Bu güne kadar hem seslendirme sanatçısı, hem de
oyuncu olarak tanıyoruz sizi. Bize kendinizle ilgili biraz daha kapsamlı bilgi
verir misiniz? Nasıl ve ne zaman başladı bu yolculuk?
Oldukça erken diyebilirim. Beni
güzel ve doğru konuşmaya özendiren, sahne tasarımcısı olan ablamdır. O zaman
sekiz yaşındaydım. TRT’de hepimizi
büyüten radyo tiyatrosu, çocuk saati gibi programlar vardır. Annem ve ablamın teşvikiyle TRT’nin açmış
olduğu sınavı kazanıp eğitimime ve seslendirmeye başladım. Hala da bu işi
sürdürüyorum. Ayrıca on yıldır da dublaj yönetmenliği yapıyorum. Bu güne kadar
seslendirdiğim birçok reklâm filmi, dizi, yabancı ve yerli film var.
Dublajın kelime anlamı nedir?
Dublaj,
Türkçe bir sözcük değil elbette. İngilizce "dubbing", yani ikilemek
anlamına geliyor. Günümüzde, "duble etmek" olarak ta açıklanabilir
ama ben bundan pek hoşlanmıyorum. Çünkü "duble" sözcüğü de Türkçe
değil. Ama ne yazık ki artık dilimizde yer etmiş bir kelime. Kısaca, var olan
bir şeyin üstüne, ikincisini yapmak diyebiliriz. Yaptığımız şey aslında bire
bir bu.
Nasıl dublaj sanatçısı olunur ve kimler dublaj
yapamaz?
Bu aslında bir anlamda şans işi. Şimdilerde
dublaj eğitimi veren birkaç yer var. Yani son zamanlarda bir takım diksiyon
kursları var ki; bu kurslarda kendini ifade etme ve diksiyon dersleri
verilmesinin yanı sıra, dublajın nasıl yapıldığı da öğretiliyor. Ama aslında
eğitim biraz da usta çırak ilişkisi içinde gelişiyor. Ben de bu işi çok büyük
ustalarla çalışarak öğrendim. Daha sonra
da kendimi geliştirerek devam ettim.
Dublaj
sanatçısı olmak için her şeyden önce iyi bir diksiyona, temiz bir sese sahip
olmak gerekiyor; yani problemsiz bir ses. Kısık ve diksiyonu düzgün olmayan, nodülsüz,
eğitimsiz bir ses bu iş için uygun değildir. Bir takım fiziksel problemler de
olmamalı. Örneğin; pelteklik, kekemelik
gibi. Ayrıca da diksiyon/ fonetik
kurallarına uygun ve bu işin eğitimini almış olmak gerekiyor. Daha sonrada bu
konuyla ilgili tanıdıklarınızın, yaşadığınız şehrin ve şansın da önemi çok
büyük. Daha doğrusu olması gereken bu. Ama burası Türkiye ve her an her şey
olabilir.
Dublaj şu anda Türkiye’de ne durumda?
Türkiye
dublajın en iyi olduğu ve en iyi yapıldığı ülkelerden biri. Hatta birincisi. Bu
sadece bizim fikrimiz değil. Çok sık yurt dışından insanlarla birlikte
çalışıyoruz. Özelliklede Amerikalılar bizim bu konudaki hızımıza, becerimize ve
çıkan işe beğeni ve gıptayla bakıyor.
Çünkü gerçekten biz bu işi çok kısa zamanda ve çok iyi yapabiliyoruz.
Gerçi dublaj son dönemlerde farklı farklı nedenlerden ötürü iyi bir yerde
değil. Eski popülaritesini kaybetmiş durumda demeyeyim ama eski kalitesini
kaybetmiş durumda.
Dublaja yetenekli olan bir insanın mutlaka
İstanbul, Ankara ya da İzmir gibi büyük kentlerde yaşama zorunluluğu var mı?
