Dursun Akçam Ardahan’ın Ölçek
köyünde 1927 yılında, kendisinin de kesin bilemediği bir günde yoksul bir köylü
çocuğu olarak dünyaya gelmiş, bir yazın ustası, bir devrimci olarak halk ve
öğretmen savaşımında adını duyurmuş, 19 Eylül 2003 tarihinde çarıklarla geldiği
Kaf Dağı’nın ardına yalınayak dönmüştür.
Babası Ölçek köyünde Deli
lakabıyla anılan Hasanların Eyüp’tür. Eyüp’ün dedesi Murat şimdi Gürcistan
sınırları içerisinde bulunan Ahıska’nın Vale köyünden gelmiş, 19. yüzyıl ortalarında
Ölçek Köyü kurucuları arasında yer almıştır. Dursun Akçam’ın dedesi Hasan, 1915
yılı dolayındaki bir Rus işgali sırasında kılıçla öldürülmüştür. Dursun
Akçam’ın annesi Seyhat’ın babası Aslan da Ahıska kökenlidir, annesi Naze’yse,
eski adı Bangis olan Taşlıtarla köyünün Kürtlerindendir.
Akçam’ın doğuşu ve sonraki
yıllar, Kuzeydoğu Anadolu’da bitip tükenmek bilmeyen savaşların sonrasına denk
gelmektedir. Ardahan Türk, Rus, Ermeni, İngiliz, Gürcü birlikleri arasında
kanlı savaşlara sahne olmuş, iki yıl içinde altı kez el değiştirmiştir. 1915
kaçakaçlığında, anası Seyhat, Dursun Akçam’ın ağabeyi İsfendiyar’ı sırtındaki
bir heybede günlerce taşıyarak karla kaplı dağlardan Ahıska’ya kaçırmıştır.
Çocukluğunu yoksul bir köylü
çocuğu olarak, açlık içinde, yörenin soğuk iklimi ve türlü zorluklara göğüs
gererek geçiren Dursun Akçam köyde açılmış halk dershanesinde okuma yazma
öğrenmiştir. Bir süre Kuran kursuna da giden Akçam Kuran’ı ezbere okuyacak
derecede başarılı olmuştur. Daha sonra Hayber Kalesi, Hazreti Ali’nin Cenkleri
gibi bulabildiği her türlü yazılı kitabı ve belgeyi yutarca okumuş, okumayı
sürdürüp memur olmayı, köyün yoksulluğundan kurtulmayı kafasına koymuştur. Bu
amaçla Ölçek Köyü ile Ardahan arasındaki o zaman 14 km. olan stabilize yolu
çarıklı çocuk ayaklarıyla defalarca yürümüş, üç kez gittiği 23 Şubat
İlkokulu’nunbahçesinden dilenci sanısı ile kovalanmıştır.
Dördüncü denemesinde döneminin
cumhuriyet aydınlanmacısı öğretmenlerinden birisinin dikkatini çekmiş, girdiği
sınavda gösterdiği başarı ile 23 Şubat İlkokulu’na dördüncü sınıftan kayıt
olmuştur.
İlkokulu
bitirdikten sonra
Cilavuz’da açılmış Köy Enstitüsü’ne
girmek için başvuran Dursun Akçam’ın isteği
kasaba ilkokulunu bitirmiş olduğu için geni çevrilmiştir.
Yönetmeliklere göre,
Köy Enstitüleri’ne köy ilkokullarını bitirmiş
köylü çocukları alınmaktadır…
Dursun Akçam bunun üzerine
İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’a mektup yazarak okuma arzusunu
bildirmiş, haksızlığın düzeltilmesini istemiştir. İsmail Hakkı Tonguç, Dursun
Akçam’a kendi el yazısı ile yazdığı yanıt mektupta, girişimci gücü ve
savaşımcılığından ötürü kendisini kutlamış, Cilavuz Köy Enstitüsü Müdürü’ne
gerekli yönergenin verildiğini, kendisinin Köy Enstitüsü’ne kabul edileceğini
bildirmiştir.
1950 yılında Cilavuz Köy Enstitüsü’nü
bitiren Dursun Akçam, Cilavuz Köy Enstitüsü’nde iken tanıştığı, Dikan Köyü
öğretmeni Perihan Akıncı ile yaşamını birleştirmiştir. Perihan Akıncı da
İstanbullu, Balkan göçmeni soylu bir aileden gelme emekli subay Kemal Akıncı
ile Hanak Köyü’nden Kayaların Selvinaz’ın kızıdır. O tarafta da başka bir
kültürler karmaşası vardır.
Dursun Akçam Kağızman’ın Oluklu
Köyü’nde, kendi köyü Ölçek’te öğretmenlik yaptıktan sonra 1958 yılında Ankara
Gazi Eğitim Enstitüsü’nü kazanarak burada eğitimini sürdürmüştür. Gazi Eğitim
çıkışından sonra Ardahan Ortaokulu’nda öğretmenlik yapmış, 27 Mayıs 1960
Devrimi’ni sırtında yedeksubay üniforması ile karşılamıştır.
1960 yılı haziranı, aynı zamanda
Akçam ailesinin Ardahan’dan ayrılma tarihidir.
Dört çocuğundan Alper 1952,
Taner 1953, Yasemin 1954, Tümer (Cahit) ise 1956 doğumludur.
