ana sayfa / editörden / içindekiler / iletişim / arşiv / havuz hakkında

 

Ayla


 

-Kimsem kalmadı, kimsem kalmadı, kimsem kentte
Rakı bulamazsam cam kırıkları içiyorum-

                 Kara listesinde asil üyesiyiz aşkın… 

                                                                  Elbette
Zamanı kum saati olan çocuklar sorguluyor yalnızca
Velveleye veren vesvese tırmalıyor beynimi
Kent sabaha çıkacak mı, kent sabaha
Ki seyretmeye doysun hüsran, hüzzam semirsin
Kurtarılmış odalarda kurulan seyrek dünyayla
Hesaplaşsın sırtında duvarın izini taşıyan yıllar
Avucumda körüklediğim köz yanıtlara kanmasın
Eski takvimler yanlış bilgiyi vursun yüzüne acının
Tuz sussun, susasın devlet
Bıçak bulamazsak karartma dağlasın yaralarımızı

Eksik biçilmiş kumaştır, eskimiş tren biletidir
Işık yumağı gözlerini karanlığa yuman kasabadır Akyaka

                                                                Ayla
Yangındaki beylik damlaların hükmüne kadardır
Batık kayıkların çatık kaşlarını yazmaz tarih
Sevişilmemiş yatakların mahallesinde evi yoktur
Yırtılmış koltukların üstünde seyahat etmez
Gök aramaz amansız yağmurun seline
Seyrelen dokunuşlarla, eskiyerek sevişir ama
Nemlenmez fitili, gülü yorulmaz
Yaşamaz kiracı kederini

Kötüye yorulan rüyalardaki soğan kokusuyum
Bol kepçe lokantalarına giden kestirme yollar saklı aklımda
Ucuz berberlerin paslı makaslarında kırpılıyor ömrüm
En az parayla en çok nerede içildiğini bilirim
Esnaflar Kıraathanesi’ndeki Bitlisli garsona benziyor sessizliğim
Altılısı ilk ayakta yatan adamların ağzıyla küfür edebilirim


2-
Oysa ki beklemenin kasnağında yırtıldı benliğim
Limon kolonyası kokulu adamların kusmuklu sabahlarında
Ağacını unutmaya yeminli daldaki susku çığlığıydım
Ama yaslanmadım suyumun çürüyüşündeki kuzeyin rahmine
Bu yüzden hoş bulmadım yalnızlığın tütsülü konaklarında
Vasat kadınların kostak gezdiği vitrinlerde kaldım
Manzarası mı bozuktu hayatın ki
Annemi katmadım işin içine
Ne yetişeceğim toplantım oldu ne de randevum geç kalacak

Çünkü tek işsizi benim bu kentin
İtibarı olmayan kırık ayna parçası
Yüzüne bakılmaz yalvaç
Orospulardan şefkat dilenen utanmaz

Dehşete kapılır bahar yaprağın dalgınlığıyla
Süzülür orada yalnızlık, otellerin çocukluğu yaşar o kasabada

Masallardaki bilinmezlik uzatır geceyi
Yara alanlar, yaralı olanları yaralayabilir ancak
Şimdi yazıklanma sırası yamaçlarındır
Katillerden el almaya başladı teslim olanlar
Kınanmamaktadır zamana kafa tutmayanlar

Kimin gülüşüyüm ben ayla güneş arasında
Meşgul sesli telefonlarda doğranıyor sözcüklerim
Soğuk suya, dilsiz evlere, kör patikalara
Cep radyosundan yayılan şarkılara yaslanıyorum

Kim bilir kaç yıllık kucaklaşma biriktirdim
Ne çok seyir anlatacak
Yüzüme kapanan kapılar kadar kaldı gururum
Nasıl da beklerdi yapraklar takvimden yırtılmayı
Haritasız gezginler raylara şiir yazardı
Uçurumlara, dehlizlere meyilliydi mektuplar
Öpülmemiş pullar sağrılarında dörtnala kavuşmayı saklardı

