- KARA DOKTOR -
Prof. Dr. Akif
Himmet KARAZEYBEK, 1949 yılı Kasım ayının ilk perşembesinde, Denizli
ilinin Çal ilçesine bağlı Hançalar kasabasında, Karazeybek Mustafa Çavuş'un
altıncı oğlu olarak doğdu. Doğum tarihinin resmi kayıtlardaki 20 Aralık 1948 değil
de 6 Kasım1949 olduğunu yıllar sonra öğrenebildi. Sahip olduğu nüfus cüzdanı
bile ölen ağabeyinindi. Gür ağlaması, Denizli horozlarının "günaydın"
ötüşlerine karışıyordu. Bu davudi ses, dershanelerde,radyo ve televizyonlarda,
şiir şölenlerinde, dost meclislerinde uzun yıllar duyulacaktı artık...
Kendisinden evvel doğan beş erkek kardeşinin ömürleri hep kısa olmuştu.1950'li
yıllarda üç bin nüfuslu bir kasaba olan
Hançalar'da kışlar soğuk mu soğuktur. Soğuk denmez, kışın adı
"ayaz”dır buralarda... Ege'nin İç
Anadolu kapısı olan Çal, yazın bağlarla yeşil, kışın karlarla beyazdır. Mustafa
Çavuş, buğday, bamya , tütün ve bağcılıkla geçimini sağlayan bir çiftçidir o
yıllarda. Peş peşe doğan erkek çocukları, beş-altı aylıkken, ateşli öksürüklü
hastalıklarla vefat ediyordu. Bebek Himmet de, 6-7 aylıkken yakalandığı
"zatürre" tedavisi için Çökelez Dağı yamaçlarındaki ilçeye, her gün 10 km. yol kat ederek, at
sırtında getirilip götürülür. O yıllarda kendisini, yeni bulunan bir
antibiyotikle; "penisilin" ile tedavi eden hekim Dr. Nazmi Kucur'dur.
Halk, ona "Kara Doktor" ismini vermiştir. Kendisinden önceki beş
erkek kardeşinin, ölümle biten kaderlerinin sebebini ancak yıllar sonra, 27
yaşında, Almanya'da asistan doktor iken
öğrenebildi. Daha ziyade erkek çocukların kaderi olan bu erken ölümler,
tıpta “İmmün Yetmezlik" adı verilen ve vücudun mikroplara karşı savunma
yetersizliği ile ilgili doğuştan bir hastalığın sonucu idi. Dr. Alexander
Fleming'in 1945 yılında bulduğu Penisilin, antibiyotik olarak tedaviye girmiş
ve ilk uygulamalar 1947-1948 yıllarında
Türkiye'de de başlamıştır. Bu ilklere "Himmet Çocuğun Zatürre
Tedavisi" de dahil oldu...
"Kara
Doktor" bu küçük ilçenin efsaneleşmiş "Lokman Hekimi"dir.
Dayıların, teyzelerin,amcaların,"Kara Doktor"lu anılarını, gün-saat,
bütün detaylarıyla , yüzlerce defa dinlemiştir. Üzüm sergilerinde, bağ
bozumlarında,tütün tarlalarında "Kara Doktor ",hep anlatıla gelmiş
ise de Dr. Karazeybek ile Dr. Kucur, meslektaş olarak hiç tanışamadılar...
Dr..Nazmi Bey,on yıldan fazla derman dağıttığı ilçeden 1960'lı yıllarda
ayrılmış. 27 mayıs 1960 ihtilâlini takip eden yıllar, "Yassı Ada" ve
" Kara Doktor " hikâyelerinin birbirine karıştığı yıllar olmuştu.
Hançalar İlkokulu'nu 1962 yılında bitirdiğinde," Kara Doktor
kimliğini" çoktan benimsemiş, "hekim" olmaya çoktan karar
vermişti... 13 yaşında, biraz gecikmeli olarak, ilkokul bitti...Anadolu Lisesi
sınavlarınagirmedi, zira Anadolu'da,
henüz"Anadolu Liseleri" yoktu. Devlet parasız yatılı
sınavlarını,o zamanki ismiyle;"Leyl-i Meccane"yi kazanarak Aydın Lisesi'nde orta öğrenime başladı....
