Arnavutköy vapur iskelesinin karşısındaydı dükkânı. Yer yer
sıvası dökük dükkânına girenlerin ilk gözüne çarpan, içerisinin büyük bir
bölümünü kaplayan kahve değirmeniydi. Türkiye’de insanlar Nescafé içmeye
başlayalıdan beri satışlar iyice düşmüştü. Günde bir iki kişi ya gelirdi ya
gelmezdi taze çekilmiş kahve almaya. Vahan aynı zamanda tekel malları
satıcısıydı; Bu malların da çeşidi çok az olurdu genellikle. Sağında solunda
aynı malları bol çeşidiyle satan dükkânlar olduğu için, kendisi gibi yaşlanmış
eski tanıdıkların ya da rastlantı sonucu dükkânına girenlerdi onun alıcıları.
Vahan
dükkânına az alıcı gelmesine aldırmaz gibi bir hali vardı.
Geçimini zor sağlayan bu
yaşlı adam, durmadan karşısındaki, eski binanın penceresine bakardı. Bu
öylesine dalgın bir bakıştı ki, çoğu zaman dükkânına girenlerin ayırtına varmazdı.
Alıcı
gelmediği zamanlarda sürekli karşıki pencereye bakan Vahan, sadece vapurun
geliş saatlerinde gözlerini oradan ayırır, iskeleye bakardı. Boğaza kazıklı yol
yapılmadan vapur iskelesi dükkânına çok daha yakındı. Bir zamanlar vapurdan
inip dar caddeyi geçip dükkânına girerdi alıcıları. Alıcılar ona adıyla
seslenirler, aralarında karşılıklı espriler yapılırdı. Gençliğinde konuşkan,
hoşsohbet aynı zamanda yakışıklı bir adamdı Vahan. Boylu posluydu; erkeğe
yakışan bir yüzü vardı. Birçok kadın bir şeyler alma bahanesiyle girer ve
Vahan’ı bir süre seyredip çıkardı. O yüzden fiyatı en ucuz mal olan kibrit çok
satılırdı dükkânında. Otuz yaşına geldiği halde evlenmemişti.
Vahan’ın
kazancı da iyiydi o zamanlar. Akşamları dükkânını kapatıp Beyoğlu’na çıktığında
birçok kadınla rahatça arkadaşlık yapabiliyordu. O denli çoktu ki onunla
arkadaşlık etmek isteyen, bu yakışıklı bakkal her ırktan güzel kadınlarla
dostluk kurabiliyordu Beyoğlu gecelerinde…
Dükkânının
karşısındaki bina satılıp yeni sahiplerinin oraya taşınmasıyla yaşamında çok
büyük bir değişiklik olmuştu. Binayı alan adamın iki kızı vardı. Kızlardan
büyüğünün adı Jilda küçüğünün adı Anna’ydı. Jilda yirmi, Anna on altı
yaşındaydı. Karşısındaki binaya taşınan kızları iki gün olmasına karşın
görmemişti Vahan. Gören bir arkadaşı kızların ikisinin de çok güzel olduklarını
söylemişti ona.
O yıl, ailesinin zoruyla Vahan
evlenmeyi düşünmeye başlamıştı. Yaşlı olan anne ve babası tek çocuklarının
evlenip mutlu olmasını görmek ve torun sevmek istiyorlardı. Annesini ve
babasını kıramayan Vahan yine de evliliği hiç olmazsa bir yıl erteleyip bekârlığın
tadını iyice çıkardıktan sonra o işi yapmayı düşünüyordu.
Eylül’ün ortalarıydı. O akşam nereye gideceğine karar
verememiş düşünüyordu. Hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Bir yandan
düşünüp bir yandan da iskeleye yanaşan vapura bakıyordu. Kaptan ustaca
yanaşmıştı iskeleye. İskeleye yanaşma biçiminden vapuru hangi kaptanın
kullandığını bilirdi Vahan. Bu kez vapurun Yüksel Kaptan tarafından kullanıldığına
karar verdi. İskele binasının yanındaki demir parmaklı kapılar açılıp, yolcular
boşalmaya başladığında Vahan elleriyle saçlarını düzeltti; o biliyordu ki
birkaç kadın kibrit ya da başka bir şeyler alma bahanesiyle kendisini bir iki
dakikalığına seyretmek için geleceklerdi. Yaslanmakta olduğu kapıdan dükkânın
içerisine girip tezgahın arkasına geçmeye karar verdiğinde elektrik
çarpmışçasına sarsıldı ve olduğu yerde çakılıp kaldı. Böyle bir şey olamazdı.