3-
Kimin elleriyim ben, Ayla
Dokunulmaktan azade kul taslağı
Hukuk dışı kurgularıyla sevişmekten korkan zavallı
İçelim bu gece de ne olursun
Beni ağzına bağışla
Ekmek almak için bira şişelerini satarız bakkala
Utangaç bahçelere taş yığar sevinci tıknaz çocuklar
Birlikte yatar iki kıta kadar uzakta uyanırız tenlerimize
Beyaz güllerden kefenimiz olacak mı diye meraklanırız

Ne çok adı var insanın, ne çok ayrıntısı
Yoksul evlerdeki büfeler ne kadar alımlı
Yoksul evlerdeki büfeler ne kadar gereksiz
Ne çok nezaket gereksinir törenler
Üzgün jiletlerin kestiği bileklerin ırmağı denize kavuşur mu
Ceylanlar için blues öyle mi, tavşanlar için caz
Veresiye yaşam, peşin yalnızlık, gün boyu yaz

Kaval sesini unutmuş çayırları kavrulur susuzluktan
Gelinlerin ekinleri kucaklayışı aklımdadır, Arpaçay’dan

Ya ben,
Üzgün ayakkabılar için dikiş ipliği
Yüksekkaldırım’daki Mardinli çocuk için nohut pilav
Kadıköy vapuru için açık havada bira içme sevinci
Perdeye iliştirilmiş dikiş iğneleri için kopuk düğme
Sokakta lavanta satan kadınların evlerine götürdüğü ellerinin kokusu
Yaşlı trenler için selamlaşma faslı

Beni çocukluğunun sabahlarıyla tanıştır, Ayla
Başım dönüyor tüzüklerin dumanından
Çocukluğunun sabahlarıyla…
Epilogu yırtılmış viyolonsel konçertosu
Çalınmış librettolar
Sarnıçta biriken tedirginlik
Verilmiş sözlerin ağırlığı
Okunmayı bekleyen romanlar
Kenarından çatlamış gözlük camı
Çocukluğunla…
Yoksa katlanamam, katlanamam
Yaşamamış sayamam alnı secdeye giden dostlarımın ceremesini
Mezarında kemikleri sızlar vefanın
Beni çocukluğunun sabahlarıyla tanıştır, Ayla
Rakıdan, RaylaRdan, Ranadan, Ranzadan bahset
Yoksa sızlar miras bıraktığım voltalar
Güz öper beni

Velveleye veren vesvese tırmalar beynimi
Kent sabaha çıkacak mı, kent sabaha

4-
Keskin suyla doldurdum buruk sürahileri
Şakaklarımdaki ağrıyı çürük iksirlerle ovdum
Mayhoş anılarımın ellerine dokundum, yavandı
Kadınların boyunlarında utangaç inciden kolyeler
Gözlerinde kundaklanmış yalıların kederi vardı

Canan’ın bunları bilmesi gerekiyor, Ayla
Sevgililerine şairler
Rüzgar armağan ederler

Ya yalnızlıktır ya yoksulluk insanın susmasına sebep
Ellerine yabancı olması
Gölge araması
Nevşehir’i anması
Bartın’da bulunması
Sabah ezanında uyandırılması
Cenaze törenlerine katılması

Trenin yemekli vagonunda yan masaya
Ortaya alevli meyve tabağı ısmarlaması
Grevdeki işçilere Fikret Kızılok’tan şarkılar söylemesi
Ahmet Erhan’ı Ankara kadar özlemesi

Giderim yolların kalanını hışımla yaslanıp sesime
Ağıttır; sabah akşam ağlar büyükleri Selim’e

Bu yüzden geçitvermez sofalarda uzun yollara çıktım
Kuyuların kokusuyla yazdım ömrümü duvarlara
Duvağını gerdanından yırtan hayaller edindim

Anladım
Kadınlar fark eder
Uyardım
Deniz sakın ıslanma

5-
Seyretme beni, Ayla
Evde kurduğum koltuk meyhanesi
Ucuz şarap, sigara dumanı, haşlanmış patates
Dirseklerimi çürüten yağlı masa
Kalbimin dayandığı boşluk
Kapıya kadar gelmiş karşı komşu
Git
Emniyet kemerini bağlama
Bekleme yeşilin yanmasını
İskele vermesini vapurun
Trene kaçak bin
Pencereden sark
Son duraktan sana ne
Yalnızca anlar cinnetten anlar