Doğduğu kasabanın halkı 1940'lı yıllardan itibaren "diş
teknisyenliği"ni geleneksel bir meslek olarak öğrenmişler ve bu meslek
babadan oğula 2000'li yıllara kadar devam etmişti. Babası Mustafa Zeybek
Aydın-Çine'de beş yıl kadar dişçilik yapmış ve ilkokulun üç yılı Çine çayı
manzaralı, Atatürk İlkokulunda geçmişti.
Dayısı Osman Çelik de 1960'lı yıllarda Aydın'da dişçilik
yapıyordu. Aydın, yazı ve şiirlerin ilk kaleme alındığı, ilk aşkın yaşandığı
yerdir. O zamanlar özel radyolar yoktur ama
fizik öğretmeninin kurduğu, bir yerel ''Lise Radyosu'' vardır.İlk şiir
ve edebiyat programını Aydın'da
yapmıştır...
“68 Kuşağı”'nı yaşamış fakat ömür boyu içine
sindirememiştir.... Türkiye'nin de dünyanın da bütün sorunlarına çare olacak
çözümleri, yalnızca gençler üretiyor, mikrofona da sokağa da yine gençler
taşıyordu... Heyecanlı tartışmalar, çözüm sanılan "boykotlar"
ve"grevler", 365 günün yarısını dolduruyordu. 1968-1975 yıllarında, zamanın
başbakanı Süleyman Demirel'in, "yürümekle
yollar aşınmaz" dediği hareketli yıllarda, Hacettepe
Üniversitesi'nde öğrenciydi. YÖK henüz yoktur ama Hacettepe Üniversitesi
rektörü,daha sonra YÖK kurucusu ve başkanı olarak isim yapan ve üniversitelerin
Anadolu'ya dağılmasında “unutulmaz” emeği olan Prof. Dr. İhsan Doğramacı'dır...
Yıllar sonra 9 Kasım 2002 tarihinde,Ankara'da Bilkent Üniversitesi'nde yapılan
“Milli Pediatri “Genel Kurulundaki sohbette, “Hoca Bey” Sayın Prof. Dr.
Doğramacı'nın elini öperken “68-Kuşağı” olarak kendisine karşı yaptıkları
öğrenci boykotlarının hata olduğunu itiraf edip özür dileyecektir... Devrimci
liderlerin, reformcu padişahların, yaratıcı bilim adamlarının değerini ancak
öldükten sonra anlayıp takdir etmek, sıra dışı yaşamları ve fikirleri “katli
vaciptir” ile yok etmek,tarih boyu inatla tekrarlanan hatalarımızdan birisi,hem
de en kanlısı... Ziya Gökalp'in" Türkçülüğün Esasları" kitabı
ile daha lise yıllarında tanıştı, "Dokuz Işık Teorisini" de Ankara'da
Hukuk Fakültesinin büyük salonlarında Başbuğ Alpaslan Türkeş'ten dinlemişti.
Dev Genç-Ülkücü kavgasının, sosyalizm-milliyetçilik mücadelesi şeklinde bütün
Türkiye'yi kana buladığı yıllardı. Ziraat Fakültesine solcuların, Ortadoğu
Teknik Üniversitesi'ne de sağcıların giremediği, kan ve kin dolu günleri
yaşadı. İstanbul'daki birinci köprüyü, 1973 yılında hizmete açılan "Boğaz
Köprüsü"nü, "bu köprüden kapitalistler geçecek, istemiyoruz"
diye boykot yapan öğrencilerdendi... Üniversite bitince, bir kısmı yurt
dışında, bir çoğu Anadolu'da göreve başladıklarında, boykotlarla harcanan
zamana ve çatışmalarda akan "kardeş kanı"na üzülmek ortak paydaları
olmuştu.”12 Eylül 1980” sonrası, bu
"kan ve kin" dolu yılların muhasebe dönemidir. Sosyal konulara
merakından olacak, 1972 yılında, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler
Akademisi'nin "Kamu Yönetimi" bölümüne de kayıt yaptırdı. Fakat 1978
yılında aldığı İktisat diplomasını meslek hayatında hiç kullanmadı. Avrupa,
özellikle "gurbetçi diyarı" Almanya ile tanışması 1973 yılı yazına
rastlar. İnsanların, özel ve mesleki yaşamlarının birbirinden bağımsız olması
gerektiğini ve lüzumsuz sandığı üç şeritli otoyolların, okullardan daha
