|
Ümit Kaftancıoğlu |
|
|
|
|
İlk öyküsü
(Bir Bahs) 1954 yılında Varlık'ta yayımlanır. 1970'lerden sonra edebiyat
alanında dikkat çekmeye başlar. 1972'de yayımlanan "Dönemeç"
adlı öykü kitabı TRT büyük ödülünü alır. Bu ödül Kaftancıoğlu'nun edebiyat
alanında tanınmasına yol açar. Dönemeç onun için bir başlangıçtır ve olumlu bir
etki bırakır. Adnan Binyazar "Dönemeç" "Dönemeç
serüvenli bir yolculuk. Yalın ve süssüz bir anlatım. Kavimler göçünde olduğu
gibi kıtlıktan, yoksulluklardan kurtulmak için adanmış topraklara yapılan göçün
çağdaş uzantısı... Işıksızlıktan, aydınlığa geçiştir. Karanlığın ışığı arayışı,
aydınlığa özlemdir." Hakullah için: yorumunu yapar. Yine aynı yıl yayımlanan
adlı röpo rtajı Milliyet Gazetesi Ali Naci Karacan ödülünü kazanır. Her
yayımlanan eseriyle edebiyat dünyasındaki yerini daha da sağlamlaştırır. Doğan
Hızlan ve Fakir Baykurt'a değin, yirmi bir yazar, eserleri hakkında otuza yakın
makale ve olumlu eleştiriler yazar ve bir o kadar da söyleşiler yayımlanır.
Bu
yazılardan bir olan Fakir Baykurt, Kaftancıoğlu'nu şöyle anlatmaktadır.
"... Kaftancıoğlu'nun dikkati çeken başlıca özelliklerinden biri, dilindeki
zenginliktir. Doğu Anadolu, bütün başka yoksunlukların tersine, bir kültür ve
dil hazinesidir. Orada kat kat uygarlıklar, her uygarlığın zamanımıza kadar
birikip gelen katılımları bir dil coşkunluğu, bugün Doğu halkında renkli,
sanatlı bir anlatımı adeta gelenek haline getirmiştir. Her türlü dil ve anlatım
sanatını kendi kişiliğinde toplamış pekçok insan, her biri birer bilge gibi
köylerin tozu toprağı içinde ömür sürmektedir. Ümit Kaftancıoğlu, bu kültürü
çok iyi özümsemiş, kendine mâletmiş, üstelik gördüğü eğitim ve kendini
yetiştirme çabasıyla aydınlanmış umut verici bir yazarımızdır."
Okumanın,
karanlığa tükürerek zamanı altın yıldızlarla süslemek olduğuna inanan
Kaftancıoğlu, yaşamını zamana karşı örerken iki bine (2000) yakın kitap okuduğu
ailesi tarafından söylenmektedir. Kaftancıoğlu'nun 11 Nisan 1980'e kadar
edebiyat dünyasıyla tanışan eserleri şunlardır:Dönemeç (Öykü, 1972),
Hakullah (Röportaj, 1972), Yelatan (Roman, 1972), Tek Atlı Tekin
Olmaz ( Halk Masalları, 1973), Tüfekliler (Roman, 1974), Köroğlu
Kolları ( Halk Destanları, 1974), Köroğlu (Halk Destanları),
Altın Ekin (Roman), İstanbul Allak Bullak (Öykü), Çarpana
(Öykü), Salih Bey (Öykü), Kekeme Tavşan (Çocuk Kitabı-Öykü,
1976), Kan Kardeşim Dorutay (Çocuk Kitabı-Öykü 1978), Şülgür Deresi Çoban Geçmez (Çocuk Kitabı-Öykü), Hınzır Paşa
( Çocuk Kitabı-Öykü), Çizmelerim Keçeden (Çocuk Kitabı-Öykü), Dört
Boynuzlu Koç (Çocuk Kitabı-Öykü).
(Çocuk Kitabı-Roman),
"Bir Garip Ölmüş Diyeler.."/ Öztürk
Tatar
Ümit
Kaftancıoğlu (Garip Tatar), "yaşamın direnmek" olduğu kıtlık
yıllarından 1935'de(Yazarın bazı eserlerinde doğum tarihi 1934 yazmaktadır.
Bilgilerine başvurduğumuz aile bireyleri ise 1935 olduğunu söylemişlerdir.)