Evet, az
öncede söylediğim gibi dublaja yeteneği olan ve dublaj yapmak isteyen bir insan
illede büyük şehirde olmak zorunda ne yazık ki. Hatta İstanbul’da olmak zorunda
diyebiliriz. Yani Ankara’da ya da İzmir’de de dublaj şansı bulabilir. Ama çok
sınırlı. Yani her şeyin olduğu gibi dublajın da kalbi İstanbul’da atıyor. O yüzden ne yazık ki
dublaj yapmak isteyen bir kişinin İstanbul’da yaşaması zorunlu gibi.
Bir diploma gerekli mi?
Hayır, Bir
diploma gerekmiyor. Ama keşke gerekseydi. -Gerekseydi de bu iş bu kadar
ucuzlamasaydı- diye düşünüyorum açıkçası.
Türkiye de dublajın tarihçesi nerelere dayanıyor?
Türkiye’de
dublaj çok eskilere dayanıyor. Ta eski zamanlardaki Türk filmlerine uzanıyor.
Ferdi Tayfur, Adelet Cimcozlarla başlıyor bu iş. Eskiden dublaj daha meşakkatli
ve daha saygıdeğer bir iş olarak görülüyormuş. Bizim ustalarımızın anlattığı
anekdotlardan öğrendiğimize göre gerçekten çok zormuş. O zaman bizim elimizdeki
gibi arkasında bir takım isim şehir oynadığımız çoğaltılmış tekstler yokmuş ve
insanlar söyleyeceklerini ezberleyerek
kayda girerlermiş. Cümle cümle seslendirme yapılırmış. O zamanlar makaralı
bantlarla kayıt yapılıyormuş. "Lup" denilen sistem varmış. İnsanların
bir kere dilleri sürçse, bir şekilde takılsalar ya da ağız oturmasa, oldukça
geriye gitmeleri gerekiyormuş. Halbuki şimdi teknolojiden yararlanıyoruz. Onların
çektiği sıkıntıların hiç birini çekmiyoruz.
Dublaj yapılan mekânlardan söz edelim mi biraz da?
Seslendirmeler
özel stüdyolarında yapılıyor. Hoş gerçi artık az önce de söylediğim gibi dublaj
artık evde bile yapılabiliyor. Ki ben de evinde de dublaj yapabilen
konuşmacılardan biriyim. Şöyle ki: Senkron
gerektiren dublajı tabii ki evde yapamazsınız. Burada mutlaka bir stüdyoya
gereksinim var. Ama teknolojinin imkanlarından yararlanarak senkron
gerektirmeyecek dublajı basit bir düzenekle evde de yapabilirsiniz. Onun
dışındakileri dublaj stüdyolarında yapıyoruz. Evde yaptığımız dublaj bize zaman
kazandırıyor.
Maddi ve mesleki anlamda tatminden söz edebilir
miyiz? Stüdyoların çalışma koşulları nelerdir? Eğer tercih edilirse hangi
saatler dublaj için uygun olur? Zor ya da kolay dublaj var mı? Çizgi film
sinema ya da reklam dublajlarının arasında bir fark var mı ya da dublaj
sanatçısı böyle bir seçim yapması gerekse neyi nasıl seçer?
Mesleki
anlamda tatmin derken ben kendi adıma şunu söyleyebilirim. Ben bu ülkede
sevdiği işi yaparak para kazanan ender insanlardan biriyim. Bu yüzden şanslı
azınlıktan sayıyorum kendimi. Ben bir oyuncuyum. Dublaj da benim işimin bir
parçası. O yüzden mesleki anlamda fazlasıyla tatmin oluyorum. Ama maddi anlamda
aynı şeyleri söyleyemem. Bu işten çok fazla para kazanmıyoruz. Çünkü dublaj
Türkiye’de ne yazık ki bu anlamda hak ettiği yerde değil. Özellikle de yurt
dışıyla karşılaştırılırsa arada büyük uçurumlar var.