Tanrının böyle bir dişi yaratıp erkek kullarını birbirine düşürmeyeceğini
düşündü kısa bir an içerisinde. Sonra da yarattığına göre bir düşündüğü vardır diye
geçirip içinden, bu güzeller güzelini seyretmeye başladı. İskeleden çıkan, o
çok güzel kız kendisine doğru geliyordu sanki?.. Kalbi küt küt atmaya
başlamıştı Vahan’ın. O ki, bugüne dek ne kadar çok güzel kadın tanımış böyle
heyecanlanmamıştı. Vapurdan çıkıp kendisine doğru gelen ise yirmi yaşlarında ya
vardı ya yoktu; bu toy kız aşırı güzelliğiyle onu yalnızca heyecanlandırmayıp
aynı zamanda başını da döndürmüştü. Vahana doğru gelen kız hafif sağ yapıp
dükkânın karşısındaki denize sıfır olan üç katlı binanın kapısını anahtarıyla
açıp içeriye girdi.
Dükkâna
alış veriş etmek için ilk gelen Artin onun alışmadığı bu halini görünce:
“Ne bakoorsun öyle be Vahan, çarpılmışsındır yoksam?” deyip
onu içeriye itinceye dek yerinden kıpırdayamadı. Kendisinden istenilenlerin
birçoğunun yerine yanlış şeyler verdi gelenlere. Para üstü verirken de hep
şaşırdı. Bu yanlışlıklar işlerini geciktirip vakti uzattığından, kibrit alıp
Vahan’ı bir süre seyretmek için dükkana gelen Madam Siranuş’un işine yaramıştı.
Bir köşeye çekilmiş sırasını beklerken içinden dua ediyordu; Vahan’un bu
şaşkınlığının kendisi yüzünden olmasını diliyordu. Madam Siranuş gerçekten çok
güzel bir duldu; ölen kocası tanınmış bir kuyumcu olduğundan kendisine yüklü
bir miras bıraktığı biliniyordu. Kadın birkaç kez Vahan’a yaklaşmak istemişti.
Hatta ortak tanıdıklarından birini araya koymuş, bu yakışıklı adamın kendisiyle
evlenmek isteyip istemediği öğrenmesini rica etmişti. Aracı, Vahan’ın ağzını
aramış, durumun olumsuz olduğunu kadına bildirmişti. “Dilerim fikrini
değiştirmiş olsun bu adam?” diye dua etti içinden. Vahan onunla hiç
ilgilenmedi. Siranuş adamın bu haline
çok bozuldu, giderken de:
“Bazıları kahve koklamaktan kadın kokusunu unuttuğu
anlaşılıyor,” deyip Paris’ten aldığı çok şık şapkasını sinirli sinirli düzeltip
çıkmıştı dükkândan.
Madam Siranuş’un söylediğini
duymamıştı bile, kadın çıktıktan sonra dükkânın kapısının önüne koştu Vahan.
Öyle fırlamıştı ki, az daha o dar caddede süratle gelen bir taksiye çarpacaktı.
Acı bir fren sesi duyuldu. Çevredeki tüm esnaf dışarı fırlamıştı fren sesini
duyunca. Taksici yakındaki durakta çalışan tanıdık biriydi; onun için de olay
büyümeden kapandı. Taksi uzaklaşırken Vahan karşıki binanın pencerelerine doğru
başını kaldırdığında iki güzel kızın kendisine doğru baktıklarını gördü.
Ürkütmemeye çalışarak, başka yerlere bakıyormuşçasına göz ucuyla süzdü onları.
Bakanlardan biri kendisinin az daha taksinin altında bırakacak olan o güzeller
güzeli kızdı. Büyük kız olmalı, bu durumda Jilda da onun adıdır diye düşündü
bir tanıdığından duyduğu bilgileri değerlendirerek...
Jilda’nın
da kendisine ilgisiz kalmadığı anlaşılıyordu onun pencerede kalma süresini
düşündüğünde. Bir süre Vahan’ı seyrettikten sonra ayrılmışlardı iki kız kardeş.
İçinde öyle fırtınalar kopmaya başlamıştı ki onu göreliden beri, sanki zamk
olmuş gözlerinin bebeğine yapışmıştı kızın yüzü; başka hiçbir şey göremiyordu
Jilda’dan başka. O, bu güzel kızın hayaliyle yaşamaya başlarken, kızlarıyla
annesinin aralarında ne konuştuklarını bilmiyordu doğal olarak.