Ardahan'ın Hanak ilçesine bağlı Koyunpınar köyünde, yedi çocuklu yoksul bir
ailenin beşinci çocuğu olarak "merhaba' demiş hayata. Kaftancıoğlu
doğumuyla ilgili, "1934 yılı yazında yada güzünde doğduğumu söyler
anam. Doğumda yanında kimse bulunmadığı, ailede çok çocuk olduğu için
doğumumuzun bilinmesi, önemsenmesi söz konusu olamaz"* der. Daha
ilkokula başlamadan, okuma yazmayı öğrenerek, köyün mektupçusu ve köy
odalarının kitap okuyucusu olmuştur. 1942'de aç açık ilkokula başlama hevesini
şöyle ifade ediyor: "...İlkokula gidecek giyimim yoktur. Diz boyu, adam
boyu karı yalın ayak çiğnedim. Üstelik karnım da açtı. Yolda yorulup kaldığımda
başkalarının yardımıyla adım attığımı çok iyi bilirim. Üç ay sonra da okula
gidecek gücüm kalmadığından bıraktım."* Ertesi yıl yeniden gider
ilkokula ve aralıksız devam ederek başarıyla bitirir. Ama el kapısında bulur
kendini, çobanlık yapar. 1940 lı yıllarda yoksul köy çocukları için kurulan Köy
Enstitüleri'ni kurtuluş kapısı olarak görür. "İlkokulu bitirir bitirmez
tek kapımız, kâbemiz Köy Enstitüsü'ne Cılavuz'abaşvurduk."*
İlçeden yaptıkları başvurular sonuçsuz kalınca içinde bir isyan başlar
Garip'in. "Çayırlar biçildi, tarla biçildi, harmanlar dönüyor, el kadar
kağıttan haber yok.. Garip artık bir dahaki yazı düşünüyor: "kim bilir
kimin kapısında olurum, artık Gani Ağa'nın kapısı kilise kapısı olsun"
diyor içinden. "Bütün Yelatan'ı taşıdık, gene de bitmedi bunların işi.. En
iyisi Kartal Kayası'ndan atayım kendimi de kurtulayım. O ki kazanamadım, ne
yaşayacağım?!." " **(Susuz/Kars) Ne kadar da karamsar olsa yüreğinde umut
filizlenir kırlarda. Karlı bir havada Cılavuz Köy Enstitüsüne gitmek için üç
arkadaşıyla beraber yalın ayak, yalın yürek yola çıkarlar. İki gün boyunca yaya
gittikleri bu yolculuk onun gözünde "ölüm yolculuğu"dur.
Zorluklarla kaydolduğu enstitü onun için yeni bir yaşam yeni bir pencere olur.
"Köy Enstitüsü gerçekten bir cennetti, sıcak bir yuvaydı, yaşamdı. İnsan
olduğumuzu orada anladık."* Kaftancıoğlu Cılavuz Köy Enstitüsü'nü
başarıyla bitirir ve Mardin'in Derik ilçesine öğretmen olarak atanır. Güneyi
tanıma fırsatı, Derik'te öğretmen olarak unutulmanın acısını azda olsa
unutturur ona. Mardin'de kaldığı üç yılda ağalık düzenini, halkın sefaletini ve
kurşun seslerini daha da yakın hisseder yüreğinde.
Yıl 1961
Kaftancıoğlu Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsü'nün edebiyat bölümünü bitirerek
Rize'nin Pazar ilçesi ortaokulunda Türkçe öğretmenliğine başlar. Fakat uzun
sürmez. Öğretmenlikten ayrılarak yedek subay olarak askere gider. Askerlik
dönüşü hayatında yeni bir sayfa açılır. TRT'nin açtığı sınavı kazanarak Köy
yayınları bölümünde göreve başlar. TRT İstanbul Radyosu'nda "Av Bizim
Avlak Bizim" ve "Dilden Dile" gibi programlarla halk kültürünü,
halk aşıklarını, halkın eksiğini ve sıkıntılarını mikrofona taşır. "Gerçek
edebiyatın halkın ağzında, dilinde olduğunu bilmeliyiz. Halkın sözlü
edebiyatını yazıya geçirecek, değerlendirecek olanlar da halk
çocuklarıdır."¹ der. Bu gözlemlerini doğrularcasına, Anadolu'yu
gezerek derlemelerle halkın sözlü edebiyatını ve halk türkülerini yazıya döker.
