ana sayfa / editörden / içindekiler / iletişim / arşiv / havuz hakkında

 

Bugün; Bir Sonraki İstasyon


Bugün…. Hepimizin kendisi hakkında bir şeyler söyleyebilecek olduğumuz geneli kapsayan, içine bir sürü yaşamı alan zaman dilimi…

Bugün… Kaç tane farklı yaşamı içine alıyor acaba?… Kime göre ne ifade ediyor?…

Neleri gizliyor kendinde?…

Bugün… İçinde bazen nostaljiyle karışık dalgınlığı barındıran; bazen de bilinmezliğin tereddüdünü ‘huzursuzlukla' karışık dikkatte yansıtan şey.

Yarının olmayacağını düşünerek yaşanılan bir bugünle hiç gelmeyecek olan bir yarın varmış gibi yaşanılan bugün arasında fark olsa gerek. Hem yaşama biçimi olarak hem de düşünme biçimi olarak...

Kimimiz bugünün sıradan işlerine yoğunlaşmış, gündelik işler dediğimiz, genelde de hayatımızın çoğunu onları yaparak geçirdiğimiz uğraşlara bırakmış; yemiş içmiş, işe gitmiş, para kazanmış, kahve yudumlamışızdır.

Kimimizse etrafımızdaki koşuşturmacanın bir parçası olmuş, nereye ne için gittiğimizi bilmeden sadece ‘öyle olması' gerektiği için yapmışızdır bir sürü şeyi. Alışkanlığın durağan girdabına kaptırmış kendimizi, benliğimizin yenilenen sürecini unutmuşuzdur alışkanlık adı altında. Bazen de alışkanlığa sığınarak korkularımızdan kaçmış, insanın yenilenerek kendini gerçekleştiren yapısını, yaşayan ölülere devretmişizdir. Farkındalık bunun neresinde ki?…

Yaşamın kendisi farkındalıktan ibaretken, her farkındalık da bir çabayı gerektiriyorken, bugünün mekanikleşmiş yaşamında farkındalığa yer var mı ki?..

Bazen tabloya dışarıdan bakmak gerekiyor sanırım. Gerek ortamsal olarak gerekse düşünsel olarak içinde bulunduğumuz konumdan uzaklaşarak bakmak...

Sürekli aynı yerden geçmişizdir defalarca ama bazen öyle olur ki, öyle bir an denk gelir ki, ‘işte bu, dersiniz, ben daha önce nasıl olmuş da fark edememişim bunu'. Kırılma noktasını oluşturur o an yaşamımızda.

***

Bengisu… Üç yaşında… Türkiye'de doğmuş ve ziyaret için Bulgaristan'a gelmiş ve bir gününü kreşte geçirmiş kız çocuğu.

Meyra… Beş yaşında… Bulgaristan'da doğmuş ve ana sınıfına giden bir çocuk...

Kreşte geçirilen bir günün ardından eve gelen Bengisu;

- Halacığım, bugün bana güldüler, dedi.

- Neden Bengisu?

- Resim dersinde anneannem (öğretmeni aynı zamanda) resim yapın, dedi. Ben de evimizin resmini yaptım. Sonra hepimizin resimlerine baktı ve anlattırdı. Meyra da benim gibi evinin resmini yapmış. Ben anlatırken bana güldü.

- Neden?

- Çatısız ev mi olurmuş, dedi. Ama bizim oturduğumuz evde (apartmanda yani) çatı yok ki. Allah Allah bir evi bile yapmasını bilmiyor hâlâ...

***

Kamusal alanla sivil alanın ya da devlete ait olanla halka ait olan alanı sarı parkelerle belirgin hale getiren sosyalist yönetimi, Sofya da Sarı Ploştat denilen bakanlıkların, cumhurbaşkanlığının, kamusal yerlerin olduğu her yeri sarı parkelerle döşemiş. Sistem ve birey, farklılık ve aynılık, soyut ve somut….

***

Ellerim cebimde, gözlerim sonbaharın hüznünü izlerken ve yürürken sarı ploştatta ilk olarak bir dilenciyle karşılaşmanın heyecanı ve ‘an'daki tereddüdüyle yaklaştım kendisine...

