Burcu Başaran - Buket Akkaya

 

   

 

Bu güne kadar hem seslendirme sanatçısı, hem de oyuncu olarak tanıyoruz sizi. Bize kendinizle ilgili biraz daha kapsamlı bilgi verir misiniz? Nasıl ve ne zaman başladı bu yolculuk?

Oldukça erken diyebilirim. Beni güzel ve doğru konuşmaya özendiren, sahne tasarımcısı olan ablamdır. O zaman sekiz yaşındaydım.  TRT’de hepimizi büyüten radyo tiyatrosu, çocuk saati gibi programlar vardır.   Annem ve ablamın teşvikiyle TRT’nin açmış olduğu sınavı kazanıp eğitimime ve seslendirmeye başladım. Hala da bu işi sürdürüyorum. Ayrıca on yıldır da dublaj yönetmenliği yapıyorum. Bu güne kadar seslendirdiğim birçok reklâm filmi, dizi, yabancı ve yerli film var.

Dublajın kelime anlamı nedir?

Dublaj, Türkçe bir sözcük değil elbette. İngilizce "dubbing", yani ikilemek anlamına geliyor. Günümüzde, "duble etmek" olarak ta açıklanabilir ama ben bundan pek hoşlanmıyorum. Çünkü "duble" sözcüğü de Türkçe değil. Ama ne yazık ki artık dilimizde yer etmiş bir kelime. Kısaca, var olan bir şeyin üstüne, ikincisini yapmak diyebiliriz. Yaptığımız şey aslında bire bir bu.

Nasıl dublaj sanatçısı olunur ve kimler dublaj yapamaz?

  Bu aslında bir anlamda şans işi. Şimdilerde dublaj eğitimi veren birkaç yer var. Yani son zamanlarda bir takım diksiyon kursları var ki; bu kurslarda kendini ifade etme ve diksiyon dersleri verilmesinin yanı sıra, dublajın nasıl yapıldığı da öğretiliyor. Ama aslında eğitim biraz da usta çırak ilişkisi içinde gelişiyor. Ben de bu işi çok büyük ustalarla çalışarak öğrendim. Daha  sonra da kendimi geliştirerek devam ettim.

Dublaj sanatçısı olmak için her şeyden önce iyi bir diksiyona, temiz bir sese sahip olmak gerekiyor; yani problemsiz bir ses. Kısık ve diksiyonu düzgün olmayan, nodülsüz, eğitimsiz bir ses bu iş için uygun değildir. Bir takım fiziksel problemler de olmamalı. Örneğin;  pelteklik, kekemelik gibi.  Ayrıca da diksiyon/ fonetik kurallarına uygun ve bu işin eğitimini almış olmak gerekiyor. Daha sonrada bu konuyla ilgili tanıdıklarınızın, yaşadığınız şehrin ve şansın da önemi çok büyük. Daha doğrusu olması gereken bu. Ama burası Türkiye ve her an her şey olabilir.

Dublaj şu anda Türkiye’de ne durumda?

Türkiye dublajın en iyi olduğu ve en iyi yapıldığı ülkelerden biri. Hatta birincisi. Bu sadece bizim fikrimiz değil. Çok sık yurt dışından insanlarla birlikte çalışıyoruz. Özelliklede Amerikalılar bizim bu konudaki hızımıza, becerimize ve çıkan işe beğeni ve gıptayla bakıyor.  Çünkü gerçekten biz bu işi çok kısa zamanda ve çok iyi yapabiliyoruz. Gerçi dublaj son dönemlerde farklı farklı nedenlerden ötürü iyi bir yerde değil. Eski popülaritesini kaybetmiş durumda demeyeyim ama eski kalitesini kaybetmiş durumda.

Dublaja yetenekli olan bir insanın mutlaka İstanbul, Ankara ya da İzmir gibi büyük kentlerde yaşama zorunluluğu var mı?

Evet, az öncede söylediğim gibi dublaja yeteneği olan ve dublaj yapmak isteyen bir insan illede büyük şehirde olmak zorunda ne yazık ki. Hatta İstanbul’da olmak zorunda diyebiliriz. Yani Ankara’da ya da İzmir’de de dublaj şansı bulabilir. Ama çok sınırlı. Yani her şeyin olduğu gibi dublajın da kalbi  İstanbul’da atıyor. O yüzden ne yazık ki dublaj yapmak isteyen bir kişinin İstanbul’da yaşaması zorunlu gibi.

Bir diploma gerekli mi?

