Mehmet Bedri Kanok

 1933 Yılında Sivas'ın Kapaklıkaya Köyü'nde doğdu. 1952-1965 yılları arasında Türk Deniz Kuvvetleri Komutanhğı'nda astsubay olarak görev yaptı. Zorunlu hizmetinin bitmesiyle, Almanya'ya işçi olarak geldi ve orada emekli oldu. Halen Almanya'nın Elmshorn kentinde ikamet etmekte. Evli, çocuksuz...

-1984 Yılında "Memleket İpi" isimli mizah öyküleri kitabı yayımlandı, (Özgür Yayın Dağıtım - İstanbul)

-1985/86 Oyun döneminde "Biz Almanya'dayken" isimli tiyatro yapıtıi Devlet Tiyatroları'ında sahnelendi. (Bursa Ahmet Vefık Paşa Devlet Tiyatrosu).1997 yılında ise Biz Almanya'dayken isimli tiyatro oyunu T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından kitaplaştırıldı.

-1990 'da Almanya 'da Çaba Tiyatrosu 'nun oyun yazma yarışmasında birincilik ödülü aldı.

-1992 Tarihinde "Köyün Delisi" isimli taşlamalar kitabı Almanya'da yayımlandı.

 

-1998 yılında TRT ve Almanya Atatürkçü Düşünce Dernekleri Başkanlığı 'nın müştereken düzenledikleri, Cumhuriyetimizin 75. yılıkonulu kompozisyon yarışmasında birincilik ödülünü aldı.

-Geçen seneye kadar yurt dışındaki lokal dergi ve gazetelere köşe ve sohbet yazıları yazdı.

 