Öğle molası zamanı. Herkes gene bir yerlere yetişmek için koşuştururken amansızca, o koşuşturmanın çok da dışında olan farklı bir zamandan o an'a bakan, o günü yaşayan bir nine…

Radisson Oteli. Genelde siyasilerin kahvesini yudumlamak için tercih ettiği yerlerden biri. Tam karşısında da o nine. Aradaki bütünlüğü ya da ayrımı sağlayan ya da ortak noktada buluşturan tek şey sarı ploştatın sarı parkeleri.

Yavaş yavaş yaklaşıyorum kendisine. Bizim dilencilerin aksine başı öne eğik, eli ‘açılsam mı ki acaba' tereddüdünde… Sarı ploştata oturmuş yapılış niyetinin aksine bir şekilde. Sanki ‘siz her ne kadar kamusalla özeli ayırmak için çaba göstermişseniz de bir zamanlar, asıl yaşamın kendisi, şu an'daki sarı ploştatta gizli" dercesine… İsyanı okumak mümkün masum halinde.

- Merhaba nine. Oturabilir miyim yanına bir iki dakikalığına?

Yüzünde şaşkınlığın ve çekimserliğin ifadesiyle ve az da olsun duyulabilen sesiyle:

- Da (evet), diyebildi sadece.

Uzun uzun kendisine ve etrafa baktım...

Zaman-zamansızlık, modernite-globalleşme arasında gidip gelen zihnim, yüzündeki çizgilere odaklandı...

Geçmişin izlerinin silinmesi için yaptırılan estetik ameliyatlara ve botokslara inat, ‘ben geçmişimle buradayım… Her bir yaşanmışlığın izleri vardır yüzümde. Geçmişimi silerek zamanlı olan ben'le zamansızlığın kendisine ait olduğu Tanrı'ya özenemem.' dercesine…

- Nasılsınız?

- Nasıl olayım yavrucuğum, ne yazık bana ki bu haldeyim.

Gözünden akan damlaları göstermek istemezcesine eli titreyerek cebindeki mendile uzandı.

- Dilenmek zorunda kaldığım için çok üzgünüm. Devletin verdiği pensiye-emekli maaşı- yetmiyor. Hasta oğlum da bana bakamıyor. Gençken en azından bağ bahçeyle uğraşıyordum, geçimimi sağlıyordum. Ama şimdi, şimdi….Tanrı'ya her gün dua ediyorum beni yanına alsın diye.

Fark ettirmeden elim yüzüne uzandı. Şahit olmak istedim yüzündeki çizgilere dokunarak zamanın izlerine. Akıtılan bir damla yaş oldu Radisson-Sarı Ploştat-Nine(dilenci) arasındaki çelişkiye.

***

(1989)

Hafta sonları anneannemlere gitmek için JP gara gider Kırcali-Podkova trenini beklerdik. En çok da trenin sesi eşliğinde uyumayı severdim. Bir de dışarıdakilere camdan el sallamayı.

***

(2005)

Şehir: Kırcali

Yer: JP Gar.

Bilet almak için beklenen bankta karşılaşılan Stefan.

Etrafta Türkçe konuşan kişiler...

İşten evine dönen, hafta sonunu geçirmek için evine giden, gezmek için gelinen şehirden köye gitmek için bekleyen kişiler… Öğrenciler, memurlar...

Stefan Karaca, çalışmak için geldiği Kırcali'den Haskovo'ya dönen inşaat işçisi.

Etrafta herkesin Türkçe konuşması karşısında Türkçe sorulan ‘Bilet gişesi kaçta açılacak acaba?' sorusuna ‘ Az ne znam da govorya po Turski no vı razbiram (Türkçe konuşmasını bilmiyorum ama sizi anlıyorum)' cevabı… ve tanışılan Stefan...

Başka soru sorma fırsatı bırakmadan anlatmaya başladı;

- Haskovo'da aşağı yukarı 20 yıldır Türklerle komşuluk yapmaktayız. Ana babamdan daha yakındırlar. Türkçe konuşmayı çok beceremiyorum ama çoğu konuşulanları anlıyorum...