Hayır, Bir diploma gerekmiyor. Ama keşke gerekseydi. -Gerekseydi de bu iş bu kadar ucuzlamasaydı- diye düşünüyorum açıkçası.

Türkiye de dublajın tarihçesi nerelere dayanıyor?

Türkiye’de dublaj çok eskilere dayanıyor. Ta eski zamanlardaki Türk filmlerine uzanıyor. Ferdi Tayfur, Adelet Cimcozlarla başlıyor bu iş. Eskiden dublaj daha meşakkatli ve daha saygıdeğer bir iş olarak görülüyormuş. Bizim ustalarımızın anlattığı anekdotlardan öğrendiğimize göre gerçekten çok zormuş. O zaman bizim elimizdeki gibi arkasında bir takım isim şehir oynadığımız çoğaltılmış tekstler yokmuş ve insanlar söyleyeceklerini  ezberleyerek kayda girerlermiş. Cümle cümle seslendirme yapılırmış. O zamanlar makaralı bantlarla kayıt yapılıyormuş. "Lup" denilen sistem varmış. İnsanların bir kere dilleri sürçse, bir şekilde takılsalar ya da ağız oturmasa, oldukça geriye gitmeleri gerekiyormuş. Halbuki şimdi teknolojiden yararlanıyoruz. Onların çektiği sıkıntıların hiç birini çekmiyoruz.

Dublaj yapılan mekânlardan söz edelim mi biraz da?

Seslendirmeler özel stüdyolarında yapılıyor. Hoş gerçi artık az önce de söylediğim gibi dublaj artık evde bile yapılabiliyor. Ki ben de evinde de dublaj yapabilen konuşmacılardan biriyim.  Şöyle ki: Senkron gerektiren dublajı tabii ki evde yapamazsınız. Burada mutlaka bir stüdyoya gereksinim var. Ama teknolojinin imkanlarından yararlanarak senkron gerektirmeyecek dublajı basit bir düzenekle evde de yapabilirsiniz. Onun dışındakileri dublaj stüdyolarında yapıyoruz. Evde yaptığımız dublaj bize zaman kazandırıyor.

Maddi ve mesleki anlamda tatminden söz edebilir miyiz? Stüdyoların çalışma koşulları nelerdir? Eğer tercih edilirse hangi saatler dublaj için uygun olur? Zor ya da kolay dublaj var mı? Çizgi film sinema ya da reklam dublajlarının arasında bir fark var mı ya da dublaj sanatçısı böyle bir seçim yapması gerekse neyi nasıl seçer?

Mesleki anlamda tatmin derken ben kendi adıma şunu söyleyebilirim. Ben bu ülkede sevdiği işi yaparak para kazanan ender insanlardan biriyim. Bu yüzden şanslı azınlıktan sayıyorum kendimi. Ben bir oyuncuyum. Dublaj da benim işimin bir parçası. O yüzden mesleki anlamda fazlasıyla tatmin oluyorum. Ama maddi anlamda aynı şeyleri söyleyemem. Bu işten çok fazla para kazanmıyoruz. Çünkü dublaj Türkiye’de ne yazık ki bu anlamda hak ettiği yerde değil. Özellikle de yurt dışıyla karşılaştırılırsa arada büyük uçurumlar var.

Ne yazık ki bu iş maddi anlamda bizi doyuran bir iş değil. Tabii reklam sektörü her yerde olduğu gibi dublajda da daha karlı bir iş. Eğer reklam seslendirmesi yaparsanız daha az bir zaman harcayıp daha çok kazanabilirsiniz. Ama bu kişiye özel ve bunun fiks bir fiyatı yok. Örneğin A kişisi üç lira alırken B kişisi beş lira diğeri on lira alabiliyor. Telaffuz ettiğim rakamlar gerçek rakamlar değil sadece oranlamak  istedim. Kişiye göre de değişir ama çok iyi para kazanan  ve sırf bu işten geçimini sağlayan insanlar da yok değil. Ama genel anlamda.bu insanlar azınlıktalar. Tekrarlayacak olursa: Türkiye de dublaj, maddi anlamda çok tatminkâr ve hak ettiği yerde değil.

Senkron olayını biraz açar mısınız; bu teknik TV Dizileri ve filmlerde çok mu önemli?