Ne yazık ki
bu iş maddi anlamda bizi doyuran bir iş değil. Tabii reklam sektörü her yerde
olduğu gibi dublajda da daha karlı bir iş. Eğer reklam seslendirmesi yaparsanız
daha az bir zaman harcayıp daha çok kazanabilirsiniz. Ama bu kişiye özel ve
bunun fiks bir fiyatı yok. Örneğin A kişisi üç lira alırken B kişisi beş lira
diğeri on lira alabiliyor. Telaffuz ettiğim rakamlar gerçek rakamlar değil
sadece oranlamak istedim. Kişiye göre de
değişir ama çok iyi para kazanan ve sırf
bu işten geçimini sağlayan insanlar da yok değil. Ama genel anlamda.bu insanlar
azınlıktalar. Tekrarlayacak olursa: Türkiye de dublaj, maddi anlamda çok
tatminkâr ve hak ettiği yerde değil.
Senkron olayını biraz açar mısınız; bu teknik TV
Dizileri ve filmlerde çok mu önemli?
Evet Zaten
Türkiye de dublaj bu yüzden çok iyi durumda. Senkron dediğimiz şey, sesle
görüntünün birebir oturması. Yani görüntüde ağız hareket ederken siz erken ya
da geç bitirirseniz ya da görüntüdeki karakter hapşırırken siz hapşırmayıp repliğe devam ederseniz, işte burada senkron
tutmamış oluyor. Ekrandaki ağız hala hareket ederken siz cümleyi erken
bitirdiğinizde, orda iki hecelik ağız hareketi varsa senkron tutmuyor.Yani
sesle görüntünün birbirine eş olmasına senkron diyoruz.
Oyunculuğun dublaja bir katkısı var mı? Sahnede
oyun oynarken prova aşamasından sonra her oynadığınız rolde karaktere
yoğunlaşabiliyor musunuz? Onunla bütünleşebiliyor musunuz? Peki dublaj
yaptığınızda duygu işini nasıl çözümleyebiliyorsunuz? Sesinizi verdiğiniz
karakterle bütünleşmeniz söz konusu mu? Tiyatroda uzun soluklu bir prova dönemi
geçiriyorsunuz. Böylelikle oynadığınız karakteri araştırıp inceleme şansınız
var. Oysa dublajda belki o an elinize metin geliyor ve siz hemen dublaja
başlamak zorunda kaldığınız anlar oluyor yanılıyor muyum? Peki bu karakterle tiyatro
sahnesinde olduğu gibi duygusal bir bağ
oluşturma yada role adapte olma söz konusu mu?
Duygu anlamında oyunculuk ile dublaj arasında bir
benzerlikten söz edebilir miyiz?
Dublaj
sahnede olmak ya da bir film çekmekle aynı şey değil. Dublaj sadece teknik.
Çünkü gerek dizi gerekse sahne oyunculuğu olsun duygusuz olamaz. Duygularınız
olmasa oyunculuk yapamazsınız. Ama dublaj tamamen tekniğe dayalı bir şey.
Sesinizle oynamaktır. İçinizde onu hissetmezsiniz. Zaten bu mümkün değildir.
Plan değişir, siz o sırada ağlıyorsunuzdur. Plan tekrar değişir, bir sonraki
sahnede iki saniye sonra gülüyor olmanız gerekebilir. Diliniz sürçer, kayıt
kesilir. Kayıt baştan alınacaktır. Ama bunu gerçekten yaşayarak yapmaya
kalktığınızda delirirsiniz. Böyle bir şey mümkün değildir. Buna ne yarıştığınız
zaman elverir, ne de psikolojiniz.Zaten etrafınızda bir sürü etken
var.Kulağınızda kulaklık,karşınızda monitör var.Kulaklığın bir ucunda özgün ses
diğerinde kendi sesiniz var. Elinizde tekst, gözünüz sık sık yönetmeni takip
etmek zorunda. Bir yandan da teksti deşifre ediyorsunuz. Daha bitmedi. Tüm
bunları yapmak zorundayken bir taraftan sesinizle oynuyor diğer yandan
görüntüyü takip ediyorsunuz. Ağzında kalem mi var sigara mı içiyor hapşuruyor
mu, ona bakıyorsunuz.
