30
Eylül 2007 günü Mevlana 800 yaşında.
Yüzyıllara dayanan fikirleri, görüşleri
ve
inanç yaklaşımı hala çok yeni, taze,
evrensel. UNESCO başta olmak üzere bu
yıl
bütün dünya Mevlana'dan söz etti.
Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan
Horasan Ülkesi'nin Belh şehrinde doğmuştur. Mevlâna'nın babası Belh Şehrinin
ileri gelenlerinden olup, sağlığında "Bilginlerin Sultânı" uuunvanını
almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahâeddin Veled'tir. Annesi ise Belh Emiri
Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur.
Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol
istilası nedeniyle Belh'den ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'I-Ulemâ 1212
veya 1213 yılllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'den
ayrıldı.
Sultânü'I-Ulemâ'nın ilk durağı
Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de
karşılaştılar. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini
çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.
Sultânü'I Ulemâ Nişabur'dan Bağdat'a
ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâ'be'ye hareket etti. Hac farîzasını yerine
getirdikten sonra, dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan,
Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldiler. Karaman'da Subaşı
Emir Mûsâ'nın yaptırdıkları medreseye yerleştiler.
1222 yılında Karaman'a gelen
Sultânü'/-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldılar. Mevlâna 1225 yılında
Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten
Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu oldu. Yıllar sonra
Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci
evliliğini yaptı. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim
Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.
Bu yıllarda Anadolu’nun büyük bir
kısmı Selçuklu Devleti'nin egemenliği altında idi. Konya'da bu devletin baş
şehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla
dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve Devletin
hükümdarı Alâeddin Keykubâd idi. Alâeddin Keykubâd Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin
Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi.
Bahaeddin Veled Sultanın davetini
kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldiler.
Sultan Alâeddin kendilerini muhteşem bir törenle karşıladı ve Altunapa
(İplikçi) Medresesi'ni ikametlerine tahsis ettiler.
Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yılında
Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak, Selçuklu SarayınınGül Bahçesi seçildi.
Halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'ndaki bugünkü yerine defnolundu.
Sultânü'I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve
müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek
varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini
olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Vaazları kendisini dinlemeye
gelenlerle dolup taşıyordu.
Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i
Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'de "mutlak kemâlin varlığını"
cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun
sürmedi. Şems aniden öldü.
Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun
yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkûbî ve Hüsameddin
Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar.
Yaşamını "Hamdım, piştim,
yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü Hakk' ın
rahmetine kavuştu. Mevlâna'nın cenaze namazını Mevlâna'nın vasiyeti üzerine
Sadreddin Konevî kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevî çok sevdiği Mevlâna'yı
kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine, Mevlâna'nın cenaze
namazını Kadı Sıraceddin kıldırdı.
Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş
günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'ına
kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi
manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından
ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.
"Ölümümüzden sonra mezarımızı
yerde aramayınız!
Bizim mezarımız âriflerin
gönüllerindedir"
MESNEVİ
Mesnevî, klâsik doğu edebiyatında, bir şiir tarzının adıdır. Sözlük anlamıyla
"İkişer, ikişerlik" demektir. Edebiyatta aynı vezinde ve her beyti
kendi arasında ayrı ayrı kafiyeli nazım şekillerine Mesnevî adı verilmiştir.
Her beytin aynı vezinde fakat ayrı
ayrı kafiyeli olması nedeniyle Mesnevî'de büyük bir yazma kolaylığı vardır. Bu
nedenle uzun sürecek konular veya hikâyeler şiir yoluyla söylenilecekse, kafiye
kolaylığı nedeniyle mesnevî tarzı seçilir. Bu suretle şiir, beyit beyit sürüp
gider.
Mesnevî her ne kadar klâsik doğu
şiirinin bir şiir tarzı ise de "Mesnevî" denildiği zaman akla
"Mevlâna'nın Mesnevî'si"gelir. Mevlâna Mesnevî'yi Çelebi
Hüsameddin'in isteği üzerine yazmıştır. Kâtibi Hüsameddin Çelebi'nin
söylediğine göre Mevlanâ, Mesnevî beyitlerini Meram'da gezerken, otururken,
yürürken hatta semâ ederken söylermiş, Çelebi Hüsameddin de yazarmış.
Mesnevî'nin dili Farsça'dır. Halen
Mevlâna Müzesi'nde teşhirde bulunan 1278 tarihli, elde bulunan en eski Mesnevî
nüshasına göre, beyit sayısı 25618 dir.