Yazışma adresi: Schulstr. 29, D- 25337 Elmshorn

BABAYİĞİT OĞLAN

Ben köy düğünlerinde karakucak güreşirdim. Bu yüzden tanıdıklar bana hep "Maşallah Süleyman babayiğit oğlandır!" derlerdi. Zaten ben de sırf babayiğitliğime güvenip de Almanya'ya azülcü geldim ya! Bu yüzden Evlendirme bürosundaki Semra Hanım,"Şahsınız için ne yazalım,şimdi buraya?" deyince ben,
   "En başta babayiğit oğlandır,diye yazın!" dedim,"Askerliğini yeni bitirmiştir. Onbaşılık imtihanını ise sırf çavuşların arasında bir hemşehrî bulamadığı için kaybetmiştir, diye koyun."dedim.Semra Hanım not aldı."Boyunuz, kilonuz kaç?"diye sordu.
Bizi askerlikte ölçüp biçmişlerdi ya, susunuz diye kendimize bildirmemişlerdi.Bu yüzden ben,
   "Boyum 1.60 kadardır. Kilom ise 65 filan vardır."dedim.
Semra Hanım onu da yazdı. Sonra,
   "Eşinizi nasıl isterdiniz?" diye sordu.
Ben biraz sıkıldım ama Cavit'in lafı hatırıma gelince yeniden açıdım.
Allan razı olsun, o bana,
   "Bak Süleyman, bir doktordan, bir de evlendirme bürolarından sıkılma olmaz. Ne ise derdin, söyleyeceksin!" diye tembihlediydi. O yüzden içime cesaret geldi; yürekte ne varsa hepsini döktürdüm...
   "15-16 yaslarından fazlasını istemem!"dedim, "Eli yüzü düzgün olsun, beş vakit namazını kılsın. Kuran'ı hatmetmiş olup, tüm sülalesi de varlıklı olursa makbulümdür. Sözümden dışarı çıkmasın, anamın dizinin dibinden ayrılmasın..."
Biraz düşündükten sonra,
   "Babasına gelince..." dedim, "Kendilerine yakın dayalı döşeli bir ev temin etsin. Ayrıca, ilerde ben ehliyet alacağımdan, kapının önüne de şimdiden bir Mercedes hazırlarsa tabii ki daha iyi olur..."
Ben içimde ne varsa söyledim de söyledim... Semra Hanım ise habire not aldı. Sonunda yazdıklarını sayıp, "625 mark vereceksin"dedi.
Cavit "Bu işler ucuza olmaz. Al yanında biraz para bulunsunl"dediydi. İyi ki de demiş. Kendiminkilerle denkleştirip parayı şdedim. Semra Hanım,
   "On gün sonra uğra" dedi.Ben de kapıdan çıkarken geriye dönüp,
   "İçlerinden seçer öyle alırım. Şimdiden söyleyeyim, bak öbür kızlar kusura kalmasınlar" dedim...
Köyde üvey teyzemin dayısının torunu var; eli yüzü düzgün bir kız. Adı da Fikriye. Anam tutturdu, sana onu alalım diye... Alalım ya,babası da tüm sülalesi de cıbırın teki. Birkaç su basar tarlası olsa, kapısında davarı, beş on tane ineği bulunsa, peki diyeceğim. Ama yok, ben ne edeyim? Babayiğit oğlan cıbır kızdan başkasını bulamadı derlerse? e bana yazık değil mi...?
O yüzden Cavit'le mektuplaştık.
   "Gel buraya, azülcü ol. Ben seni birisiyle evlendirir hayatım kurtarırım." dedi.
Cavit, azülcü olmadığından evlenmesine lüzum yok. Ama ben kalan şu üç ay içerisinde birisini bulamazsam, durumum kötüleşirmiş. Bereket versin, şu Almanya'da her imkan var. Cavit fidanlıkta çalışıyor. Ben de saati 4 Mark'a onun yanında idare ediyorum. Ama tembih ettiler gözüm hep etrafta... Bir yabancı araba yaklaşır yaklaşmaz, kendimi fidanların arasına atıp saklanıyorum. Ayda da elime 300-400 Mark kadar bir şey veriyorlar. Ne var ki, Cavit sağ olsun, boyuna beni takviye ediyor. Bir de ayrıca 70 Mark'lık azülcü aylığım var. Şimdilik çok şükür. Evlendirme bürosuna yazıldık. On gün kadar sonra benim hayatım kurtulur kurtulmaz, bak ben bu Cavit kardeşime ne yardımlar yapacağım, millet görsün...
Akşama kendisine durumu anlattım,
   "Acaba sarışınlardan mı yoksa kara saçlı esmerlerden mi birisini seçsem, ne dersin?"dedim.Cavil,
   "Hele o gün gelsin de, kolay"dedi.
O gün dediğini hesapladık; öbür cumaya rastlıyor. Sayılı gün tez geçer derler ya tabii geldi çattı. Sabahın kör gözünde Cavit,
   "Bugün cuma olduğu için, bakarsın erken kapatırlar. Sen işe gelme. Saat 10 civarında büroya git, bir yokla. "dedi. Ben,
   "Keşke sen de gelseydin de, kızları beraber görseydik." dedim. Güldü,
   "Hele sen önce bir git bakalım. "dedi.
Cavit, işe gitmek üzere evden çıktıktan sonra, ben sinekkaydı bir tıraş oldum. Biraz esans sürünüp biraz da vakit geçirdikten sonra saat 10'a doğru büroya vardım.
Ben ne bileyim, o gün kızlar büroda toplanmış beni bekliyorlar zannediyordum... Halbuki kapıyı aralayıp içeriye bir girdiğimde oda bomboştu! Semra Hanım, tek başına oturmuş,telefonla konuşuyor, işaret edip bana yer gösterdi. Sandalyeye iliştim, sabırla bekledim. Nihayet, kulaklığı yerine koyarken
   "Henüz size bir haber yok." dedi, Semra Hanım.
Benim o anda belim büküldü, mahzunlaştım.
   "Demek ki kimse gelip gitmedi he mi?" dedim.
   "Yok." dedi, "Zaten kalkıp da ilk önce kimse buraya gelmez. Ancak mektup gönderirler, yahut telefon ederler. Biz de müracaatları inceler kim kime münasipse onları davet edip birbirleriyle tanıştırırız." Ben,
   "Siz 10 gün boyunca telefonun başından hiç ayrılmadınız mı? Hani belki bir sürü kız telefon etmiştir de sizi bulamamışlardır." dedim.