Yanınızda
konuşmacı olarak başka bir arkadaşınız olabilir. Yönetmen rejiden
size bir
direktif verebilir. Yani aynı anda bir sürü işle
meşgulsünüz ve hepsini yapmak
zorundasınız. Bir duyguyu bu kadar etkenle hissetmek mümkün
değil. Gerekmiyor
da zaten.Çünkü görüntü sizin
görüntünüz değil ve siz sadece sesinizle oynamak
durumundasınız.Bu da sadece teknik bir olay.Ha Tabii ki duygu
veriyorsunuz ama
bunu teknikle veriyorsunuz,hissederek değil.Ama bazen çok
sevdiğiniz filmler
çok komik ya da duygusal olabiliyor.Bazen bu gibi filmlerin
dublajlarında
gerçekten güldüğümüz yada ağladığımız
oluyor.Ama bu çok ender.Ya da film bizi
öyle sarmış ki ,konuşmayı unutup filmi seyretmeye dalabiliyoruz.
Film akıp
gidiyor. Ama bu nadiren olur. Her filmde değil.
Sesin
tanınmış olması kazandığı parayla paralel gidiyor diyebilir miyiz?
Tabii ki.
Tanınmış olmak tıpkı oyunculuktaki gibi size avantaj sağlıyor. Eğer bu anlamda
tanınmış biriyseniz fiyatınız biraz daha yüksek olabiliyor.
Dizi filmlerde mankenler ya da medya dünyasında
popüler olan insanlar başrollerde oynatılıyor. Bu insanlar da dublaj
yapabiliyorlar mı? Örneğin manken ya da şarkıcı bu işte hiç deneyimi olmadığı
halde bu işe yıllarını vermiş bir dublaj sanatçısından daha fahiş bir fiyatla
dublaj yapabiliyor mu?
Güzel bir
soru. Ne yazık ki! Örneğin biz dört yıl, hatta daha fazla tiyatro eğitim almış
oyuncular olarak hala işimizi yaparken, bir taraftan da kendimizi eğitmeye
geliştirmeye çalışırken, henüz üç gün önce hasbelkader şarkıcı ya da manken
olmuş, sadece medyatik olduğu için dünyanın parasını kazanan biri, sizin üç
kuruşa yaptığınız bir dublajı, on üç kuruşa yapabiliyor. Evet sadece medyatik
olduğu için. Bazı özel durumları bu kategoride tutmuyorum tabii ki. Örneğin
Walt Disney, Worner Bross gibi büyük şirketler için dublaj yapıldığında, bunu
konuşabilecek çok yetenekli sanatçılar varken, sırf medyatik olduğu için ve
onun ismi afişte yazarsa daha çok gişe hasılatı yapacağı için, dublajı o kişere
yaptırıyorlar. Böyle bir sürü film var. Bu ne kadar doğru? O insanlara çok
fazla kızamıyorum. Ben üç lira istiyorum, onlar otuz üç lira istiyor. Benim
çıkaracağım işle, onlarınkinin arasında iş kalitesi anlamında dağlar kadar fark
varken, onlara 33 lira verip, sırf isminin hatırına böyle bir şey
yaptırabiliyorlar. Belki bir tek açıdan doğrudur. Örneğin Tarkan bir filmde
konuştuğu zaman belki ona şarkılarını da söyleteceklerdir. Dublaj anlamında çok
başarılı olmayabilir ama şarkıları söylemesi gerektiği için o filmde Tarkan’ın
konuşturulmasına çok karşı değilim. Hoş yine de bir parantez açıyorum. Bir çok
kaliteli, profosyönel olarak şarkı söyleyip,
aynı zamanda oyuncu da olan sanatçımız
var ki; normalde şarkı söyleyebilmek, her oyuncuda olması gereken bir özellik
zaten. Bu bizim işimizin bir parçası.Ama ne yazık ki hayat gibi,
bu sistem de çok adil değil. Yapılacak bir şey de yok.
