İhsan Yılmaz, Erdal Öz Söyleşisi
--
-

"Edebiyatın tek okulu ustalardır"

Öykülerinizde şiirsel bir dil var. Şiiri öyküde devam ettiriyorsunuz sanki...

Benim hayatımdan şiir hiç çıkmadı. Sadece yazan olmadım, okuyan ve değerlendiren oldum. Şiirsiz edebiyatı düşünemiyorum. Yalnız bizim kuşağın Türkçesi güzeldir. Çünkü biz Ataç'ın tedrisinden geçtik, onun dergâhından geldik. Çok etkiledi bizi Ataç. Sadece bizi değil, bütün Türk dilini etkiledi. Bugün yazılan, konuşulan Türkçe'ye baktığımız zaman, müthiş bir arınma ve güzelleşme görürsünüz. Belki televizyonların Türkçe'yi son zamanlarda bozduğunu söyleyebilirsiniz ama şimdilerde TV spikerleri de çok temiz ve güzel bir Türkçe kullanıyorlar. Ama çeviri filmler için aynı şeyi söylemek zor. Orada kullanılan Türkçe çok kötü. “Hayret bir şey”, “kahretsin... Yok bunlar Türkçe'de. Ama bir bakıyorsunuz bütün halkın diline dolanmış durumda. Türk Dil Kurumu'nun son dönemlerde uzatma, inceltme işaretlerini kaldırması da yanlış telaffuzlara neden oluyor.

Sizin romanlarınızda ve öykülerinizde öne çıkan güncel bir politik tavır da var. Bu seçiminizin nedeni nedir?

Ben yaşadıklarımı edebiyatımda uzatan bir yazarım. Yaşadıklarımdan yola çıkıyorum. Zaten edebiyatın kaynağı da yaşantılardır. Yaşantı derken, bunun içine tabii ustaların yazdığı eserler de girer. Romanıyla Dostoyevski bana birçok şey yaşattıysa, o da benim yaşadıklarım arasındadır. Bedenimden geçmemiştir ama tanık olduğum olaylardır bazen. Benim önümde dövülen, işkence edilen birini ben yaşamımdan silemem. Tabii bu yaşantılardan yola çıkarken ben, birtakım politik eylemlerin ya da olayların içinde oldum. Deniz Gezmiş'lerin idamına karşı çıkarken, güvenlik güçleri bunu bir tür örgütlenme olarak gördüler, ki bir örgütlenmedir. İdamlara karşı 22 bin imzanın toplanması ilk sivil toplum tepkisidir bence. Çok kızdılar ve bizi hapse attılar bunun için. Gösterilen neden de, uçak kaçırma olayıdır. Kaldı ki böyle bir şeyle hiç ilgisi yoktu, sadece o imzalara kızmışlardı. Hapishaneyi yaşadım, işkenceyi gördüm, tutuklularla birlikte oldum, olayların insani ve politik boyutlarını yakından yaşadım. Bu ister istemez benim edebiyatıma ve yazacaklarıma yansıyacaktı ve yansıdı da. Ama ben hiçbir zaman parti edebiyatı yapmadım. Yani katı olmadım. Sovyetlerde yapılan Toplumcu Gerçekçiliği uygulamadım. Hep insanı ele aldım. İnsandır edebiyatın ana kaynağı ve amacı.

Dostoyevski'nin romanında okuduğum da benim için bir yaşantıdır, dediniz. Burada başka bir edebiyat anlayışı da giriyor araya, eserlerden yola çıkıp bir eser yaratmak gibi. Ama sizin yaptığınız bu değil.

Edebiyatın okulu yok. Edebiyat fakülteleri, edebiyatın kuramlarını, teknik yönünü öğretir. Edebiyatın uzmanları çıkar oradan. Ama edebiyatçı da çıkar. İlle edebiyat fakültesini okuduğu için edebiyatçı olmamıştır ama. Bir Nezihe Meriç, edebiyat fakültesinde okuduğu için edebiyatçı olmamıştır. Edebiyatçı olduğu için edebiyatçı olmuştur. Tek okul, usta yazarların yapıtlarıdır. Bunu ben genç yazarlara sık sık söylerim. Öykü yazıyorsanız, o türün ana yurtlarından biri de Amerika'dır. Sadece Hemingway'i okuyarak yazmamalı ama, orada bu türün başka büyük ustaları da var. Poe var, O. Henry var, Steinbeck sonra gelir. Ömer Seyfettin'i bilmeden Türk edebiyatında öyküye girmemeliyiz. Çünkü kazançlarımız olacak ustalar onlar. Edebiyatın da bir çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemi vardır. Kötü bir ustanın yanına girerseniz, ancak onun kadar kötü bir usta olabilirsiniz. Ve zaman kaybıdır bu. Bu açıdan ustaları okumak yazarın okuludur. Şimdi ben, Dostoyevski'nin Karamazof Kardeşler'ini, Raskolnikof'unu okuyup, onları arkadaş edindikten sonra, ellerinin üzerine iğne soksam kıpkırmızı bir kan çıkar. Ama birtakım sentetik yazarlar var ki, neresine iğne batırsanız su çıkıyor. İnsan eskizini almış ama yaşatamamış. Edebiyat yaşananlardan yola çıkılarak yazılan ama yeniden yaşatan bir yaratıdır. Beni okurken ona yapıştıysanız, ben sizi yaşatıyorum demektir. Tabii burada ben çok usta işi bir öyküden söz ediyorum. Bunu ben ne kadar başardım bilmiyorum ama ustalarda gördüm bunu. Galiba son iki kitabımla bunu biraz becerdim gibi geliyor bana.

Cam Kırıkları ile bu yıl Sedat Simavi Edebiyat Ödülü'nü aldınız. Ödüller üzerine düşünceleriniz?

Ödüller bir yazar için sevindirici bir şey tabii. Biraz daha ilgi odağı oluyor o kitap. İnsan ödül kazanmak için kitap yazmıyor, o sonradan verilen bir şey. Türkiye'deki ödül çokluğu aslında ürpertiyor insanı. Daha önce 1975'te Yaralısın'a Orhan Kemal Ödülü'nü, 1997'de Sular Ne Güzelse'ye Sait Faik Ödülü'nü verdiler. Bir de hiç beklemiyordum, Sedat Simavi Ödülü'nü verdiler son kitabıma. Sevindim tabii. Ödül, ödül verilenle, gerçekten iyi bir buluşma sağlıyorsa önem kazanıyor. Nobel ödüllerinde de gördüğümüz gibi öylesine politik ve olmadık insanlara veriliyor ki, yazarı hiç etkilemiyor. Kitap satışını bile etkilemiyor. Bir Marquez aldığı zaman ödülü gerçekten büyük bir yazar olduğu için alıyor ama öyle isimler var ki niçin ödül verildiğini hiç anlayamıyorsunuz. Kitaplarını çevirip yayınlıyoruz Nobel aldı diye, onun kaç gömlek üstünde yazarlarımızın olduğunu görüyoruz.

(İhsan Yılmaz'ın Ocak 2002'de yayınlanan Hürriyet Gösteri dergisine yaptığı söyleşiden alınmıştır.)


İhsan Yılmaz hakkında geniş bilgi:
http://physics.comu.edu.tr/akademik/i_yilmaz.php

 

--



... 2005 © Dergi H@vuz

2001 © H@vuz Bilgi Bankası