Galatalı Angelos” adındaki öykü kitabıma verilen ödül için, Emin Eliçin Kültür ve Sanat Vakfı 2000 Yılı Edebiyat Ödülü Töreninde yapılan konuşma
İstanbul-Kadıköy, 19 Mart 2000
 

Seçici Kurul Üyeleri: Prof. Dr. Toktamış Ateş, Prof. Dr. Yıldız Sertel, Prof. Dr. Afşar Timuçin, Prof. Dr. Nejat Bozkurt, Prof. Dr. Kuvvet Lordoğlu, Prof. Dr. Murat Özyüksel

Sayın Konuklar,

Bana değer görülen bu eşsiz armağan için, sayın seçici kurul üyelerine, Emin Eliçin Kültür ve Sanat Vakfı Kurucusu Sayın Asiye Eliçin’e, bu saygın vakfın tüm üyelerine, buraya dek gelen siz sayın konuklara içten saygılarımla teşekkür etmek istiyorum.

Bizler burada Emin Eliçin’i anarken, o bilge insan da umarım bizleri duyar ve o her zamanki aydınlık gülümsemesini yakıştırır yüzüne.

Sizlere Emin Eliçin’le ilgili küçük bir anımı anlatmak istiyorum:

Bundan yaklaşık yirmi yıl önce Köln’de, şu sıra tarih okutmanlığı yapan aydın bir Alman genci, danışmanlık yaptığım kurumda iş öğrenimi görüyordu. O günlerde, Alman sinemasında büyük bir iz bırakan Werner Fassbinder’in, “Berlin Aleksander Platz” film dizisini, televizyonda her gün büyük bir ilgi ile izliyorduk. Nazileri ve Faşizme karşı gelemeyen Alman toplumunu, yerden yere vuran bu filmin senaryosuna konu olan romanı, kimin yazdığını bilmiyordum. Genç arkadaşım Ulrich, “Alfred Doblin” deyince, “Bende o yazarın Türkçe'ye çevrilmiş bir kitabı var” dedim. Ertesi gün kendisine gösterdim. Kitabın adı,“Ölümsüz Ülkeye Doğru”. Katolik İspanyolların, insanlık adına (!) Meksika'dan Şili’ye dek, Hristiyanlığın haçı ve uygar insanlığın kılıcı ile, ilkel yerlileri nasıl adam ettiklerini masalsı bir biçimde anlatılıyordu. Çevirmeni Emin Eliçin’di. Çok iyi anımsıyorum, genç Ulrich, “Aman aman! Ne cesaret bu kitabı çevirmek, çok merak ettim bu çevirmeni, kimdir” dedi. Ben üzgünce,”Çevirdiği ve yazdığı bütün kitapları, ancak o öldükten sonra beraat etmiş ve yayımlanabilmiş yetkin bir bilim adamı” deyince, Ulrich’in kıpkırmızı olan yüzünü şimdi bile, unutamam.

Sabiha ve Zekeriya Serteller'in yayımladığı, Nazım Hikmet’in de yazılarıyla desteklediği,“Resimli Ay” dergisinde başlayan yazarlığı, daha sonra Almanca’dan çevirmenliğe, giderek düşünce üreten bilim adamlığına dönüşmüştü. Emin Eliçin bu dergide yazdığı yazılar yüzünden, Türkiye Cumhuriyet tarihinde tutuklanan ilk öğretmenlerden biri olma onurunu yüreğinde, yükünü omuzlarında taşıdı bu dünyayı bırakıp gidene dek...

Bizden önceki kuşaklar onu ilkin, Upton Sinclair’in kitabı, “Altın Zincir”in çevirmeni olarak tanıdılar, büyük saygı duydular.

Jack London’dan çevirdiği oligarşinin eleştirisi, “Demir Ökçe” bizim kuşağın kutsal kitabıydı. Emin Eliçin bu kitabı 1938 yılında çevirmiş, yayımlanabilmesi, yıllar süren mahkemelerden beraat kararı çıktıktan sonra, ne yazıktır, ancak o öldükten, altı ay sonra gerçekleşebilmiştir, o da saygın eşi sayın Asiye Eliçin’in bitmez uğraşısı ve bü-külmez inancıyla...