Öykündüğünüz bir sanatçı vat mı?
Kendi
dönemimden var diyemem. Çünkü hepimiz aynı dönem ustalarıyla büyüdük ve
geliştik. Ama Jeyan Tözüm, Alev Emre benim idollerim. Çok takdir ettiğim dublaj
sanatçıları ve aynı zamanda çok iyi oyunculardır. Onlarla da çalışma fırsatı
bulabildiğim için çok şanslıyım. Her şeyden önce onların iş disiplinlerine
öykündüm. Onun dışında kendi jenerasyonum içinde de pek çok takdir ettiğim
konuşmacı arkadaşlarım var.
Derneğiniz var mı ve bu çalışmalar doyurucu mu?
Evet, bir
derneğimiz var. Yıllardır "Seslendirme Sanatçıları Meslek Birliği"
adı altında bir birliğimiz var. Daha doğrusu biz bu birlik çatısı altında
toplanıyoruz. Ve amacımızda hak ettiğimiz ücretleri alabilmek, telif haklarıyla
ilgili savaşabilmek. Çünkü Türkiye’de telif hakları pek çok şeyde olduğu gibi
oturmuş durumda değil. Bizim yıllar önce konuştuğumuz bir film belki beş yüz
kere kanaldan kanala gezip yayınlanmıştır. Ve biz bunun hesabını bile
tutamıyoruz. Ne yazık ki böyle bir problemimiz var. Dernekten beklentimiz bu
aslında. Yavaş yavaş olsa da yol kat ettiğimizi düşünüyorum. Yani geç olsun da
güç olmasın diyorum.Umarım beklediğimiz sonucu elde ederiz bu birlik sayesinde.
Tabii dublaj
biraz da bireysel bir iş ve herkes kendi kendinin derneği olmak zorunda.
Adamsendecilik ve bana necilik, beni ilgilendirmiyor, ben gemimi kurtarayım da
kim ne yaparsa yapsın gibi bir zihniyet aslında uzun vadede bindiğin dalı
kesmek oluyor. Bizim biraz da bunun farkında olmamız gerek.
Tamamen bu işe yoğunlaşıp yaşam idame
ettirilebilinir mi?
Evet Ama çok
garantici bir yaşam olmaz. Çünkü belli bir sirkülâsyonu olmayabilir işin. Sırf
böyle yaşayan ve bu işten para kazanan arkadaşlarım var elbette. Çünkü işin
sigortası yok. Teknoloji de giderek ilerliyor. Gün gelir konuşmacılar bu işten
geçinemeyebilirler. Bir çoğumuz da zaten ek işler yapıyoruz. (Benim gibi dizi
filmlerde, tiyatroda oynayarak ya da Devle Tiyatrolarında, Şehir Tiyatrolarında
kadrolu çalışarak.) Dublajı sadece ek iş olarak görüyorlar.
Dublajda Türkçe'yi kaybetme riski var mı?