Keskin Ortaokulu Müdürlüğü’ne
atanan Dursun Akçam daha sonra Kırıkkale Lisesi’nde Türkçe- Edebiyat öğretmeni
ve müdür yardımcılığı görevlerine gelmiş, 1964 yılında da Ankara Demirlibahçe
Ortaokulu Müdürlüğü’ne atanmıştır.
1965 yılından başlayarak anı,
röportaj, gezi izlenimleri yazan Dursun Akçam gözlem ve birikimlerini kurgu
gücüyle birleştirerek öykü ve romanlar da yazmaya başlamıştır.
Analarımız adlı dizi yazısıyla
Bir Yurt Gerçeği dalında Karacan Armağanı, Haley adlı öyküsüyle Altın Portakal,
Kanlıderenin Kurtları ile Türk Dil Kurumu roman ödüllerini kazanmıştır.
Bir
yandan da öğretmen
örgütlülüğü içindeki savaşımını
sürdüren Akçam Türkiye Öğretmen Dernekleri
Milli Federasyonu Saymanlığı ve arkasından kurulan Türkiye
Öğretmen Sendikası
(TÖS) ikinci başkanlığı görevlerini üstlenmiştir.
Dönem koşullarında TÖS’ün seksen
bin üyesi ile yüz yirmi binin üzerinde öğretmeni iş bırakmaya götüren 1968
öğretmen boykotunun en etkin önderlerindendir.
12 Mart 1971 darbesi sonrasında
tutuklanmış, bir yıla yakın bir süre Mamak Muhabere Okulu ve 4. Kolordu Askeri
Cezaevleri’nde tutuklu olarak kalmıştır.
Yetmişli yıllarda yazınsal
çalışmalara ağırlık veren Dursun Akçam birçok kez öğretmenlikten açığa alınmış,
Anadolu’nun çeşitli yerlerine sürgünlere gönderilmiştir.
Demokrat Gazetesi sahibi olarak
politik savaşım ve gazetecilik uğraşı içinde de yer alan Akçam 12 Eylül 1980
darbesinin hemen ardından, Kuşadası’ndan gizlice bir gemiye binerek yurtdışına
çıkmıştır.
On bir yıl Almanya’da sığınmacı
olarak kalmış, Hamburg’da yaşamıştır. Bu arada Türkiye’de hakkında art arda
davalar açılmıştır.
Ülkenin demokrasiye dönüş
girişimleri içerisinde, hakkındaki davaların düştüğü yetkili ağızlarca
kendisine bildirilmiş olmasına karşın 1991 yılı dönüşünde Ankara Esenboğa
Havaalanı’nda gözaltına alınmış, Emniyet Sarayı Asayiş Şube’de zor koşullarda
birkaç gün geçirmek zorunda kaldıktan sonra özgür kalabilmiştir.
Bir sonraki Almanya dönüşünde de
gözaltına alınmaktan kurtulamayacaktır…
Türkiye’ye döndükten sonra
Kuşadası’na yerleşen Dursun Akçam ömrünün kalan yıllarını burada tamamlamıştır.
Aile, Ankara’da zaman zaman bir
araya gelmekte, özlem gidermektedir. Ölçek Köyü’nde de büyük oğlu Alper’in
girişimi ve eşi Perihan Akçam’ın çileli emekleri ile bir ev yapılmıştır.
Haziran ayı ortalarında eşi Perihan ve büyük oğlu Alper ile burada on on beş
günlük birliktelikler yaşamaktadır Akçam.
2003 yılı Haziran’ında
keyifsizdir… Sürekli bir kırgınlık, üşüme, ateş ve öksürük yakınmaları vardır.
Oğlu Alper’in Ardahan’a gidip bir akciğer filmi çektirme önerisine kötü bir şey
çıkabileceği olasılığı nedeniyle karşı çıkmıştır. Aile içinde de küçük
tartışmalar yaşanmıştır o yaz başı.
Dursun Akçam bir daha buraya
gelmeyeceğim diyerek, küskün ayrılmıştır Ardahan’dan. Uğurlarına ömrünü adadığı
akrabaları, köylüleri, hemşerileri yalnızca çıkarcı amaçlarla ilişki
kurmaktadır kendisiyle ve arkasından dedikodular yapılmaktadır.
18 Temmuz günü Kuşadası’ndan
Bursa’daki doktor oğlu Alper’i arayacaktır. “Ben bir film çektirdim oğlum.
Çıkan sonuç sanıyorum korktuğum gibi” diyecektir. Kuşadası’nda konmuştur
akciğer kanseri tanısı.
Ankara’da yapılan bronkoskopiden
sonra tanı kesinleşecek, başlanan kemoterapi Dursun Akçam’ın tüm beden
dengesini altüst edecektir.
Hastalıklı bir yaşam
yakışmamaktadır ona… Sıkıntılar içinde evle hastane arasında geçen iki aylık
bir sürede son adıma yaklaşacaktır. Konuşması da bozulmuş, söyledikleri
anlaşılmaz olmuştur. 18 Eylül 2003 akşamı cep telefonundan eve dinlenmeye
gitmiş doktor oğlunu arayıp “hoşça kal” gibi bir şeyler söyleyecektir Akçam. O
son geceyi çok sevdiği ve kendisinden yıllar önce ölmüş küçük kardeşi Kerim’in
oğlu Orhan’la geçirecektir.
Sabah erken saatlerde bilinci
bulanacak ve akşam 17.00 dolaylarında yaşamdan ayrılacaktır Dursun Akçam.
Işığını,
yaşam sevincini geride kalan tüm insanlığa bırakarak…
Daha fazla bilgi ve kaynak:
http://www.dursunakcam.com