Mesnevî'nin vezni: Fâ i lâ tün- Fâ i
lâ tün - Fâ i lün'dür
Mevlâna 6 büyük cilt olan
Mesnevî'sinde, tasavvufî fikir ve düşüncelerini, birbirine ulanmış hikayeler
halinde anlatmaktadır.
DİVAN-I KEBİR
Dîvân,
şairlerin şiirlerini
topladıkları deftere denir. Dîvân-ı Kebîr
"Büyük Defter" veya
"Büyük Dîvân" manasına gelir. Mevlâna'nın
çeşitli konularda söylediği
şiirlerin tamamı bu divandadır. Dîvân-ı Kebîr'in dili
de Farsça olmakla beraber,
Dîvân-ı Kebîr içinde az sayıda Arapça,
Türkçe ve Rumca şiir de yar almaktadır.
Dîvân-ı Kebîr 21 küçük
dîvân (Bahir) ile Rubâî Dîvânı'nın
bir araya
getirilmesiyle oluşmuştur. Dîvân-ı Kebîr'in beyit
adedi 40.000 i aşmaktadır.
Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr'deki bazı şiirlerini
Şems Mahlası ile yazdığı için bu
dîvâna, Dîvân-ı Şems de denilmektedir.
Dîvânda yer alan şiirler vezin ve
kafiyeler göz önüne alınarak düzenlenmiştir.
MEKTUBAT
Mevlâna'nın başta Selçuklu Hükümdarlarına ve devrin ileri gelenlerin.e nasihat
için, kendisinden sorulan ve halli istenilen diıü ve ilmi konularda ise
açıklayıcı bilgiler vermek için yazdığı 147 adet mektuptur. Mevlâna bu
mektuplarında, edebî mektup yazma kaidelerine uymamış, aynen konuştuğu gibi
yazmıştır. Mektuplarında "kulunuz, bendeniz" gibi kelimelere hiç yer
vermemiştir. Hitaplarında mevki ve memuriyet adları müstesna, mektup yazdığı
kişinin aklına, inancına ve yaptığı iyi işlere göre kendisine hangi hitap tarzı
yakışıyorsa o sözlerle ve o vasıflârla hitap etmiştir.
Fİ Hİ MA Fİ H
Fîhi Mâ Fih "Onun içindeki
içindedir" manasına gelmektedir.. Bu eser Mevlâna'nın çeşitli meclislerde
yaptığı sohbetlerin, oğlu Sultan Veled tarafından toplanması ile meydana
gelmiştir. 61 bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerden bir kısmı, Selçuklu Veziri
Süleyman Pervane'ye hitaben kaleme alınmıştır. Eserde bazı siyasi olaylara da
temas edilmesi yönünden, bu eser aynı zamanda tarihi bir kaynak olarak da kabul
edilmektedir. Eserde cennet ve cehennem, dünya ve âhiret, mürşit ve mürîd, aşk
ve semâ gibi konular işlenmiştir.
MECÂLİS-İ SEB'A
(Yedi Meclis) Mecâlis-i Seb'a,
adından da anlaşılacağı üzere Mevlâna'nın yedi meclisi'nin, yedi vaazı'nın not
edilmesinden meydana gelmiştir. Mevlâna'nın vaazları, Çelebi Hüsameddin veya
oğlu Sultan Veled tarafından not edilmiş, ancak özüne dokunulmamak kaydı ile
eklentiler yapılmıştır. Eserin düzenlemesi yapıldıktan sonra Mevlâna'nın
tashihinden geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Şiiri amaç değil, fikirlerini
söylemede bir araç olarak kabul eden Mevlâna, yedi meclisinde şerh ettiği
Hadis'lerin konuları bakımından tasnifi şöyledir :
1. Doğru yoldan ayrılmış toplumların
hangi yolla kurtulacağı.
2. Suçtan kurtuluş. Akıl yolu ile
gafletten uyanış.
3. İnanç'daki kudret.
4. Tövbe edip doğru yolu bulanlar
Allah'ın sevgili kulları olurlar.
5. Bilginin değeri.
6. Gaflete dalış.
7. Aklın önemi.
Bu yedi meclis'de, asıl şerh edilen
hadislerle beraber, 41 Hadis daha geçmektedir. Mevlâna tarafından seçilen her
Hadis içtimaidir. Mevlâna yedi meclisinde her bölüme "Hamd ü sena" ve
"Münacaat" ile başlamakta, açıklanacak konuları ve tasavvufî
görüşlerini hikaye ve şiirlerle cazip hale getirmektedir. Bu yol Mesnevî'nin
yazılışında da aynen kullanılmıştır.