Günümüzde bile sevilerek dinlenen "Evreşe yolları dar" ve
"Yüksek yüksek tepeler ev kurmasınlar" türküleri Kaftancıoğlu'nun
derlemeleri arasındadır. Radyo programcılığının yanı sıra çeşitli gazete ve
dergilerde politik ve sanatsal yazılar yazar (Cumhuriyet, Cumhuriyet Sanat
Eki, Milliyet, Yeni Ortam, Yeni Halkçı, Varlık, Türk Dili, Güney, Ilgaz, Yeni
Ufuklar ve Aydınlık). Onun gözünde politikada sanatta halk ve Cumhuriyet
için yapılmalıdır: "Benim köyüme, benim ulusuma yararı, yardımı
dokunmayan bir yazı, bir sanat sıfırdır." Yedi yıl fiilen yürüttüğü
Köy Yayınları bölümünden alınarak Kültür Yayınları bölümüne verilir.
Yeteneğine, bilgisine ve başarısına güvenen Kaftancıoğlu bu görev değişikliğine
içerler. Tepkisini şu sözlerle dile getirir: "...Gerek 12 mart
muhtırasının etkisiyle, gerek Nihat ERİM adındaki başbakanın açık baskısıyla,
bir takım soysuzların da gizli açık-kapalı ihbarıyla bu servisten alınarak
İstanbul Radyosu Kültür Yayınları'nda görevlendirildim."* Azmini ve
başarısını Kültür yayınlarında da sürdürür Kaftancıoğlu. Bir gün İstanbul
radyosunun kapısında genç bir delikanlıyla karşılaşır. Bu delikanlı Uğur
Dündar'dan başkası değildir. Bu karşılaşmayı Uğur Dündar Hürriyet (5
Temmuz 1998) gazetesindeki köşesinde şöyle yazmaktadır: "...Nitekim 1970
yılında TRT büyük bir sınav açtı. Binlerce adayın katıldığı sınavda çok
başarılı bir kağıt vermiş olmama karşın, torpillilerin öne geçmesinden
korkuyordum. Uykularımı kaçıran sınavın sonuçları bir ilk yaz günü açıklandı.
Kazananların listesi İstanbul Radyosu'nun girişine asılmıştı. Koşarak girdiğim
radyoevinin kapısında, önümü heybetli bir kişi kesti. Ona, sınav sonuçlarını
öğrenmek için geldiğimi ve adımı soyadımı söyledim. Sonradan Ümit Kaftancıoğlu
olduğunu öğrendiğim heybetli radyocu; "Bak Uğur Dündar, beni iyi
dinle" "Sınavı kazandın. Gelecekte çok ünlü ve başarılı
bir kişi olacaksın. Doğruluktan ayrılma, kimseyi kıskanma, işini sev ve halkını
satma. Haydi bakalım yolun açık olsun!" Kaftancıoğlu adeta bir kâhin
gibi konuşmuştu. Koşarak geldiğim radyoevinden uçarak ayrıldım." Uğur Dündar'a
verdiği nasihat onun kişiliğidir. Onun yüreğinde halk ve insan sevgisinden daha
üstün bir sevgi yoktur. Eserleri incelendiğinde, Anadolu'dan ve halkından
kopmadığı görülür. Dili halkın dilidir, yaşamı halkın yaşamıdır. Onun gözünde
insansız bir ortamda yaşam yoktur, sönüktür. "Şunca
yaşamın içinde ölüm için, ölen için
gözyaşı döktüğümü anımsamıyorum. Bir evin
en önemli kişisi, en yakınım ölünce de duygum
değişmemiştir. Yaşamın içinde
olupta ölü için gözyaşı dökenlere çok
üzüldüğümü söyleyebilirim. Susmuş bir ev,
canlılığını ve yaşam kavgasını duraksatmış bir ortam için
elbette üzülürüm. Ve
üzüntümün ağır yanı burasıdır.
Ölümümde eşim, çocuklarım en yakınlarım bile tek
bir damla gözyaşı dökmesin istiyorum. Benim için
caddeleri dolaşsınlar, bir
gazete alsınlar, bir kitap karıştırsınlar, kalabalık bir sinemaya
gitsinler,
bir konferans, bir konser dinlesinler. Ölüm hiç
önemli değil, yaşam var dağ
gibi, yaşam var gökyüzü, deniz... O insana şaşarım,
binbir meyve yüklü bir
ağacın altında yere düşmüş sararmış dedi. "Dünya'nın atmosferi,
kabuğu, mağması, ekvatoru insan bana göre. İnsan yığınları, toplum, topluluk...