Evet bu çok
güzel bir soru. Dublajda Türkçe'yi kaybetme riski oldukça fazla. Eğer bu ülkede
yaşıyorsanız her şeyden önce Türkçe'yi çok iyi konuşmalısınız. Dublajda da
Türkçe'yi çok iyi kullanmak gerek. Ve bizim bu konuda bir görev yüklenmemiz
gerektiğini düşünüyorum. Bizler oyuncu ya da dublaj sanatçısı olarak göz önünde
olan insanlarız. Sesimizle fiziğimizle oyunculuğumuzla. Dolayısıyla gelecek
nesile iyi şeyler öğretmek, doğrusunu göstermek zorundayız. Çünkü eskiden bir
şeyin doğrusunu görebilmek için TRT'yi dinlerdik ya da seyrederdik. Tabii özel
kanallarla biraz kötü gitmeye başladı bu durum. Ama bizim gelişmekte ve büyümekte
olan gençlere öncülük etmemiz gerekiyor bu konuda. Türkçe'nin doğru kullanımını
göstermek gerekiyor. Ama dil çok gelişen bir şey olduğu için bizim her şeyden
önce kendimizi geliştirmemiz gerekiyor. Durmadan dinlenmeden dilimizi
yenilemeliyiz. Dil anlamındaki gelişmeleri takip etmeli, kontrol altında
tutmalıyız. Çünkü ne kadar dikkat ederseniz edin etrafımızda öyle bir dil
dejenerasyonu var ki sizler de ister istemez farkında olmadan -ben böyle
söylemem ben böyle yapmam- çığlıkları arasında o çarkın bir dişlisi olarak
buluveriyorsunuz kendinizi. Onun için bir otokontrol mekanizması geliştirmeniz
gerekiyor. Emin olmadığınız şeyleri ustalarınıza danışarak, T.D.K ya da imla
kılavuzlarına başvurarak öğrenebilirsiniz. Bunu bir görev olarak üstlenip, genç
nesle örnek olunması gerektiğini düşünüyorum. Türkçe'yi kaybetme riski de ne
yazık ki bilinçsizce yapılan dublaj da Türkiye’de var. Sadece ağız dolsun
gerisi önemli değil şeklinde. Bu taşeron firmalardan, özel kanallardan da
kaynaklanıyor. Amaç işi ucuza çıkarmak. Kalite artık ikinci planda.
O halde ortaya kalitesiz bir dublaj çıkıyor. Peki,
bu neden kaynaklanıyor?
İyi
çevirmenler, iyi konuşmacılar, iyi teknik imkânlar yoksa kaliteli bir dublajdan
söz etmek mümkün değil. Yönetmen olarak da oraya oturtulan kişinin bilgili ve
bilinçli olması gerekli.
İyi bir dublaj için gerekli koşullar ne olmalı?
Bir kere her
şeyden önemlisi çok çok iyi bir dublaj çevirmeni gerekiyor. Çünkü normalde
çeviri, bire bir de olabilir. Ama dublaj
çevirisi çok daha farklı bir şeydir. Çünkü bire bir çevirmek konusunda çevirmen
iyi olabilir ama eğer dublaj çevirisi yapmazsa, o zaman sonuç farklı oluyor ve
senkron tutmuyor. Bu yüzden bir çevirmenin sadece yabancı dilden Türkçe'ye
çevirmesi değil, aynı zamanda ağız senkronunu tutturabilecek bir yeteneğe sahip
olması, yani işi bilmesi gerekir. Onun dışında tekstin puntosu bile sizin için
çok önemli olabiliyor. Çok büyük olursa ilginiz dağılıyor, küçük olursa
okuyamayabiliyorsunuz .
İyi bir
konuşmacının o role giden bir sesi, iyi bir diksiyonu iyi bir deşifresi olması
gerekiyor. (Suplex: Anında fark edip atak olabilmek, hızlı davranabilmek işinde
her şeyi bir birine koordineli bir şekilde yapabilmektir.) Yani herhangi bir
aksilikte, durmadan yola devam edebilme yetisidir.
İyi bir
teknisyen de çok önemli. Eli çabuk ve dikkatli olması gerekiyor. Siz elinizdeki
teksti, karşınızdaki monitörden de görüntüyü takip ederken birçok şeyi
kaçırabiliyorsunuz. Bu gibi durumlarda iyi bir teknisyene çok iş düşüyor.