öncelikli olduğunu orada öğrendi. Bir aylık öğrenci bursu ile gittiği
Almanya'dan Volkwagen marka kaplumbağa ile dönmüş olması Hacettepe'de yılın
olayı oldu. İlk arabasını, geceleri sağlık memuru statüsünde çalışarak
kazandığı parayla almış ve sınıfta arabası olan üçüncü kişi olmuştu. Almanya
ile tanışması, bitmeyen bir yolculuğunda başlangıcı oldu. Binlerce kilometrelik
“otoyollar”, daha sonraki yıllarda da “uçaklar”, hayatının bir parçası
oluverdi... Birçok şiirin ve bazı denemelerin ilk satırları o uzun
yolculuklarda ilhamlaştı... "Gözlerinden daha mavi gökyüzünde
uçuyorum/Dizlerine kapanmıyor senden artık kaçıyorum" bir Düsseldorf
gündüz uçuşunda, bulutların üstündeki o tek ton mavilikte yazıldı ve İsmail
Ötenkaya tarafından da 1998 yılında, THY çalışanları için bestelendi…
Tıp diploması, 30.6.1975 tarihlidir.Buldan Belediye
Tabipliği ise ilk görev yeri... 1975'in son aylarında Almanya'da Offenburg
şehri yakınlarındaki Nordrach-Nöroloji ve Psikiyatri kliniğinde asistanlığa
başladı. Kara ormanlar (Schwarzwald)daki bu küçük klinikte ormanın güzelliği
ile alkolün çirkinliğini aynı anda yaşadı… Ardından 1976 yılının hemen tamamı,
Tuna Nehri kenarındaki Ehingen (Donau) hastanesinde dahiliye asistanlığıyla
geçti. Psikiyatri ve Dahiliye deneyimleri onu mesleki açıdan tatmin etmemişti.
1976 yılı sonlarında, Almanya'nın Karadeniz Bölgesi kabul edilen, fıkralarıyla
da Karadeniz'i anımsatan Emden'de çocuk hastalıkları ihtisasına başladı.
Ardından 4 yılı aşkın bir süre
Dortmund'da yaşadı. Türk işçilerinin en yoğun bulunduğu bu maden ve
kömür kenti, şairin hayatında derin izler bırakmıştır. Almanya dönüşü bile, bu
şehri hemen her yıl ziyaret etmeyi alışkanlık haline getirmişti. Türkiye'de
Almanya'yı, Almanya'da ise Anadolu'nun köy kahvelerindeki, “sohbet ve
muhabbeti” özleme çelişkisini yaşıyordu. “Alamancı” şiiri bir Dortmund
ilhamıdır ve “Arkadaşım” isimli ilk kitabında “Sevdalanmışım Vatana” adıyla yer
alacaktır.'' Arkadaşım''daki, ''Memleketim'' ve ''Tel Örgüleri'' Almanya'da,
''Apaydınlar Aranıyor'' 12-Eylül sonrasında, ''Cesur Bebekler'' ile ''Şoför
Amca'' hastanelerimizin acil servislerinde, ''Asker Mektubu'' ile ''Mehmedim''
1995 Türkiyesi'nin terör yıllarında yazılmıştır.. İlk kitaptaki ''Hürriyet'',
''Bir Daha'' ve ''Yasaklayın'' şiirleri ile ''Ben Seni Urfa'da Sevdim'' isimli
bu ikinci kitaptaki ''Çocuklar ve Büyükler'' şiirlerinde vurgulanan ise hoşgörü
eksikliği ve hazmedilmemiş demokrasimizdir...'' Şinasi Bey”in mısralarında ise,
sürgünlerde, emeklilik doldurmaya gün sayan kamu emekçilerimizin, ”memurların”
hayatı anlatılmıştır.. Öteki şiirleri,gönül penceresinden sevgi damlacıkları
sayılır. O pencereler çoktan kırılmış, damlacıklarsa çoktan buharlaşmıştır.
Şairin, ”sevgi damlacıkları” dediği şiirlerinin çoğu, hayal ürünüdür. O
hayalleri ve o hayallerin gerçek olan bazılarını, elbette sizler de
yaşıyorsunuz da yazmak istemiyorsunuzdur...
Yurda dönüşü, “12-Eylül” ihtilali sonrasına rastlar. Hekimlere,
“zorunlu hizmet” konulmuş, İzmir-Dr.Behçet Uz Çocuk Hastanesinde geçen, altı
aylık “asistanlık” ve “uzmanlık sınavı” sonrası, Balıkesir-Gönen'e atanmıştır.
