gösteren dosya
ilgi görmüş ve Kanada kapılarını genç sanatçılara açmıştı. Bu gelişmeler
öğretmenliği seven ve görevlerini başarıyla yerine getiren çifte yeni ufuklar
açtı ve çok sevdikleri öğretmenlik mesleklerinden istifa etmelerine neden oldu.
Hep arzuladıkları sadece sanatlarıyla hayatlarını kazanma fırsatı doğmuştu.
Artık hayalleri olan sanatlarını yaparak dünyayı gezmeleri mümkün olabilecekti.
1993 yılı baharı, 3 yaşındaki oğulları Ataş ile birlikte Vancouver, British
Columbia’ya yerleştiler. Hemen ilk günlerinde resimleriyle büyük ilgi
topladılar. Kanada sanatçılar federasyonu aktif üyesi olan çift Amerika’da ve
Kanada’da düzenli sergiler yaptılar. Tayvan’lı bir iş adamının davetlisi olarak
Taipai’de sergi düzenlediler. Bu vesileyle Çin kültürünü inceleme fırsatı
buldular. Amerika’da ve Kanada’da çeşitli şehirlerde festivallere katıldılar,
sergiler düzenlediler ve slayt gösterileri yaptılar. Bu aktiviteler, çoğu zaman
uzun yolculuklar sonucunda gerçekleşti. Bu arada Kanada’yı ve Amerika’yı boydan
boya gezme fırsatı buldular. Türk Büyükelçilikleri, konsolosluklar ve Türk
derneklerinin davetlisi olarak Kuzey Amerika’da Türk kültürünü tanıtan
aktivitelere resimleri ve slaytlarıyla katkıda bulundular. 10 Kasım 1997’de
ikinci oğulları Ata, Vancouver B.C.’de dünyaya geldi.
Meslekleri, onların çok sevdikleri ülkelerine her yıl dönmelerine, özledikleri
Anadolu yaşamını resimlemeye ve sergilerini sürdürmelerine olanak verdi. 1999
yılında memleketleri olan İzmir’de Doğan Art Gallery’i açtılar. İzmir’in sanat
ve kültür hayatına hizmet eden galeride, bir grup suluboya ressamı
arkadaşlarıyla birlikte 2001 yılında İzmir Suluboyacılar Derneği’ni kurdular.
Asuman Doğan; Evler, Sokaklar, Şehir Görünümlerini, renkçi özelliğiyle, derin
perspektif arayışları içinde resimliyor.
1989 yılında Ankara Valiliği’nin “Sanatçı Gözüyle Ankara” yarışmasında ve 1994
yılında North Vancouver Lonsdale Quay resim yarışmasında başarı ödüllerini
aldı.
Atanur Doğan; daha çok “Köy İnsanı”nın yaşamını konu alan figüratif çalışmalar
yapıyor. Portrelerinde karakter ve ifadeleri öne çıkarırken, figürlerinde
ellerin detayları ve formları kullanarak anlatımı yoğunlaştırdığını görüyoruz.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne yaptığı büst çalışmaları çeşitli park ve
meydanlarda bulunmaktadır. Zübeyde Hanım maskı, Karşıyaka’daki Anıt Mezarına
konulmuştur.
Yurt içinde; İstanbul, Ankara, İzmir, Denizli, Nazilli, Dikili, Çesme,
Kuşadası’nda, Yurt dışında; Paris, Zürich, London, Vancouver, Toronto,
Edmonton, Calgary, Taipei, Seattle, Portland, New-York da kişisel sergiler
düzenleyerek, dünyanın başlıca önemli müzelerinde araştırma ve incelemelerde
bulundular. Sanatçıların resim ve heykelleri yurt içinde ve dışında çeşitli
kolleksiyonlarda bulunmaktadır. Atölyelerini hem İzmir Güzelbahçe’de hem de
Vancouver’da kuran çift, daha çok Kuzey Amerika’da olmak üzere çeşitli
ülkelerde sergilerini gerçekleştirmektedirler. Sanatçılar şu an Kanada’nın
Vancouver şehrinde yaşamakta çalışmalarını buradan sürdürmektedirler.