İnsansız, ıssız bir lokantada yemek yiyemedim, üç beş kişiyle sinema
seyredemedim. Üst üste ağzına kadar dolu belediye otobüsü, korsan bir münibüs
bana yaşamı vurgulamıştır."*
Bahar
mevsiminin filizlendiği günlerden 11 Nisan 1980. Her gün olduğu gibi o günde
önce kızı Pınar'ı okula bırakacak sonra TRT'ye gidecektir. Arabasına yönelir,
kızı Pınar 7-8 metre uzağındadır. Arabasının camını silmeye başladığı sırada,
katillerinin "Sen Ümit Kaftancıoğlu'musun?" sorusuyla
karşılaşır. Yaşamının son iki kelimesi dökülür dudaklarından: "Evet
benim!" "Evet benim" kelimeleri namluların kendisine
doğrulması için yeterli olmuştur. Ve namlulardan 16 kurşun sayılır
Kaftancıoğlu'nun bedenine. Korkudan titreyen Pınar annesine koşar. Bir anda
ortalık sessizliğe bürünür. Korkudan herkes kaybolur. Uzun bir sessizlikten
sonra koşuşturma başlar sokakta. Ambulansta defalarca kızı Pınar'ı sayıklar:
"Pınar, Pınar!....". Olay anın da babasıyla katiller arasında geçen
konuşmaları çok net duyan Pınar, daha sonra katillerden birini de teşhis
etmekte zorlanmaz.
Kaftancıoğlu,
geride gözü yaşlı bir eş (Nurcan Hanım), Ali Naki ve Pınar adında iki yürek ve
bir de kültür hazinesi bırakarak kapar gözlerini yaşama. Ertesi gün 12
Nisan'da, radyodan daha önce kaydedilmiş sesi yankılanır: bir yaprağa
üzülsün."
Peki Ümit
Kaftancıoğlu'nun katillerinin sonu ne oldu? Bu sorunun cevabını sayın İnci
Hekimoğlu, Vatan Yahut Susurluk (Papirüs yay.) kitabında çok açık bir
şekilde dile getiriyor: "12 Eylül askeri darbesinden sonra
Kaftancıoğlu'nun katillerinden A.M.K. ve B.Ç. yakalandı. A.M.K. polis
ifadesinde 'ÜGD üyesi olduğunu, eylem emrini İstanbul ÜGD başkanı H. K.'ten aldıklarını
ve İ.Ç. ile Y.T.'nin de kendisiyle birlikte eyleme katıldığını"
söylüyordu. Olayda kullanılan silahlar da gömüldükleri yerden çıkarılmış ve
Kaftancıoğlu'nu öldüren kurşunların ait olduğu silah bulunmuştu. Pınar
Kaftancıoğlu ise, sanığı teşhis etmekte hiç zorlanmamıştı. Olaydan 6 yıl sonra
görülen davada Askeri Mahkeme 'B. Ç.'nin delil yetersizliğinden beraatına, M.
K.'nın ise taammüden adam öldürmek suçundan idamına' karar verdi. Ancak, Askeri
Yargıtay sanığın 'asli fail değil, feri fail' olduğu gerekçesiyle kararı bozdu.
Bozmaya uyan mahkeme M. K.'nın 'cürüm işlemek için oluşturulan silahlı
teşekküle girdiğini' sabit görse de, bu suçtan açılan davanın zaman aşımı
nedeniyle düşmesine; Ümit Kaftancıoğlu'nun öldürülmesine yardım etmekten 8 yıl
4 ay ağır hapis cezasına çarptırılmasına karar verdi. M.K. bu cezaya göre 4 yıl
yattı. Diğer sanıkların ise mahkemeye göre kimlikleri tespit edilemedi."
KAYNAKÇA
*Kaftancıoğlu'nun otobiyografisinin yer aldığı "Köy Enstitülü Yazar ve
Ozanlar" adlı kitap (Mehmet Bayrak, TÖBDER Yay.1978, sy. 424, 425,
426)
** Dönemeç-Ümit Kaftancıoğlu (Remzi Kitabevi Yay. Say. 12)
1. Cumhuriyet Gazetesi'nden bir makale. (Tarih belli değil.)
H@vuz için kaynak:
http://www.umitkaftancioglu.com/biyografi.html
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|