Evet Zaten Türkiye de dublaj bu yüzden çok iyi durumda. Senkron dediğimiz şey, sesle görüntünün birebir oturması. Yani görüntüde ağız hareket ederken siz erken ya da geç bitirirseniz ya da görüntüdeki karakter hapşırırken siz hapşırmayıp  repliğe devam ederseniz, işte burada senkron tutmamış oluyor. Ekrandaki ağız hala hareket ederken siz cümleyi erken bitirdiğinizde, orda iki hecelik ağız hareketi varsa senkron tutmuyor.Yani sesle görüntünün birbirine eş olmasına senkron diyoruz.

Oyunculuğun dublaja bir katkısı var mı? Sahnede oyun oynarken prova aşamasından sonra her oynadığınız rolde karaktere yoğunlaşabiliyor musunuz? Onunla bütünleşebiliyor musunuz? Peki dublaj yaptığınızda duygu işini nasıl çözümleyebiliyorsunuz? Sesinizi verdiğiniz karakterle bütünleşmeniz söz konusu mu? Tiyatroda uzun soluklu bir prova dönemi geçiriyorsunuz. Böylelikle oynadığınız karakteri araştırıp inceleme şansınız var. Oysa dublajda belki o an elinize metin geliyor ve siz hemen dublaja başlamak zorunda kaldığınız anlar oluyor yanılıyor muyum? Peki bu karakterle tiyatro sahnesinde olduğu gibi  duygusal bir bağ oluşturma yada role adapte olma söz konusu mu?

Duygu anlamında oyunculuk ile dublaj arasında bir benzerlikten söz edebilir miyiz?

Dublaj sahnede olmak ya da bir film çekmekle aynı şey değil. Dublaj sadece teknik. Çünkü gerek dizi gerekse sahne oyunculuğu olsun duygusuz olamaz. Duygularınız olmasa oyunculuk yapamazsınız. Ama dublaj tamamen tekniğe dayalı bir şey. Sesinizle oynamaktır. İçinizde onu hissetmezsiniz. Zaten bu mümkün değildir. Plan değişir, siz o sırada ağlıyorsunuzdur. Plan tekrar değişir, bir sonraki sahnede iki saniye sonra gülüyor olmanız gerekebilir. Diliniz sürçer, kayıt kesilir. Kayıt baştan alınacaktır. Ama bunu gerçekten yaşayarak yapmaya kalktığınızda delirirsiniz. Böyle bir şey mümkün değildir. Buna ne yarıştığınız zaman elverir, ne de psikolojiniz.Zaten etrafınızda bir sürü etken var.Kulağınızda kulaklık,karşınızda monitör var.Kulaklığın bir ucunda özgün ses diğerinde kendi sesiniz var. Elinizde tekst, gözünüz sık sık yönetmeni takip etmek zorunda. Bir yandan da teksti deşifre ediyorsunuz. Daha bitmedi. Tüm bunları yapmak zorundayken bir taraftan sesinizle oynuyor diğer yandan görüntüyü takip ediyorsunuz. Ağzında kalem mi var sigara mı içiyor hapşuruyor mu, ona bakıyorsunuz.

Yanınızda konuşmacı olarak başka bir arkadaşınız olabilir. Yönetmen rejiden size bir direktif verebilir. Yani aynı anda bir sürü işle meşgulsünüz ve hepsini yapmak zorundasınız. Bir duyguyu bu kadar etkenle hissetmek mümkün değil. Gerekmiyor da zaten.Çünkü görüntü sizin görüntünüz değil ve siz sadece sesinizle oynamak durumundasınız.Bu da sadece teknik bir olay.Ha Tabii ki duygu veriyorsunuz ama bunu teknikle veriyorsunuz,hissederek değil.Ama bazen çok sevdiğiniz filmler çok komik ya da duygusal olabiliyor.Bazen bu gibi filmlerin dublajlarında gerçekten güldüğümüz yada ağladığımız oluyor.Ama bu çok ender.Ya da film bizi öyle sarmış ki ,konuşmayı unutup filmi seyretmeye dalabiliyoruz. Film akıp gidiyor. Ama bu nadiren olur. Her filmde değil.

 Sesin tanınmış olması kazandığı parayla paralel gidiyor diyebilir miyiz?

Tabii ki. Tanınmış olmak tıpkı oyunculuktaki gibi size avantaj sağlıyor. Eğer bu anlamda tanınmış biriyseniz fiyatınız biraz daha yüksek olabiliyor.

Dizi filmlerde mankenler ya da medya dünyasında popüler olan insanlar başrollerde oynatılıyor. Bu insanlar da dublaj yapabiliyorlar mı? Örneğin manken ya da şarkıcı bu işte hiç deneyimi olmadığı halde bu işe yıllarını vermiş bir dublaj sanatçısından daha fahiş bir fiyatla dublaj yapabiliyor mu?