Bana sorduğu bazı soruların ardından anlatmaya devam eder Stefan;

- Bizim halk olarak bir problemimiz olmamıştır hiçbir zaman. Hatta o sizin o zamanlarda yaşadığınız durumları (isim değiştirmesi…) biz de aynısını yaşamışızdır. Ama var ya yukarıdakiler, şu yukarıdakiler… Onlar olmasa biz çok daha iyi yaşarız dünyada.

***

Konuşmalarımızın arasında paylaşılan birer Espresso kahve.

Etrafta günün yorumunun yapıldığı, hafta sonu planlarının anlatıldığı konuşmalar... Ortak beklentimizi oluşturan tren…

***

Ve nihayet geliyor… ama o da ne? Bu benim beklediğim tren değil ki... Hani o puf puf sesiyle uyumak istediğim …

Denemek amacıyla Almanya'dan getirilen küçük, modern trene yerini bırakmış benim tren.

***

İnsanlar, yaşantı, görüntü arasında gidip gelinen bir başka çelişki daha yakalanılan…

Ve Nıetzsche'nin aklıma gelen sözü; ‘En azından bir kere dans etmediğimiz her günü yitirilmiş; hiç olmazsa bir kahkahanın eşlik etmediği her hakikati sahte saymalıyız.'

Zaman, bugün arasında yakalanılan çelişkiler karşısında atmak istediğim kahkaha….

***

Trene bindik Stefan Karaca'yla birlikte. Boş bir yere oturduk. Yanımıza sonradan oturan öğretmen Lili oldu. İşte böyle başladı ve devam etti kahkahanın çığlığı olacak olan kompartıman yolculuğunun hikâyesi.

Momçilgrad'da görev yapan Lili hafta sonunu geçirmek için Plovdiv'e ailesinin yanına gidiyor. Ama yüzünde tuhaf bir hüzün var. Sohbetimiz ilerledikçe öğretmenlerin genel durumundan, ekonomik problemlerinden, gençlerin şiddete eğiliminden, ülkenin genel halinden ve daha bir sürü konudan konuştuk...

Stefan Lili ve Ben arasında geçen sohbete zihnimin bir köşesinden bana eşlik eden Teoman'ın  ‘istasyon insanları' isimli parçası oluyor.

Konuşmalar ve suskunluklar arasında geçen yolculukta herkes bir an'da gene kendi dünyasına, kendi problemlerine gözünü dikmiş halde nostaljinin dalgınlığını yaşıyor.

Lili... Sofya Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı bölümünde okuyan, boş zamanlarında da kırtasiyede çalışmak zorunda olan oğlu olan bir öğretmen...

Evde kendisini karşılayacak olan oğluna verebileceği fazla parası olmayan bir annenin üzüntüsünü yaşıyor gönlünde.

Stefan… Haskovo'dan Kırcaali'ye belki de buradaki inşaat işi bittiğinde başka bir şehre gidecek olan inşaat işçisi… ancak bütün bu olumsuzluklara rağmen yaptığı her işten kendisine sonuçlar çıkartmış olan ve bunları da yaşayabilen gönül işçisi…

Ve Ben… Zihnimdeki teorik bilgilerle yaşanılan zaman arasında bağ kurmaya çalışan, bazen de anlamanın karşısında oluşan çelişkilerle kahkaha atmakta olan birisi…

***

Cama başımı yaslamış halde, cama yansıyan görüntülerden bakmaktayım insanlara… Yaşantımız misali…

Trajedinin komedisi karşısında attığımız kahkahaların ardından, suskunlukla konuştuğumuz bakışlarımız ve dinlediğimiz modern tren sesi:

- Sledvaştata stancıa e Perpepek (bir sonraki istasyon Perpepek)...

***

"Eğer bir insan kendi mutluluğunun buharları arasında yaşıyorsa, eğer bir insanın "Allah sizden razı olsun"un dışında söyleyecek pek sözü yoksa, o zaman o insanı yıkamaya kalkışmamalı, o insan için iyi olanı o insanın üstünden yıkayıp akıtmamalı, birini olmayan bir yeni yaşam için arındırmaya kalkışmamalı…" (Ingeborg Bachmann)

   
 

Muzaffer Yılmaz


2001 H@vuz Bilgi Bankası - 2005 Havuz Dergisi

design by tema-solutions