Sayın Konuklar, bu kitabın Emin Eliçin çevirisinden sonra yedi-sekiz kez, değişik adlardaki saygın çevirmenler (!) tarafından yeniden çevrildiğini söylesem inanabilir misiniz?...

Kemalist Devrim İdeolojisi”adını verdiği, / Niteliği ve Tarihteki Yeri / alt başlığıyla 1937 yılında yazdığı ve ancak 1970 yılında gün ışığına çıkabilen yaklaşık üç yüz sayfalık inceleme kitabı, türünde bir ilktir. Belki de bir son, demeye dilim varmıyor, bilmiyorum bu konuda yayımlanmış başka bir kitap var mı?... İşte görüyorsunuz, günümüzde de güncelliğini koruyor, önümüzdeki kuşaklar için de koruyacak.

 Bugün yüksek okullarda ders kitabı olarak okutulması gereken, “Tarih Boyunca İleri Geri Kavgası” adıyla hazırladığı, büyük boy beş yüz sayfayı aşkın kitabını şöyle bir karıştırırsak, Emin Eliçin’in, bilim adına nasıl da iğne ile kuyu kazdığını görebiliriz. Bu kitapta, İlkçağdan ikinci dünya savaşı sonuna dek, düşünce akımları, düşünce adamları, düşünce savaşları, isyanlar, devrimler ve karşılıkları sabırla gözler önüne serilmiştir.

Bilge insan, bu kitabının kısacık önsözünde, bakınız ne yazmış:

“Gönlümüz yurt ve insan sevgisiyle ne denli şişkin olursa olsun, düşünen beynimiz için en yüce mutluluk, duygularımıza kapılmadan, korkmadan, dış ve iç baskılar altında ezilmeden; yasaksız, tabusuz ve sansürsüz, alabildiğine özgür düşünebilmektir.”

Yüreği insan sevgisiyle dolu bu büyük insanın en büyük savaşı, halkının yoksulluktan kurtulmasını sağlayabilmekti. Tek yol eğitimdi. İşte bu amaçla, köyünden getirdiği yoksul çocukları, Ankara Cebeci’deki evinde, kazandığı sınırlı aylıkla barındırdı, eğitti, okuttu. “Türkiye halkını bu sekiz-on çocuk mu kurtaracak?” sorusuna yanıtı hazırdı: “Bu çocukların, çocukları bile bilgisiz, faşist olmayacak!...” Sanırsınız büyük bir rastlantı; evet, o zaman söylediklerinin bugün ne denli doğru çıktığını, çocuklarımızda görebilmenin mutluluğu içindeyiz.

Bu ödülün benim için en kıvandırıcı yanı, yıllarca önce dilimize büyük özen göstermiş, yüzlerce sözcük üretmiş, binlerce sözcük derleyip o zamanki Türk Dil Kurumuna ulaştırmış, gündelik Türkçe'mizde ancak şu son yıllarda yer etmeye başlayan arı Türkçe sözcüklere, bundan elli-altmış yıl önce yaptığı çeviri ve bilim ürünlerinde can vermiş, arı Türkçe eyleminin öncülerinden biri olan, Emin Eliçin’in anısına almamdır.

Emin Eliçin’in dilimize ne denli önem verdiğinin bugünkü, açık ve yaşayan örneklerinden biri de, yakınlarının bebeklerine verdiği adlardır. İşte bunlardan birkaçı: Başak, Demet, Ekin, Biriz, İlkiz, Ardıl, Işık, Işın, Işıl, Uygar, Uğraş...

Dilimin ucuna gelmişken, -hadi izninizle söyleyeyim-: Yirmi beş yıldır Köln’de oturuyorum. Anadilime olan solmaz hasretim, Türkçe'mi besleyip koruyor.

Övünmek gibi olsun; yazdığım öykülerde, dilime yurdumdaki yazarlardan daha çok özen gösterdiğimi, içim burkularak, ama, onur da duyarak söyleyebilirim. Bizden önceki çile çekmiş bilge insanlara, ancak böyle ödeyebiliriz borcumuzu...