Güzel bir soru. Ne yazık ki! Örneğin biz dört yıl, hatta daha fazla tiyatro eğitim almış oyuncular olarak hala işimizi yaparken, bir taraftan da kendimizi eğitmeye geliştirmeye çalışırken, henüz üç gün önce hasbelkader şarkıcı ya da manken olmuş, sadece medyatik olduğu için dünyanın parasını kazanan biri, sizin üç kuruşa yaptığınız bir dublajı, on üç kuruşa yapabiliyor. Evet sadece medyatik olduğu için. Bazı özel durumları bu kategoride tutmuyorum tabii ki. Örneğin Walt Disney, Worner Bross gibi büyük şirketler için dublaj yapıldığında, bunu konuşabilecek çok yetenekli sanatçılar varken, sırf medyatik olduğu için ve onun ismi afişte yazarsa daha çok gişe hasılatı yapacağı için, dublajı o kişere yaptırıyorlar. Böyle bir sürü film var. Bu ne kadar doğru? O insanlara çok fazla kızamıyorum. Ben üç lira istiyorum, onlar otuz üç lira istiyor. Benim çıkaracağım işle, onlarınkinin arasında iş kalitesi anlamında dağlar kadar fark varken, onlara 33 lira verip, sırf isminin hatırına böyle bir şey yaptırabiliyorlar. Belki bir tek açıdan doğrudur. Örneğin Tarkan bir filmde konuştuğu zaman belki ona şarkılarını da söyleteceklerdir. Dublaj anlamında çok başarılı olmayabilir ama şarkıları söylemesi gerektiği için o filmde Tarkan’ın konuşturulmasına çok karşı değilim. Hoş yine de bir parantez açıyorum. Bir çok kaliteli, profosyönel olarak şarkı söyleyip,  aynı zamanda oyuncu da olan  sanatçımız var ki; normalde şarkı söyleyebilmek, her oyuncuda olması gereken bir özellik zaten. Bu bizim işimizin bir parçası.Ama ne yazık ki  hayat gibi,  bu sistem de çok adil değil. Yapılacak bir şey de yok.

Öykündüğünüz bir sanatçı vat mı?

Kendi dönemimden var diyemem. Çünkü hepimiz aynı dönem ustalarıyla büyüdük ve geliştik. Ama Jeyan Tözüm, Alev Emre benim idollerim. Çok takdir ettiğim dublaj sanatçıları ve aynı zamanda çok iyi oyunculardır. Onlarla da çalışma fırsatı bulabildiğim için çok şanslıyım. Her şeyden önce onların iş disiplinlerine öykündüm. Onun dışında kendi jenerasyonum içinde de pek çok takdir ettiğim konuşmacı arkadaşlarım var.

Derneğiniz var mı ve bu çalışmalar doyurucu mu?

Evet, bir derneğimiz var. Yıllardır "Seslendirme Sanatçıları Meslek Birliği" adı altında bir birliğimiz var. Daha doğrusu biz bu birlik çatısı altında toplanıyoruz. Ve amacımızda hak ettiğimiz ücretleri alabilmek, telif haklarıyla ilgili savaşabilmek. Çünkü Türkiye’de telif hakları pek çok şeyde olduğu gibi oturmuş durumda değil. Bizim yıllar önce konuştuğumuz bir film belki beş yüz kere kanaldan kanala gezip yayınlanmıştır. Ve biz bunun hesabını bile tutamıyoruz. Ne yazık ki böyle bir problemimiz var. Dernekten beklentimiz bu aslında. Yavaş yavaş olsa da yol kat ettiğimizi düşünüyorum. Yani geç olsun da güç olmasın diyorum.Umarım beklediğimiz sonucu elde ederiz bu birlik sayesinde.

Tabii dublaj biraz da bireysel bir iş ve herkes kendi kendinin derneği olmak zorunda. Adamsendecilik ve bana necilik, beni ilgilendirmiyor, ben gemimi kurtarayım da kim ne yaparsa yapsın gibi bir zihniyet aslında uzun vadede bindiğin dalı kesmek oluyor. Bizim biraz da bunun farkında olmamız gerek.       

Tamamen bu işe yoğunlaşıp yaşam idame ettirilebilinir mi?