“Az daha çiğneniyordu karşıdaki dükkânın sahibi anne,” dedi
Jilda.
“Zor kurtuldu,” diyerek ablasının söylediğine katıldı küçük
kız.
“Dikkat etmezseniz yollarda yürür iken, siz de kalırsınız
taksilerin altında, ben olmadığımda yanınızda dikkat edesiniz sağınıza
solunuza. Erkeklere bakacağınıza bakasınız taksilere, anlıyorsunuz beni?” diyen
kadının söylediklerine annemizin her zamanki öğütleri diyerek pek
aldırmamışlardı kızlar.
“Adam çok yakışıklıdır be abla, değil mi?” ablası
düşüncesini söylemeden annesi Madam Emma kızını azarlarcasına konuştu:
“Baban söylemiştir, o adam pis zamparanın biridir diye.
Dikkat edesiniz karışmam. Anlamışsınızdır söylediklerimi?..
Dükkânına gelenlerin ne
istediklerini, hatta ne söylediklerini anlayamıyor bir sürü laf işitiyordu
alıcılardan Vahan. (O zaman çeşit boldu dükkânında, dükkânından sürekli alış
veri yapan Arnavutköylü tanıdıkları vardı) Ya istediklerinden başka şeyler
veriyordu gelenlere ya da para üstünü yanlış hesaplıyordu. Yüz gram kuru kahve
isteyene bazen bir kilo vermeye kalkıyor, şarap isteyene ispirto vermeye
kalktığı oluyordu. Bir ara dükkânda kimse kalmadığı sırada çarçabuk fazla
ışıkları söndürüp kasayı kapattı ve dışarı fırlayıp kapısını kilitleyip
uzaklaştı oradan. Bu arada akşam olmuş hava da kararmıştı. Dikilip bir süre
Jildalar’ın evinin boş penceresine baktı. Kendisindeki yürek yangınından haberi
olmayan kızın pencere çıkacağı falan yoktu. Arnavutköy’den Bebek’e doğru
yürümeye başladı. Caddenin denizden tarafındaki yaya kaldırımına geçti. Çok
yakınından geçen büyük bir tankere baktı. Boğazdan geçen gemileri çok severdi
Vahan, ama şu anda gözbebeklerine Jilda yapışmış olduğundan Akıntı Burnu’na çok
yakın geçen koca şilebi doğru dürüst göremiyordu…
Bebek’e kadar yürüyen Vahan parkta oturup bir süre boğazı
seyretti. Ne yapıp edip görüşmeliydi kızla. Kendisine güveniyordu. Yine de
kızın durumunu bilmediği için endişeliydi. Belki sevgilisi vardır kızın diye
düşündüğünde yüreği cız etti. Öylesine güzel kız boş bırakılmazdı. Kızla ilgili
bilgi alacağı kimse de yoktu şimdilik; belki ileride olurdu ama Vahan’ın bunu
bekleyecek hali yoktu. İzleyecekti kızı, dışarı çıkınca da yanına gidip
konuşacaktı onunla. Şimdi önemli olan, zamanı nasıl geçirecek, yarını nasıl
yapacaktı? Beyoğlu’na çıkıp her akşamki gibi içip eğlenmeyi düşündü; işin içine
kadınlar da gireceği için, bunun Jilda’ya yapılan bir haksızlık, hatta ihanet
olacağını düşünüp caydı. Bebekte bir balıkçı meyhanesine oturup kendisine rakı,
sevdiği birkaç çeşit meze ve çingene palamudu söyledi...
Meyhaneden çıkıp evinin de bulunduğu Arnavutköy’e geri
döndüğünde Jildalar’ın ışıkları yanıyordu. Bir süre ışıkları yanan evin
pencerelerine baktıktan sonra gidip yattı. O gece doğru dürüst uyuyamadan
sabahı etti Vahan. Erkenden kalkıp
dükkânını açtı. Sürekli karşıki binanın pencerelerine bakmış, iki saat geçtiği
halde kimseyi görememişti. Vapurun geliş
saati yaklaştığında binanın sokak kapısı açılmıştı. Dışarıya çıkan adamı gören Vahan çok şaşırdı.
