ana sayfa / editörden / içindekiler / iletişim / arşiv / havuz hakkında

 

Ölü Doğdu Bu Aşk…


Kimdin sen?

Ellerim başıboş yazıyor şu an. Aslında hesap kitap yapıp, bir şeyler okumam gerekirken; nemli bir ağustos sabahının teri gibi, yapıştı sözcükler kalemime.

Çünkü aynı şehrin ışıkları vuruyor yüzümüze, aynı havayı soluyoruz. Her gün aynı bulut kümesi geziniyor üzerimizde. Ve her gece aynı göğün altında uyuyoruz...

Bazen kırmızı ışıkta karşılaşıyoruz; iyi ki dur diyor ışıklar ve iyi ki kurallar var, duruyoruz...

Çoğu kez nerede ve kiminlesin bilmiyorum. Henüz yeterince farkında olmadığımız yalnızlıklarımıza ortak oluyoruz. Gün boyu usumuzda, geceleri rüyalarımızda o çok az olan hatıralarımız canlanıveriyor.

Bilemedim, neydin sen?

Ankara’nın o tuhaf kasım akşamında karşımda yarım bir siluet, güney sıcağında
-tadımlık- şarabım oldun; hepsi o kadar. Biliyorum içmeyi de sevmezsin sen.

Şaşkındım, neydim, kimdim, kiminleydim bilemedim. Ansızın bir şimşek gibi görünüp, birden kayboluverdin. Gürültün kaldı sadece kulaklarımda. Oysa ben senelerce beklemişim seni; adını dahi bilmeden. İsmin aniden esmişti kulağımda. Ve aniden duyulmaz oldun.

Şimdi sensizim...

Kurak bir yaz gibi, hayal ettiklerimi ve söylemeye gücümün yetmediği birçok şeyi yakıp geçti vedasız gidişin. Sen, geride neyi yaktığını, geleceğime dair neleri yok ettiğini bilmeden çekip gittin.
"Sevmem ayrılık konuşmalarını" demiştin, oysa ben sevip sevmediğimi bile bilmiyordum henüz.

Günler, geldi geçti. İçimdeki seni yıldırım hızında yok edemedim. Oysa sen seviyorsun diye iskambil oyunlarını bile öğrenmeye başlamıştım. Yarım kaldı birçok şey gibi...

Şimdi yalnızım...

Fakat caddeler dolusu sen olan bir şehirdeyim. Çok zor oluyor böyle yaşamak biliyor musun? Gülüyorum, oynuyorum, şakalaşıyorum... Rakamlarla birilerini kurtarıyorum... En çok hesap makineleri ya da telefonlara adını tuşladığımı fark ettiğimde gülüyorum. Bazen de ağlıyorum elbette... "Gözyaşıdır hayatın mayası" diyip geçiyorum.

Ruj bile sürüyorum artık dudaklarıma. Yürüdüğün kaldırımdan yürüyorum mesela. Belki oturduğun koltukta oturuyorum gün içinde -bıraktığın sıcaklık henüz soğumamış oluyor-, selam verdiğin insanlara ben de selam veriyorum. Belki senin sevmediklerini seviyor, sevdiklerineyse yüzümü dönüyorumdur kimbilir?
İşin aslı, -nafile- az saklamadım seni onlardan. Ben, daha 'O' yokken 'O'nu sevmiştim diyemedim hiç. Beni biraz yüreklendirmedin ki…

Aşkın en şaşalı zamanıydı. O dönme dolaba sen bindirdin beni ve en tepede nabzımı saymam mümkün değilken, aşktan nefes bile alamıyorken, yüzüstü yere kapaklanmış buldum kendimi.
Tesadüfen dünyaya gelen, istenmeyen bir çocuk gibi…

Kimdin sen sahi?

Seni ve beni -henüz- yan yana bir resme koymamışken gittin. Sana ve bana dair hayal edebildiklerim, yanağını okşarken avucumda kalan dudağının ıslaklığı kadardı. Zaten bu da senin hayalindi.

Oysa ne tok sesin vardı bağırabilirdin -ne yaşamak istiyordu isen-.
Ne güçlü bakışların vardı, camları delip geçen, sadece bir sonraki kırmızı ışıkta karşılaşıncaya dek süren.

Oysa sevgi ikimiz için ihtiyaçtan da öteydi. Yaşamak istiyorum 'evet' dedirtmedi sana; gazetelerin üçüncü sayfa haberi gibi, bir sonraki gün unutulan hayatın.

Ben senden çok şey istememiştim biliyor musun? Kalsaydın, bir sonraki adım kaçınılmaz olacaktı. Hâlbuki şimdi; 'Biz' olamadan sonsuza değin 'sen' ve 'ben' olarak kalacağız artık.

Gittin… Arzularım heveslerim 'evet'lerim boşlukta asılı kaldı…

Neden gelmiştin ve neden gittin?

Şimdi seninle dolu bir şehirde yaşamak beni zorluyor olsa da, olsun, iyi ki vardın. İyi ki oldun hayatımda -bir rüya kısalığında- ne yalan söyleyeyim?

Şimdi yürüyorum, gözlerim karşımda bana bakıyor. Yarınlara bakmayı istiyorum ama, gözlerim geçmişimi izliyor.

İşte artık sözcükler de yorgun... Yaşamsa bıraktığım yerden göz kırpıyor. Artık yavaş yavaş ve ezici bir çoğunlukla, bu aşk senden iltica ediyor.

   
 

Nurcan Kalkan


2001 H@vuz Bilgi Bankası - 2005 Havuz Dergisi

design by tema-solutions