Evet Ama çok garantici bir yaşam olmaz. Çünkü belli bir sirkülâsyonu olmayabilir işin. Sırf böyle yaşayan ve bu işten para kazanan arkadaşlarım var elbette. Çünkü işin sigortası yok. Teknoloji de giderek ilerliyor. Gün gelir konuşmacılar bu işten geçinemeyebilirler. Bir çoğumuz da zaten ek işler yapıyoruz. (Benim gibi dizi filmlerde, tiyatroda oynayarak ya da Devle Tiyatrolarında, Şehir Tiyatrolarında kadrolu çalışarak.) Dublajı sadece ek iş olarak görüyorlar.

Dublajda Türkçe'yi kaybetme riski var mı?

Evet bu çok güzel bir soru. Dublajda Türkçe'yi kaybetme riski oldukça fazla. Eğer bu ülkede yaşıyorsanız her şeyden önce Türkçe'yi çok iyi konuşmalısınız. Dublajda da Türkçe'yi çok iyi kullanmak gerek. Ve bizim bu konuda bir görev yüklenmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bizler oyuncu ya da dublaj sanatçısı olarak göz önünde olan insanlarız. Sesimizle fiziğimizle oyunculuğumuzla. Dolayısıyla gelecek nesile iyi şeyler öğretmek, doğrusunu göstermek zorundayız. Çünkü eskiden bir şeyin doğrusunu görebilmek için TRT'yi dinlerdik ya da seyrederdik. Tabii özel kanallarla biraz kötü gitmeye başladı bu durum. Ama bizim gelişmekte ve büyümekte olan gençlere öncülük etmemiz gerekiyor bu konuda. Türkçe'nin doğru kullanımını göstermek gerekiyor. Ama dil çok gelişen bir şey olduğu için bizim her şeyden önce kendimizi geliştirmemiz gerekiyor. Durmadan dinlenmeden dilimizi yenilemeliyiz. Dil anlamındaki gelişmeleri takip etmeli, kontrol altında tutmalıyız. Çünkü ne kadar dikkat ederseniz edin etrafımızda öyle bir dil dejenerasyonu var ki sizler de ister istemez farkında olmadan -ben böyle söylemem ben böyle yapmam- çığlıkları arasında o çarkın bir dişlisi olarak buluveriyorsunuz kendinizi. Onun için bir otokontrol mekanizması geliştirmeniz gerekiyor. Emin olmadığınız şeyleri ustalarınıza danışarak, T.D.K ya da imla kılavuzlarına başvurarak öğrenebilirsiniz. Bunu bir görev olarak üstlenip, genç nesle örnek olunması gerektiğini düşünüyorum. Türkçe'yi kaybetme riski de ne yazık ki bilinçsizce yapılan dublaj da Türkiye’de var. Sadece ağız dolsun gerisi önemli değil şeklinde. Bu taşeron firmalardan, özel kanallardan da kaynaklanıyor. Amaç işi ucuza çıkarmak. Kalite artık ikinci planda.

O halde ortaya kalitesiz bir dublaj çıkıyor. Peki, bu neden kaynaklanıyor?

İyi çevirmenler, iyi konuşmacılar, iyi teknik imkânlar yoksa kaliteli bir dublajdan söz etmek mümkün değil. Yönetmen olarak da oraya oturtulan kişinin bilgili ve bilinçli olması gerekli. 

İyi bir dublaj için gerekli koşullar ne olmalı?

Bir kere her şeyden önemlisi çok çok iyi bir dublaj çevirmeni gerekiyor. Çünkü normalde çeviri,  bire bir de olabilir. Ama dublaj çevirisi çok daha farklı bir şeydir. Çünkü bire bir çevirmek konusunda çevirmen iyi olabilir ama eğer dublaj çevirisi yapmazsa, o zaman sonuç farklı oluyor ve senkron tutmuyor. Bu yüzden bir çevirmenin sadece yabancı dilden Türkçe'ye çevirmesi değil, aynı zamanda ağız senkronunu tutturabilecek bir yeteneğe sahip olması, yani işi bilmesi gerekir. Onun dışında tekstin puntosu bile sizin için çok önemli olabiliyor. Çok büyük olursa ilginiz dağılıyor, küçük olursa okuyamayabiliyorsunuz .

İyi bir konuşmacının o role giden bir sesi, iyi bir diksiyonu iyi bir deşifresi olması gerekiyor. (Suplex: Anında fark edip atak olabilmek, hızlı davranabilmek işinde her şeyi bir birine koordineli bir şekilde yapabilmektir.) Yani herhangi bir aksilikte, durmadan yola devam edebilme yetisidir.

