MEHMET GÜLER’İN SON İKİ KİTABI ÜZERİNE...
- Geçtiğimiz günlerde Tudem Yayınlarında “Ayrılıktan Çok Aşktan
Fazla” ve “Düşlerime Kuşlar Konuyor”
adlı iki gençlik romanınız birlikte yayımlandı. Bunlardan ilki 2006 Tudem Gençlik Roman Yarışması’nda
ikincilik ödülü aldı. Gençlik romanı yeni bir tür mü? Ne dersiniz?
-
Batı’da gençlik romanlarının, edebiyatın bir parçası olarak çok erken yazıldığını görüyoruz. Örneğin, Robinson Crusoe 1719
yılında yayımlanmış. Oliver Tiwist’in yayım tarihi 1838, David Copperfield’inki 1885, Küçük Prens’inki 1943’tür. Herry Potter
ve Yüzüklerin Efendisi’ne gelene kadar öncesinde epeyce yol döşenmiş. Ben,
gençlik romanlarımı yazarken Türk yazın tarihinden hiçbir özgün gençlik romanı okuyamadım. Çünkü yoktu. Elbette ki şu beş on yıl içinde yazılanları
saymıyorum. Batı’dan matbaayı tam iki
yüz yıl sonra alan Türkler, ne yazık ki bu alanda da eli çabuk davranmamışlar.
Bizde
gençlik edebiyatının gelişmemesi, gençliğimizin olmamasından değil, eğitim,
kültür, sanat donanımızın olmamasından kaynaklanıyor. Altyapısı kurulmayan bu
alanın ne yazık ki üst yapısı, yani
kültür ürünleri de olmuyor.
Dünyada
gençlik bayramını ilan eden, cumhuriyetin korunmasını, kollanmasını,
geliştirilmesini gençliğe bırakan ilk ülke biziz. Atatürk gibi büyük bir
öncünün ileri görüşlülüğünden kaynaklanır bu durum. Genç kuşağı önemseyen bu
anlayış, bağımsız bir gençlik edebiyatının olduğunu, bu edebiyatın gençliğin
biçimlenmesindeki önemini ne yazık ki yeni yeni kavramaya başladı. Cumhuriyeti
korumak, kollamak nasıl bir bilinç sorunuysa, gençlik edebiyatı yaratmak da
birikim ve bilinç sorunudur.
Yıllardır
ayrı bir çocuk yazını var mı, yok mu tartışmasını yaptık. Aynı şeyi kaldığı
yerden gençlik edebiyatına uygulamak yanlış.
Edebiyatımızın önemli bir parçası olan gençlik edebiyatının varlığı bizde
yakın yıllarda kavrandı. Ya da kavranmaya çalışılıyor. Bu alandaki gelişme
gözle görülecek kadar belirgin. Gençlik edebiyatı çok kısa zamanda önemli yazar
ve yapıtlar kazandı. Yakın yıllarda bu alanda çok büyük patlamalar göreceğiz…
Gençlik
edebiyatı yeni bir tür değil. Yeni olan, bu olguya hazırlıksız yakalanan
bizleriz…
-Çocuklarımız ve
gençlerimiz medya kuşatması altında. Kitle kültürünü pompalayan medya
çocuklarımızı, gençlerimizi yapay bir dünyanın içine çekip boş hayallerin
peşinden uçuruyor. Sizin adlarını
andığımız gençlik romanlarınızda “kentleşme, eğitim, işsizlik, zor yaşam
koşulları” gibi bir yığın toplumsal sorunlara deyiniliyor. Günümüzün gençliği, bu tür konuları içselleştirmiş romanlara yeteri kadar ilgi duyuyor mu?
-Görsel medyanın
öncelikle çocuklarımızı, gençlerimizi kuşattığı doğru. Cep telefonları da dahil
buna. Bir çeşit fetişleşti bunlar. Yani tapınma noktasına kadar getirildi. Gençlerin
ellerindeki cep telefonlarının markalarını ne kadar önemsediklerini sanıyorum
görüyorsunuz. Canları sıkıldı mı tespih çeker gibi cep telefonlarıyla
oynuyorlar. Bir günde saatlerce cep telefonuyla konuşurlarsa, evlerimizde her
akşam televizyon kanalları üç yüz, dört yüz kez tıklanırsa, hiçbir program
baştan sona izlenemezse, İnternet cafeler gençler için en kalabalık toplanma
alanları olursa, bir öğrenci yılda ortalama 900 saatini okulda, 1500 saatini televizyon başında geçirirse o
toplumda kültür, sanat adına bir çürüme var
demektir.