Sabrınıza sonsuz teşekkürler.

                                                                   

Cumhuriyet Kitap 06 OCAK 2000

Özgen ERGİN’den yeni bir öyküler toplamı

'Galatalı Angelos'

Özgen Ergin hikâyelerini Türkçe ve Almanca yayımlayan ödüllü bir yazar. Almanya'da yaşıyor. "Şarlo Kemal" (Charlie Kemal adıyla Almanca olarak yayımlamış) ile "Derin Sularda" adlı kitaplarının yanına bu kez de "Galatalı Angelos"u koyuyor.

BUKET UZUNER

Kim olduğunu hiç bilmiyordum, genç mi yaşlı mı, kadın mı erkek mi, adı takma mı gerçek mi? Hiçbir fikrim yoktu. Elimde değerlendirmek üzere okumaya söz verdiğim 50 kadar hikâye vardı ve önümde yalnızca sir ay. 1998'in o çok sıcak yazında, Ege sahillerindeydim. Ve aynı bir ay içinde yapmak zorunda olduğum ve yapmayı istediğim onlarca işim vardı. Oturup hikâye okumaya başladım.

Hikâyeler Varlık dergisinin 'Ustaların Seçtikleri' adlı hikâye seçmeleri için yollanmıştı. Kendini edebiyatta usta hisseden yazar bana sorarsanız artık heyecanını yitirmiştir, heyecansız yaratıcılık da biliyorsunuz pek yavandır. Ama bu seçmeler sonuçta yazdıklarını okutacak profesyonel bulamayan yeni yazarlar için bir umuttu ve asıl önemi buradaydı.

Okuduğum hikâyelerin bazıları kendi yaşamlarını anlatan ve bu nedenle birkaç nefeste sönecek geçici heveslerdi. Bazıları yetenekli ama sabırsız ve bu nedenle derinleşememiş anlatılardı. Ama içlerinde bir tanesi, hem keyifle okunuyor, hem de edebi lezzet taşıyordu. Yazarı bana takma ad duygusu veren fazla kafiyeli, çok simetrik bir adla yollamıştı hikâyesini: ÖzgenErgin. Besbelli çok gezmiş, görmüş biriydi,belki Kürt veya Rum kökenli bir Türkiyeliydi, belki de erkek adı kullanan genç bir kadındı. Kadın yazarlarda çok severek izlediğim ayrıntılara özen göstermek ve ayrıntılara önen görmek gibi bir özellik dikkat çekiyordu. Ayrıca kendini ikide bir ortaya atmayan, hikâyesinin arkasında kalabilen biriydi. Buna karşılık yolladığı üç hikâyede de birinci tekil şahısla 'ben'le yazıyordu. Ama yalnızca üç hikâyeden sonra bile her 'ben'in ayrı 'ben'ler olacağı umudu taşıyordu.

Dünyayı daha iyi anlatmak
İşte hakkında hiçbir şey bilmediğim Özgen Ergin'in özellikle Galatalı Angelos hikâyesi için o sırada Varlık Dergisi’ne 1988'de şöyle yazdım: "Hikâye de tıpkı roman gibi sizi yakalamalı ve kendini okutmalı. Yani lezzetli ve keyif verici olmalı. Bu keyif ille de mutluluk ve neşe yüklü değildir elbette. Hüzün de içinde keyif taşır. Acıyı anlatmanın da çok incelikli, vurucu yolları vardır. Öykü (tıpkı roman gibi), okurken bie kendimizi ve dünyayı daha iyi anlamamıza dair yeni kapılar açabilmelidir. Abartılı ya da özensiz dil ve aşırı bilgi alıntı yüklemeleriyse, ne yazık ki, yazarın bilgi hazinesine hayran olmamızı değil, aksine anlatıdan soğumamıza, ilgimizi parçalamaya yarar. Zaten etrafta yeterince ansiklopedi var!