Masis’ti evden çıkan. Kırk beş yaşlarında, yakışıklı ve cebinde her zaman
harcayacağı bol para bulunan bu Masis’le bir çok kez Beyoğlu gecelerinde çapkınlık
yapmışlardı. Dönemin tanınan hovardalarından biriydi Masis. Herhalde Jilda’nın
babası bu olmalı diye düşündü Vahan. Bu duruma üzülsün mü, sevinsin mi karar
veremiyordu. Adamın tanıdık olması bir yandan iyiydi ama, diğer yandan
arkadaşlık yaptıkları alan pek iyi sayılmazdı Vahan’ın Jilda konusunda
düşüncelerinin gerçekleşmesi için…
Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz derler ya, öyle
bir şey olmuştu işte. Saatlerdir Jilda’yı görebilmek için pencerelere bakmaktan
yorulan, sonunda denize bakıp Boğazdan geçen bir gemiyi seyretmeye karar veren
Vahan, karşısında kısa kollu ince beyaz bir bluzla peri kızı gibi beliren
Jilda’yı görünce çok şaşırdı. Kız bir yandan satın alacağı şeyleri söylerken
diğer yandan da belli etmemeye çalışarak Vahan’ı süzüyordu. Vahan kızın
istediklerini verdikten sonra onunla konuşmaya karar verdi.
“ Masis’in kızı mısınız?”
“Evet. Babamı tanıyor musun?
“Tanırım.”
“Nereden tanıyorsunuz?”
“Birkaç kez birlikte oturup yemek yedik kendisiyle. Jilda
mı senin adın?”
“Evet.”
“Benimki de Vahan.”
“Memnun oldum tanıştığımıza. İyi günler size.”
“Size de. Yine görüşmek isterim.”
“Görüşürüz.” Diyen kız birkaç saniye Vahan’ın gözlerinin
içine bakmaktan kendisini alamadı. Hafif bir gülümsemeyle sonlandırıp
bakışlarını ürkek bir ceylan edasıyla oradan uzaklaştı.
O günden sonra Vahan ile Jilda birkaç kez daha dükkânda ayaküstü
konuşup birbirlerini biraz daha yakından tanıdılar. Vahan kızın gönlünü çalmayı
başarmıştı. Bu arada Jilda’nın Ermeni lisesini birincilikle bitirdikten sonra
Üniversiteye devam ettiğini ve yıl üçüncü sınıfta olduğunu öğrendi. Bir Pazar
günü kız arkadaşıma gidiyorum diye evden çıkan kız Arnavutköy sırtlarında bir
çilek bahçesinde Vahan’la buluştu. Derme çatma bekçi kulübesinde bol bol
seviştiler; bu arada vaktin nasıl geçtiğini anlayamamışlardı. Başlayan yağmurla
birlikte kendilerine geldiler. Giyinip üstlerine başlarına çeki düzen verdikten
sonra Jildalar’ın evine doğru koşmaya başladılar. Vahan yanında koşan kızın bir an durup kendisine
bir soru sorduğunu duydu:
“Şimdi ne olacak Vahan?”
“Ne ne olacak Jilda?”
“Ben artık bakire değilim biliyorsun?”
“Evleniriz?”
“O kadar kolay değil evlenmemiz.”
Daha fazla konuşmadılar. Vahan da biliyordu evlenmelerini o
kadar kolay olmadığını. İşi zamana bırakacaktı. Bir yolunu bulabiliriz belki
diye düşünüyordu. Kızının çapkın bakkala âşık olduğunu duyacak olan Masisi’is
karşısındaki binayı ertesi gün boşaltıp ailesini oradan uzaklaştıracağını
bilmiyordu Vahan bunları düşünürken. Bir
süre İstanbul’da kalan Masis o yıl kızını üniversiteye göndermemişti. Bir yıl
İzmir’de oturdular Jilda’yı Vahan’dan uzak tutmak için. Kızın bir kaç kez kaçıp
sevdiği erkeği bulma girişimi annesi Madam Emma’nın büyük göz altısı nedeniyle
başarısız kalmıştı. Jilda’nın bu girişimlerini kolayca önleyen anne bir
keresinde de onun intihar girişimini engellemişti. Masis’in Türkiye’deki
mallarının büyük bölümünü satıp ailesini yurtdışına götürmesinin haberini Vahan
ancak bir yıl sonra öğrenebildi. Arnavutköy’den ayrıldıkları ilk günden beri
yana yıkıla sırılsıklam âşık olduğu kızı arayan genç adam Amerika diye duymuştu
Jilda’nın gittiği yeri, aslında Masisi ailesini Kanada’ya götürmüştü. Belki de
özellikle Amerika’ya gittiğini söylemişti çevresine. Kendisi de dükkânını satıp Türkiye’den
ayrılmayı ve Jilda’yı bulmayı düşündü bir süre Vahan. Bir ipucu aradı
sevgilisini nasıl bulacağına dair. Tüm uğraşına karşın bir ipucu bulamadı.