Medya
kültürü yakın zamanlara kadar pasifti. Artık yönlendirici, aktif kültür haline
geldi. Olumsuz anlamda aktiflik bu. Medyanın etkisi altında kalarak şiddet
uygulayanlar, intihar edenler, insan öldürenler ne kadar çoğaldı, görüyoruz.
Görsel,
renkli, içi boş medya kültürüne karşı direnmenin en sağlıklı yolu yazınsal
kültürden geçiyor. İyi yazılmış öyküler, romanlar, şiirler çocuklarımızı,
genlerimizi içten, anlamlı ve kalıcı bir biçimde etkilemenin yollarından
birisi. Hatta birincisi. Kaçak, soyut, edilgin bir yazın ürünü yapamaz bunu. Bu görev hâlâ toplumcu gerçekçi yazın ürünlerinin omuzlarında. Sözünü ettiğim kaba gerçekçi
yazın ürünleri değil ama bunlar. Her türlü yaratıcılığı ve özgünlüğü besleyen
yazın ürünlerinin sorumluluğundan söz ediyoruz. Gerçekliğe arkasını dönen ama çağları ve kuşakları etkileyen
hiç roman gördünüz mü?
Ben,
büyükler için yazarken olduğu gibi gençler için yazarken de bunları gözettim. Toplumsal bilinçten, sorumluluktan,
duyarlıktan uzak gençler yetiştirmek ereğimiz olamaz. Romanlarımda temiz bir Türkçe kullanmaya özen gösterirken,
onları düşlerle, fantezilerle donatırken, yaşam gerçekliğinden de soyutlamamaya özen gösteriyorum. Sosyal konuları,
şekerin elmanın içinde erimesi gibi eritebildiğiniz zaman gençler
hiç da rahatsız olmuyorlar bundan…
-Son yıllarda çocuk ve
gençlik edebiyatı üzerine yazanlar çoğaldı. Kitap üretimleri sayısal olarak çok
arttı. Bu durum çocuk edebiyatının iyi bir pazar olarak görülmesinden
mi kaynaklanıyor? Bu konuda neler düşünüyorsunuz?
Piyasa
ekonomisinin egemen olduğu bir sistem
içinde yaşıyoruz. Yazarı, kitabı bu ilişkinin dışında tutmak yanlış. Sizin
duyduğunuz kaygıyı açık söyleyeyim ki ben de her zaman duyuyorum..
Nüfusumuzun
yarısına yakını çocuk ve genç. Elbette ki bu alan geniş bir Pazar. Medya kültürü ne denli çocuklarımızı
gençlerimizi kuşatsa, onlar test ve tost ikilemi içinde sınav vurgunu yemişe döndürse de yine de karşınızda büyük bir okur kitlesi kalıyor size. Bazı yayınevleri, uyanık yazar
taslakları bunun ayrımında. Onlar selin önünden kütük kapmaya çalışıyorlar.
Gerçek
anlamda büyük yazarlarımızın çocuk yazınına soyunmamaları bu alanın önemli
boşluklarından birisi. Çocuk yazınına kayarlarsa bu alanda dolu dolu edebiyat
yapamayacaklarını sanıyorlar. Yanlış.
Çocuk
yazının kendi eleştirmenini, dergisini, edebiyat kültürünü yaratamaması, çocuklar için yazmanın hâlâ “çocuk işi” sayılması bu alana ikinci, üçüncü
sınıf yazarların, daha doğrusu kendisini
yazar ilan edenlerin elinde kalmasına
neden olmuştur. Çocuk yazınını evde canı sıkılan ev hanımlarının, kahvehanelerden
bunalmış emeklilerin ikinci bir uğraş
alanı gibi görülmesi beraberinde birtakım sakıncalar getiriyor. Yayınevlerinin
nitelikli editörlerle çalışmamaları, bu alanı filtre etmemenin ilk basamağı.
Çocuk
ve gençlik yazınındaki büyüme, nitelikle niceliğin birlikte büyümesidir. Evet,
bu alanda önemli sıçramalar oldu. Ama
hâlâ piyasadaki kitapların yüzde yetmişi
telif yapıtlar değil, çeviri yapıtlar. Öğretmenlerimizin, velilerimizin, ve
çocuklarımızın okuma kültürlerini geliştirmeleri, daha seçici olmaları, çocuk
ve gençlik edebiyatında iyi kitapların kötü kitapları piyasadan kovmasını
kolaylaştıracaktır. Yüz Temel Eser uygulamasındaki çirkinlikler böylesi bir
bilince çarpıp kırıldı. Bu bilinci ve duyarlığı daha çok geliştirmeye
gereksinimiz var.