   "Yok, biz devamlı buradaydık."dedi O zaman,
   "E, kız babalarından da mı beni hiç arayıp soran çıkmadı?" diye sordum, "Olur ya.kızların kendileri utanır da, babalarını gönderirler belki."
   "Yok." dedi, Semra Hanım, "Onlardan da arayan olmadı. Zaten bu işler zaman ister. Bir de şu var...Siz çok şey istiyorsunuz. Biz bunu biraz yumuşatalım."
Benim belim yeniden düzeldi.
   "Doğru vallal" diye atıldım, "Kız evine yardım şarttır!"
Semra Hanım dosyadan kağıdımı çıkarttı,
   "Bak mesela... 15-16 yaşında kız diye yazmışız buraya." dedi. Ben,
   "E o zaman 15-16 yerine 25-26 yazalım; olsun bitsinl" dedim. Sonra biraz düşününce,
   "Bacım, en iyisi sen 25'i de bırak... 35-36 diye yaz. Garanti olsun."diye sürdürdüm Semra Hanım,
   "Bir de,kız babasının varlıklı olma meselesi var." dedi, "Bu da olmaz! Babası zengin kızın talibi çoktur, ne diye bize mektup yazsın ki?"
   "Doğru!"dedim, "Bak,ben bunu hiç düşünmediydim. O zaman zengin babayı da, dayalı döşeli daireyi de karalayalım. Ben onların kendi evlerinde geceleri mutfak aralığında mı olur, balkonda filan mı olur, yatar kalkarım... Bir de Mercedes n'oluyormuş? Onu da çizelim bacım! Dolmuşların suyu mu çıktı, yahut iş yerine kadar yürürsem altınlarım mı dökülür? O halde şimdi bir zahmet şöyle diyelim. Baba fakir bile olsa, damat çalışma izni alır almaz ona para yardımı eder."
Semra Hanım,
   "Oldu!" dedi, "Şimdi çok daha iyi oldu. Yalnız daha eksiği var."
Ben hemen atıldım,
   "Anamı da ortadan kaldıralım!" dedim, "Diyelim ki gelin kız kaynanayı pek takmasa da olur...Yeter ki, damadı n bir dediğini iki etmesini"
Semra Hanım gene,
   "Güzeell" dedi. Peşinden,
   "Son bir şey kaldı." diye ilave etti, "Eğer bunu da değiştirirsek dört haftaya kalmaz mutlaka biri çıkar... Şu damadın bir dediğini iki etmesin cümlesi var ya buna buradaki kızların hiçbirisi yanaşmaz. O zaman da sen polisten oturma müsaadesi alamazsın!"
O anda benim tüylerim diken diken oldu. Gene hemen atıldım,
   "Değiştirelim!" dedim," Gelin hanım oğlanın bir dediğini iki etmeyecek, demeyelim de... oğlan kızın ağzından ne çıkarsa , hemen şıp diye yerine getirecek diye değiştirelim!" dedim.
Baktım ki Semra Hanım daha düşünüyor... O zaman,
   "Bacım o da olmadıysa, istersen damat kıza kul köle olacak diye
bildir!" dedim.
Dedim ama, benim de iflahım kesildi. Babayiğitliğim filan kalmadı, kendi gözümde beş paralık oldum. Başım döne döne bürodan ayrılırken, Semra Hanım peşimden,
   "Cevap gelir gelmez ben size mektupla bildiririm. O zaman gelirsiniz! "diye seslendi...
Başımın ağrısı akşama kadar geçmedi. Yatıncaya kadarda Cavit'le bu mevzu
üzerinde konuştuk. Her iç çekişimde o beni,
   "Yahu kendini üzme. Daha iki ayın var.dur bakalım!"diye teselli etti.
Sen şu Almanya'daki Türk kızlarının ettiklerine bak! Sokakta ceylanlar gibi dolaşmasını, düğünlerde göbekler atmasını çok iyi biliyorlar ama Anadolu'dan gelmiş bir babayiğide elinizi uzatın, yardımına koşun dendiğinde, hepsi yan çiziyor!
Altı ayımın dolmasına iki hafta mı, üç hafta mı, öyle bir şey kaldıydı... Semra Hanımdan eve mektup geldi.
   "Uğrayın, görüşelim."diyor.
Mektubu okur okumaz Cavit'in koluna yapıştım,
   "Yanımda gelmezsen ölümü gör!" dedim.
Beraberce büroya vardık ki içerisi gene boş! Semra Hanım eline bir zarf alıp bana doğru,
   "Bu mektup sana geldil" dedi, "Buna evet dersen hem oturma hem de çalışma müsaadesine kavuşursun. Biraz masrafa bakıyor ama nasıl olsa işe başlayacaksın... Az bir zamanda hepsini çıkartırsın."
Ben hemen,
   "Kızın adı neymiş?" diye sordum. Semra Hanım mektuba yeniden baktı,
   "Elfrida Johansen." dedi. Ben şaştım kaldım. Cavit,
   "Demek ki Alman!" dedi. Semra Hanım,
   "Evet, Alman." diye tastikledi, "Nikahta 5 bin, boşanırken de gene 5 bin alırım... Ayrıca düğünde üzerime takılan banknotlara da kimseye el sürdürtmem , diye yazıyor."dedi. Cavit bu defa,
   "E, yaşı kaçmış acaba?" diye sordu.Semra Hanım gülerek,
   "İşte bütün mahzur da burada ya. Yaşı 62 imiş."
Ben Cavit'in omuzuna tutunarak,yavaşça doğruldum,
   "Gel gardaş gidiyoruzl" dedim.
Cavil peşimden geldi. Sokağa çıktık.
   "Şimdi doğruca postaneye uğrayalım."dedim, "Bana bizim köyün santralını bağlat. Dayımla konuşacağım."
Yarım saat sonra telefonda dayımın sesi,
   "Alo,buyrun!"diye duyuldu. Ben hemen,
   "Dayı, ben Süleyman! Anama çok acele haber ver; küçük parmağındaki gümüş yüzüğü götürüp Fikriye'nin parmağına taksın, söz kessin... Babayiğit oğlan köyüne dönüyor!" deyip kapadım...
                                                                                              
                                                                                           Mehmet Bedri Kanok