Sonradan akademisyenliğe niyetlenen Dr. Karazeybek, 1985 yılında, Trakya
Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde, “yardımcı doçent” ünvanı ile öğretim üyeliğine
başlar... Almanya yıllarının Edirne ve Kapıkule'si, şimdi mekan olmuştur. Bir
yandan da Almanya'ya gidip gelmeye devam eder. Şeker hastalığı ve insülin
tedavisi ile ilgili çalışmaları, ona doçentlik yolunu da açmıştı. Trakya
Üniversitesi'nden isteyerek ayrılmadı..?
Edirne hikâyesi şimdilik kapsam dışı bırakılmıştır...
1988 yılında doçent oldu ve 1990 baharında, nisan ayının son
günlerinde, Trakya'nın kiraz ağaçları tomurcuklanırken İstanbul'a göç etti.
Osmanlı Devleti'nin ilk çocuk hastanesi olan “Şişli Etfal Hastanesi”ne şef
muavini olarak atanmıştı ama Sağlık Bakanlığı'nda “Bulaşıcı Hastalıklar Daire
Başkanlığı” yapacaktı. Bürokratlığa hiç
ısınamadı. Bu kısa Ankara görevinin, şiirsel anısı, “Süreyya” oldu. Köyden
başkente, üniversite öğrencisi olarak gelen
delikanlının duygularını mısralaştıran bu şiir “ yetmişlerde” yaşanmış
ama “doksanlarda” yazılmıştır. İstanbul'a çabuk döndü ve 1992 sonuna kadar Şişli
Etfal'deki görevine devam etti, bu dönem şiirden çok denemelerini yazdığı “
isyan” günleridir... Bezm-i Alem Valide Sultan Vakıf Gureba Hastanesi'nde 1992 sonlarından 2000 yılının ilk aylarına
kadar klinik şefi olarak çalıştı. Orhan Veli'nin, “hiçbir şeyden çekmedi
ayağındaki nasırdan çektiği kadar” mısralarındaki gibi şair de en büyük
acıları, mahkemeleri, sürgünleri burada yaşadı... Bir konferansında Vakıf
Gureba yıllarını anlatırken, “insanlara acıma duygum orada kayboldu”
diyecektir. Bu acı dönemin tek güzel anısı, ilk şiir kitabı “Arkadaşım”ın, 1996
yılında çıkmasıydı... 1997 Diyarbakır-Elazığ sürgün günlerinde, “Şinasi Bey”
yazıldı... “Gidiyorum Uzaklara'' ile “Gittiğin Yollarda Göz Yaşım Kaldı”,
TRT-Türk Sanat Müziği repertuvarına
girdi... 1998 yılında Ozan Hamza
Sümer tarafından hazırlanan ilk kasetinde, kitabından seçtiği bazı şiirleri
seslendirdi, bestelenmiş iki şarkıyı da Ülkü Karazeybek ve İsmail
Ötenkaya okudu.
Urfa, hem şair hem de akademisyen olarak onun, cehennemin
kapısından dünyaya geri dönüşüdür. Tek kelime Türkçe bilmeyen, yalnızca Arapça
konuşabilen yeşil gözlü kızlarla burada tanıştı... Kürtlerin “Dağ Türkü”
olmadığını, burada öğrendi ve ”Elbette Türkçe biliyorum. Çünkü benim zamanımda
Atatürk vardı” diyen büyük annelerin; ”yol yok, okul yok, para yok, ilaç yok”
yakınmalarını da yine burada dinledi... Akademisyenliğin de şairliğin de en
olgun ve en verimli dönemini Harran'da yaşadı. Bu kitaba ismini veren “Ben Seni
Urfa'da Sevdim” şiiri, her yönüyle bir Harran ilhamıdır... Kitapdaki “Utansın”,
Azeri tarzda türkü olarak ve “Harran Üniversitesi” şiiri de marş olarak, Musa
Kaldı tarafından yine Urfa'da bestelendi. Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi,
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim üyesi olan Prof. Dr.
KARAZEYBEK, evli ve üç çocuk babasıdır...
Şanlıurfa- 28 Mayıs 2003
İletişim
Harran Üniversitesi Araştırma Hastanesi
63100 Şanlıurfa
Tel:0532-3626718 ve 0543-4524196
drkarazeybek@hotmail.com ve
hkarazeybek@harran.edu.tr
|