-Siz, büyükler için de romanlar, öyküler
yazan birisiniz. Büyükler için
yazdıklarınızla küçükler için yazdıklarınız arasında temel ayrım nedir? Bunlar
birbirini besliyor mu, yoksa birbirine zarar mı veriyor?
Aslında
edebiyat bir bütündür. Çocuk ve gençlik edebiyatını büyükler için yapılmış
edebiyatın minyatürü saymak çok yanlış.
Büyükler için hangi konuları ele alıp yazıya döküyorsanız, aynısını çocuklar, gençler
için de ele alıp yazıya dökebilirsiniz.
Önünüzde yasaklar, tabular yok. Yalnız
anlatım biçiminiz, yoğunluğunuz, diliniz, imgeleriniz değişebilir. Tüm bunları
yazınsal bağlamda yorumlayıp yansıtırken hedef kitlenizin algılama biçimini, düzeyini, pedagojik özelliklerini gözetmeniz önem kazanır.
Yıllardır
her yaş grubundaki insanlar için yazıyorum.
İlginç değil mi hedef kitlemin yaşı
küçüldükçe daha çok arınmak, yalınlaşmak, durulaşmak gereği duyuyorum. Her
türlü ayrıntılardan, tortulardan kurtulmak istiyorum. Küçük çocukların
karşısına tüm içtenliğimle, sıcaklığımla, doğallığımla çıkmaya çalışıyorum.
Edebiyatın
özüne dönüşle insanın özüne dönüş arasında bir koşutluk var sanki. Edebiyatın
özü çocuk edebiyatında, insanın özü çocukta gizli gibi geliyor bana. Her ikisinde de arınma, her ikisinde de öze dönüş çabaları ağır basıyor. İçimizdeki çocuğun
sesini duymak, onun sesiyle türkünüzü söylemek de deyebilirsiniz buna. İlhan Berk gibi
“çocukların süt dişleriyle yazmak” da diyebilirsiniz. Çocuğa görelik belki, ama
çocuksuluk değil. Çocuğa rağmenlik hiç değil. Bu arınmışlık, kendinizi
çocuk yerine koymanın, çocuk olmanın adıdır. İçinizdeki çocuğun sesini
duyarsanız, bu zor alanın üstesinden gelme şansınız artar. Çocuklar için
yazarken yüzüne çocuk maskesi takanları çocuklar herkesten daha iyi anlıyor ve onları okumuyor. Çocuk yazınındı “sahicilik” ve içtenlik çok önemli.
Çocuklar,
gençler, büyükler için yazmanın edebiyat alanımı varsıllaştır- dığı kanısındayım. Elinizdeki farklı silahlarla cephenin her
kesiminde, yakın uzak mesafelerde dövüşmek gibi bir şey bu. Yazınsallığın
farklı kademeleri hiçbir zaman o alanı parsellemek, dilim dilim, etmek,
kutulara koyup paketlemek anlamına gelmez. Büyükler için has bir ürün
vermişseniz, bunu daha çok gençler beğenmiş ve okumuşsa ya da çocuklar için
yazdıklarınızdan büyükler de tat
alıyorlarsa (Pinokyo, Donkişot gibi) ne sakıncası var bunun. Has edebiyat,
aslında her yaş ve kültür grubundan okur
bulan edebiyattır.
Nitelikli çocuk ve gençlik edebiyatı size göre nasıl
olmalı?
Güzellik ya da nitelik
göreceli bir şey. Kitabın kağıdı,
yazı karakteri, resimlenmesi de bunun
içine girer. Bunlar kişiye, topluma, zamana
göre değişiklikler gösterir. Ama ortak akıl, ortak beğeni diye de bir
şey var.
Nitelikli
yapıt, yerelliği, güncelliği aşan, tüm insanlığı kucaklayan, “göre”lik olayını
kişi, zaman, toplum bağlamında geniş bir zamana ve mekana yayan, üslup yaratan,
didaktiklikten çok lirizme önem veren, insanın sorunlarını simgelerle,
sembollerle, metaforlarla yansıtan,
fantezileri olan, gerçeklikle göbek bağlarını koparmayan, insanlığın ortak
değerlerini kucaklayan yapıtlardır.
Bunlar, bir damla suda kocaman bir
deryayı var ederler.
Bu
tür yapıtlar yaratabilmek, mumdan kayıklarla ateşten denizleri
geçmek gibidir. Ben
bu denizde çok kayıklar batırdım, erittim. İnatla ateşten
denizi geçmek için yeni kayıklar üretmekle
meşgulüm…
|