Aradan uzun yıllar geçti. Geçen her yıl Vahan’ın yüreğinde
fazladan bir yara daha açıyordu. İlk yıllarda Jilda’yla seviştikleri çilek
tarlasındaki bekçi kulübesine gidip saatlerce oturur, sevgilisinin düşünü
kurardı. Arnavutköyün tarlaları arsa olup değerlenince birer birer satıldı ve
bekçi kulübelerinin yerine lüks binalar yapıldı. Vahan’ın Jilday’la
seviştikleri kulübenin yerinde de böyle bir bina vardı. Jilda’yla ilgili
düşlerinin en kolay canlandığı tek yer karşı ki binanın kendi dükkânına bakan
penceresiydi; yani sevgilisiyle ara sıra birbirlerini seyrettikleri yer. Vahan
sabahtan dükkâna gelip gözlerini o pencereye diker sürekli bakardı. Dükkânına
gelen alıcılara düşlerini böldükleri için bir şey diyemezdi ama, içinden de
kızardı onlara…
Yaşı sekseni çoktan aşmıştı. Belki Arnavutköy’ün en yaşlı
yerlisiydi. Eskilerden pek kimse kalmamıştı semtte. Semtin hem insanları hem de
biçimi değişmişti. Kazıklı yol yapılınca iskele uzaklaşmıştı Vahan’ın
dükkânının önünden; eski Arnavutköy evleri sonradan yapılan apartmanların
yanında korkudan büzülüp küçülmüş gibiydiler. Diğer evler gibi, kendilerinin de
yerlerine apartman yapılmak için her an bir dozerin saldırından korkuyor
gibiydiler. Vahan’ınki de böyle bir evdi. Üstelik dozere gerek kalmadan da
yıkılabilirdi bu bakımsız ev. Sahibinin pek umurunda değildi evin perişan hali.
Nasıl olsa ben ondan önce yıkılırım diye düşünüyordu. Onu asıl korkutan dükkânın
karşısındaki, yani Jidaların eviydi.
Uzun süredir içinde kimse oturmadığı için her an yıkılabilirdi. Vapurun
iskeleye her yanaştığında sallanıyordu eski bina; sıva falan da kalmamıştı. Ev
yıkılıca her gün bakıp Jilda’nın düşünü kurduğu pencere de olmayacaktı. Bunu
her düşündüğünde yaşlı kalbi fena halde çarpıyordu Vahan’ın. Günün birinde
birileri gelip binayı onarmaya başladıklarında çok sevindi yaşlı adam. Bu
durumda binayla birlikte düşleri de yıkılmayacaktı. Gelenler bir şirket ofisi
olarak kullanacaklardı orayı…
Bir gün dükkânına gelen bir genç onu bir toplantıya
götüreceğini söyledi. Barış adındaki bu genci tanırdı Vahan. Ara sıra dükkânına
gelen genç Arnavutköy’de oturuyordu. Vahan’ın sevdiği bu genç adam onun dostluk
ettiği tek kişiydi.
“Ne toplantısıdır bu?”diye sorduğunda Vahan.
“Arnavutköy’e sahip çıkmamız gerekiyor, onun için bir
dernek kurduk,” dedi Barış.
“Niye sahip çıkacağız Arnavutköy’ye, sahipsiz midir burası?”
“ Üçüncü boğaz köprüsünün ayakları buraya yapılacak; bu da
Arnavutköy’ün doğal ve tarihi dokusunu yok edecek.”
“ Bu nasıl olacak, köprü üstümüzden geçip gitmeyecek mi?”
“Köprünün ayakları buraya yapılınca birçok bina yıkılacak.
Belki senin bu dükkân da yıkılan binalardan biri olacak.” Vahan’ın yüzü
karmakarışık oldu bir anda. Jilda’nın oturduğu binaya baktı bir süre.
“ Bu da yıkılır mı? diye sordu gence.
“Niye yıkılması ki? dedi Barış. Gözünü karşıdaki binanın
penceresinden ayıramayan Vahan’ın yüzünü kaplayan acı giderek artıyordu.
“ oplantıya geliyorum ben de,” deyip dükkânını kapattı yaşlı adam.