Yönetmenin de Türkçeye hâkim olması, adı üstünde sizi iyi yönetebilmesi
gerekiyor. Tonlamanızı ya da söylediğiniz kelimenin yanlış mı doğru mu
olduğunu. (Bazen çevirilerde hatalar olabiliyor. Karakterlerin replikleri
önünüze karışık gelebiliyor.) Bu anlamda da yönetmenin tekstin tamamına hâkim
olması gerekiyor ki sizi uyarabilsin. Yönetmen asistanının da gözü açık eli
çabuk olması şart. Tabii ki önemli olan bir konu da iyi stüdyo olanaklarına
sahip olmak. Stüdyolarda ses yalıtımı çok önemli. Dışarıdan kamyon geçtiğinde,
ya da meşhur bir stüdyo sineği sürekli mikrofona konduğunda kayıt kestiğimiz
çok olmuştur. İzolasyon çok pahalı bir şey ve bu yüzden de stüdyolarda pek
tercih edilmiyor. Dolayısıyla iki saatte bitecek bir iş sizin dört saatinizi
alabiliyor. Bir de yaz aylarında havalandırma yetersiz kalıyor. Stüdyoların
sessiz bir havalandırma sistemine gereksinimi var. Çünkü havasızlık ve sıcak
sizin performansınızı olumsuz yönde etkiliyor.
Tiyatro gibi dublajın da bir ekip işi olduğunu
söyleyebilir miyiz?
Kesinlikle
Bir dublaj sanatçısının, partnerinden etkilenmesi
söz konusu mu?
Elbette
etkileniyorsunuz.
Şimdilerde "kanal sistemi" denilen bir sistemle çalışıyoruz. Yani konuşmacılar
stüdyoya girip tek tek seslendirme yapıyorlar. Bu bazen zorunluluktan
kaynaklanıyor. Çünkü herkesi aynı zamanda bir araya getiremeyebiliyorsunuz. Bu
benim sevdiğim ya da onayladığım bir sistem değil tabii ki. Çünkü insan öğesini
dışarıda tutuyor. Eskiden daha farklı bir sistem vardı. Filmin bütün kadrosu
girerdi kayda. Birinci sayfadan başlar, son sayfasına kadar beraber kayıt
alırdık. Film hiç durmadan akardı.
Partnerinizin
konuşma tarzı size uygunsa, işiniz çok daha keyifli oluyor. En azından bu benim
için böyle. Ama artık kayda tek tek girdiğimiz için bu zevkten de mahrum
kalıyoruz.
Bu güne kadar hangi sanatçıları seslendirdiniz? Bir
kaç örnek verebilir misiniz?
Mag Ryan, Angelina Jolie,J ulia Roberts, Azra Akın,
Yalancı Yarimde "Naz" karakteri, konuşmuş olduğum birkaç manken daha
var ama isimlerini gerçekten anımsamıyorum.
Sayısız reklam
filmi dublajım var. Avea’nın operatör sesi idim. Şimdilerde değişti. Fiyat
konusunda anlaşamadık. "Alıyor kağıdı eline okuyor bu kadar parayı ödemeye
ne gerek var?" diye düşündükleri için, verdiğimiz fiyatlar artık onlara çok fazla gelmeye başladı.
Sayısız film, sayısız Brezilya dizisinde seslendirme yaptım. Kırmızı Başlıklı Kız, Davinci’nin Şifresi,
Karayip Korsanları, hemen aklıma gelenler. Bir de kendimi seslendiriyorum. Ama
insanlar sesin bana ait olmadığını düşünüyorlar.
Sizi başka bir sanatçı seslendirse tepkiniz ne
olur?
Kendi
görüntümün üzerine yabancı bir ses! Bunu çok yadırgarım ve hiç hoşuma gitmez..Genelde insanlar
mikrofondaki sesini hiç sevmez. Bunun nedeni mikrofonda çıkan sese yabancı
olmalarıdır. Ama çok küçük yaşta mikrofondaki sesimle tanıştığım için, o sese o
kadar alışkınım ki yadırgamıyorum.
Teşekkürler Sevgili Burcu.
Ben teşekkür
ederim
|