İyi bir teknisyen de çok önemli. Eli çabuk ve dikkatli olması gerekiyor. Siz elinizdeki teksti, karşınızdaki monitörden de görüntüyü takip ederken birçok şeyi kaçırabiliyorsunuz. Bu gibi durumlarda iyi bir teknisyene çok iş düşüyor. Yönetmenin de Türkçeye hâkim olması, adı üstünde sizi iyi yönetebilmesi gerekiyor. Tonlamanızı ya da söylediğiniz kelimenin yanlış mı doğru mu olduğunu. (Bazen çevirilerde hatalar olabiliyor. Karakterlerin replikleri önünüze karışık gelebiliyor.) Bu anlamda da yönetmenin tekstin tamamına hâkim olması gerekiyor ki sizi uyarabilsin. Yönetmen asistanının da gözü açık eli çabuk olması şart. Tabii ki önemli olan bir konu da iyi stüdyo olanaklarına sahip olmak. Stüdyolarda ses yalıtımı çok önemli. Dışarıdan kamyon geçtiğinde, ya da meşhur bir stüdyo sineği sürekli mikrofona konduğunda kayıt kestiğimiz çok olmuştur. İzolasyon çok pahalı bir şey ve bu yüzden de stüdyolarda pek tercih edilmiyor. Dolayısıyla iki saatte bitecek bir iş sizin dört saatinizi alabiliyor. Bir de yaz aylarında havalandırma yetersiz kalıyor. Stüdyoların sessiz bir havalandırma sistemine gereksinimi var. Çünkü havasızlık ve sıcak sizin performansınızı olumsuz yönde etkiliyor.

Tiyatro gibi dublajın da bir ekip işi olduğunu söyleyebilir miyiz?

Kesinlikle

Bir dublaj sanatçısının, partnerinden etkilenmesi söz konusu mu?

Elbette etkileniyorsunuz.

Şimdilerde "kanal sistemi" denilen bir sistemle çalışıyoruz. Yani konuşmacılar stüdyoya girip tek tek seslendirme yapıyorlar. Bu bazen zorunluluktan kaynaklanıyor. Çünkü herkesi aynı zamanda bir araya getiremeyebiliyorsunuz. Bu benim sevdiğim ya da onayladığım bir sistem değil tabii ki. Çünkü insan öğesini dışarıda tutuyor. Eskiden daha farklı bir sistem vardı. Filmin bütün kadrosu girerdi kayda. Birinci sayfadan başlar, son sayfasına kadar beraber kayıt alırdık. Film hiç durmadan akardı.

Partnerinizin konuşma tarzı size uygunsa, işiniz çok daha keyifli oluyor. En azından bu benim için böyle. Ama artık kayda tek tek girdiğimiz için bu zevkten de mahrum kalıyoruz.

Bu güne kadar hangi sanatçıları seslendirdiniz? Bir kaç örnek verebilir misiniz?

Mag  Ryan, Angelina Jolie,J ulia Roberts, Azra Akın, Yalancı Yarimde "Naz" karakteri, konuşmuş olduğum birkaç manken daha var ama isimlerini gerçekten anımsamıyorum.

Sayısız reklam filmi dublajım var. Avea’nın operatör sesi idim. Şimdilerde değişti. Fiyat konusunda anlaşamadık. "Alıyor kağıdı eline okuyor bu kadar parayı ödemeye ne gerek var?" diye düşündükleri için, verdiğimiz fiyatlar artık onlara çok fazla gelmeye başladı. Sayısız film, sayısız Brezilya dizisinde seslendirme yaptım. Kırmızı Başlıklı Kız, Davinci’nin Şifresi, Karayip Korsanları, hemen aklıma gelenler. Bir de kendimi seslendiriyorum. Ama insanlar sesin bana ait olmadığını düşünüyorlar.

Sizi başka bir sanatçı seslendirse tepkiniz ne olur?

Kendi görüntümün üzerine yabancı bir ses! Bunu çok yadırgarım ve  hiç hoşuma gitmez..Genelde insanlar mikrofondaki sesini hiç sevmez. Bunun nedeni mikrofonda çıkan sese yabancı olmalarıdır. Ama çok küçük yaşta mikrofondaki sesimle tanıştığım için, o sese o kadar alışkınım ki yadırgamıyorum.

Teşekkürler Sevgili Burcu.

Ben teşekkür ederim

  
  Buket Akkaya & Burcu Başaran