Arnavutköy’ü
korumak için kurdukları derneğe gittiklerinde hiç ummadık bir tepkiyle
karşılaştılar. Daha önce de
toplantılardaki sivri çıkışlarıyla tanınan bir genç Vahan’ın oraya gelmesinden
rahatsız olmuştu.
“ Bu ihtiyarı niye getirdin?” diye sordu Barış’a.
“ Vahan amca bu semtin çınarlarıyla yaşıt bir
Arnavutköylü’dür. Doğduğundan beri de burada yaşıyor, niye tepki gösterdiğini
anlamadım?” diyen Barış’ı toplantıya katılanlardan birkaç kişi de destekleyince
Vahan’ın oraya gelmesine karşı olan genç susmak zorunda kaldı. Vahan kendisinin
toplantıya katılmasına karşı olan genç adamın söylediklerine hiç aldırmamıştı;
onun aklı fikri köprünün yapılmasıyla yıkılabilecek olan Jilda’nın bir zamanlar
oturduğa evin penceresindeydi.
Arnavutköylüler üçüncü köprünün yapılmaması için iskele
meydanında yaptıkları mitinglerde Vahan hep en öndeydi. Yaşamının son
yıllarını, bir fotoğrafını bile edinemeden yitirdiği biricik sevgilisinin
penceredeki düşünden ayrı yaşamak istemiyordu. Mitingde yorulduğunda Barış’ın
koluna giriyor ve kalabalıkla birlikte o da sloganlara katılıyordu.
Aradan zaman geçip de hükümet köprü yapmakta diretince
Arnavutköy’de ilk yıkılacak bina olarak Jildalar’ın evi seçilmişti; ondan
sonraki yapı da Vahan’ın dükkânıydı. Vahan’a dükkânını boşaltması
bildirildiğinde o hiç aldırış etmemişti. Dozerler gelip de yıkım başlayacağı
söylendiğinde görevlilerin ilk işi makinelerin önünde boylu boyunca yatan
Vahan’ı oradan kaldırmak oldu. Görevlilere yardım eden bir tek Arnavutköylü
vardı; o da Barış’a, Vahan’ı toplantıya getirdiği için kızan gençti. Ne
yapsalar Vahan’ı dozerlerin önünden kaldıramıyorlardı. Dozer Jildalar’ı evini
yıkmak için üzerinden geçerken uykusundan ter içersinde uyanan Vahan doğrulup,
bir süre, gördüğü rüyanın etkisinden kurtulmak için yatağında oturdu. Kalkıp
giyindi ve kendisini dışarıya attı. Deniz kıyısına gidip akıntı burnunun
kıyısına oturdu. Bir an kendisini boğazın akıntılı sularına bırakmayı düşündü.
Bu düşüncesinden biraz sonra vazgeçti. Düş de olsa Jilda’yla bakışıyorlardı
pencereden; ben ölürsem kim bakışacak onunla diye düşündü. Yerler ağarmaya başladığında kalkıp hızlı
adımlarla dükkânına giderken kendi kendine mırıldanıyordu:
“Jildacım pencerede bekliyordur şimdi. Onu çok bekletmeden
gideyim.”
Erkenden dükkânını açıp yine gözünü karşıki binanın boş
penceresine dikti. Aradan epeyce zaman geçtiği halde hiçbir alıcı gelmemişti.
Bu durum hoşuna gidiyordu yaşlı adamın; karşıki penceredeki Jilda’nın düşüyle
aralarına kimsenin girmesini istemiyordu.
Kapıda yaşlı bir kadın
belirdiğinde, bir an içinden“bugün kapalıyız,” demek geldi. Dükkânın içine
kadar girip karşısına dikilen kadına böyle bir şey demenin ayıp olacağını karar
verip sesini çıkarmadı. Kadının ne isteyeceğini dinlerken bile karşıki
pencereye bakıyordu Vahan.
“Sensin değil mi Vahan?” diye soran kadının sesini bir
yerlerden anımsar gibiydi. Başını kaldırıp kadına dikkatlice bakınca kalbi
hızla çarpmaya başladı. Çarpıntı dayanılacak gibi değildi. Ayağa kalkarken
heyecanla konuştu:
“Sen Jilda’sın,” derken boğazına bir şey takılmıştı sanki.
Vahan ve Jilda birbirlerine bir süre baktılar. İkisinin de
gözlerinden sevinç yaşları boşalmaya başlamıştı. Birbirlerine sarıldıklarında
ikisinin de kalbi duracak gibi çarpıyordu…