Öykünün, romandan ayrıldığı en önemli nokta dil elbette. Çünkü öykü şiirin kız kardeşidir ve dil konusunda ekonomik ve titiz olmamayı (doğası gereği) affetmez.

İşte aynen bunları düşünerek okuduğum öyküler arasından seçtiğim, ÖzgenErgin'in Galatalı Angelos adlı öyküsü dil olarak temiz, abartısız ve özenli fakat en önemlisi iyi hikâye. 'Galatalı Angelos', insanın asıl vatanının pasaportunun üzerinde yazılı sözcükten ibaret olmadığını, anavatanın dili ve kendi kültürü olduğunu hüzünlü bir keyifle anlatıyor. İnsan nerenin kültürüyle büyümüşse aslında oradılır diye hüzünlü, biraz yorgun ama hhalha umutlu bir sesle. Düny vatandaşının hoşgörüsü ve Doğu-Akdenizli'nin keskin gözlemciliğiyle edebiyatımıza hoşgeldin diyorum kendisine." Ardından da çok genç ve yepyeni bir yazarla karşı karşıya olduğumu sanarak ekledim: "Hazır bir öykü dosyası varsa, bir yayınevinin kendisini kabul etmemesi için büyük bir engel olmamalı.

Derin Sularda
Oysa durum hiç de böyle değildi. Özgen Ergin hikâyelerini Türkçe ve Almanca yayımlatmış ödüllü bir yazar olarak Almanya'da yaşamaktaydı. Bunları ve Şarlo Kemal (Charlie Kemal adıyla Almanca olarak yayımlamış) ile Derin Sularda adlı kitaplarını daha sonraları öğreniyordum. Şimdiyse elimde Galatalı Angelos adıyla bir araya topladığı yeni kitabı var.

Yayıncılar işleri gereği yayınladıkları her edebiyat kitabının türünü kategorize etmek durumundadırlar. Oysa bazen deneme, hikâye, anlatı, seyahat edebiyatı ya da sayıklamalar karışımı denecek metinler yazılabilir. Adı konmamış, hikâye ile deneme arasında kumar oynayan güzel edebiyat metinleridir bunlar. Keyifle okunur ve bana sorarsanız her edebiyat metni kategorize edilemez ve edilmemelidir. Ama edebiyat öğretmenleri, dilciler ve yayıncılar da işlerini yapmak zorundalar tabii. İşte ÖzgenErgin Galatalı Angelos adlı kitabının başına yayıncıları için 'öykü' diye not düşmüş ama besbelli içine sinmemiş ki, 'roman uçları' diye de eklemiş. Galatalı Angelos bir öykü, belki bir roman hatta bir senaryo 'ucu' olabilir ama ben kitaptaki birçok metni anlatı, deneme, seyahat-anısı kıvamında bularak ama hep hüzünlü bir tatla okudum. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, gerçekten ırkçı ve önyargılı Avrupa kültürünün en kalbindeki Almanya'da uzun yıllar yaşamanın insanı nasıl incitebileceğini tahmin edecek kadar uzun süre Avrupa'da dolaştım ve yaşadım.Özgen Ergin Türkiye'de kalıp, burada yazsaydı elbette başka incinmişlikler sinecekti kalemine ama şimdi artık o bizim gibi, buradan bakan gözlerin bakışlarını değil, Avrupalı bir göçmen Türkiyelinin yaralı gözlerini taşıyor. Bu nedenle adı ne olursa olsun metinlerinde anlattıkları zaman zaman uzun yolculukla yapsak da aslında Türkiye'de yerleşik yaşayan, yani kendini asla göçmen hissetmemiş olan bizlerin yazdıklarından farklı bir perspektif taşıyacaktır, taşımaktadır.

ÖzgenErgin'in Galatalı Angelos'u tamamen bizden ama hepimize artık uzaktan bakan hüzünlü bir hikâye. Ben asıl Ergin'in bundan sonraki kitabının roman ya da hikâyenin ucunda değil, tam ortasında olmasını dileyerek, bekliyorum.

Galatalı Angelos/ ÖzgenErgin/ Hikâye/ Papirüs Yayınları / 144 s.