Açlığımın fotoğrafını çekmedi zaman
Ne külün ne de acının adı saklı belleğinde bu kentin
Yüzüm kanıyor, içim kırılıyor doğduğum günden beri
Şelaleler nereye dökülüyor, neden pas tutuyor polen
Beni Temmuz’a bile bağışlamıyorum nicedir
Majör acılar içerisinde minnacık damlayım
Damlasam kendime damlarım için korkuyorum

Oysaki ele vermemiştim elimdekini henüz
Piaf kadehleri yere vurmamıştı
Korkunç değildi Maltepe’nin dumanı
Yeminli mali müşavir olmamıştı lisedeki arkadaşlarım
Ayaklarını uçuruma uzatmamıştı Bejan Matur
Biz işsiz değildik, diş etlerimiz çekilmemişti açlıktan
Bu kadar fiyakalı değildi akşam sefaları
Zamanla saat farkı yoktu aramızda
Ne metrolar, ne oteller, ne elçilikler bombalanmıştı
Tertemizdi annemin kıbleye eğilen alnı
Kitaplar rahleye tutsak edilmemişti
Acıyı temsilen bulunmuyorduk yaşamda
Tekel bayisinden elimizde siyah poşetle çıkmıyorduk
Her zamankinden vermiyordu barmenler
Ne SEKA bu kadar perişandı, ne de Erdemir peşkeş
AB sırıtmıyordu yamuk kravatıyla aile albümlerinde

Karakollar boyu dayak yemenin sızısı ayaklarımda
Kaç insan falakaya yatırılmamıştır acaba Digor’da

6-
Kazım Koyuncu Lazlarla kederi tanıştırmamıştı
Ne şiir geçiyordu aklımdan ne de intihar
Ankara’da ayık olmaya gerek yoktu
Telefon numarasından ibaretti, Güz
Che arkadaşıydı hepimizin
Zekai de
Su da ücretsizdi Orhan Veli de
Ne hesap numaramız vardı ne de kredi kartı borcumuz
İpteki çamaşırların beyazlığı sakızdandı reklamdan değil
Almanca’da yalnızlık anlamına geliyordu Bukowski
Mayıs slogan ayıydı
Kapı altları için bildiri
Kampanalar için grev, devrim için ölüm andıydık

Zarara teşne ömrümü tetikleme, Ayla
Eve gidip iş ilanlarına bakacağım gazetede
Makarna pişirecek, gömlek ütüleyecek, porno film izleyeceğim
İçip içip SMS yazacağım tanıdığım kadınlara
Kapımın çalınmasını
Deniz’in yalan yere para göndermesini
Tübitak’ın işe alımlarını bekleyeceğim
Güneşte Pazartesi’ni izleyeceğim
Taş atacağım sokak lambalarına
Feribotla Kıbrıs’a geçeceğim
Başka kıtalarda yaşamayı özleyeceğim

Yeni yalnızlıktır takarım koluma uykularımdan
Tutuklanırım yine Kars’a gitsem Cemal Süreya’ya yataklıktan

7-
Henüz tanrıya ateş etmedi Nietzche
Benjamin uykuya gitmedi
Celan’da baharın badem sevinci
Henüz peygamberliğini ilan etmedi İsmet Özel
Sivas’ta yangına kibrit çakmadı
Dişlerini dökmedi daha küçük İskender
Zweig ‘Dünün Dünyası’nda hala
Mezarlıklar Müdürlüğü’nden emekli olmadı Öztürk Uğraş
Ümit’in ‘Özgür Şiir’ adlı oğlu doğmadı
Ben henüz şu dizeleri yazmadım, Ayla:
Keşke daha çok ‘a’ olsaydı bu sözcükte
Ustam değilsin, usta değilsin, değilsin Hilmi Yavuz

Kar altında sevişmenin göğsündeki homurtudur
Hoşça kal şarkısının nakaratıdır Susuz

Rakı bulamazsak cam kırıkları içelim
Elbette
Kara listesinde asil üyesi olmalıyız devletin!..


                                                                                                Temmuz 2005 - Maltepe

   
 

Cengiz Hakkı Zariç


2001 H@vuz Bilgi Bankası - 2005 Havuz Dergisi

design by tema-solutions