Hiçbir şey söylemeden alabildiğine konuşmak; şairlere özgü
olan buysa eğer, kötü. Bu hiçbir şeyi, şair olmayanların bir şeyiyle karşı
karşıya koymak gerekiyor çünkü. Tözde iddialı olmak, yine töz adına bunu
zorunlu kılar. Hiçbir zaman şiir olarak adlandırmadığım gerçek şiirsel
anlatımla diğer anlatımlar arasında, düşünceden gevezeliğe kadar varan bir
uzaklık bulunur.
Bu arada, şiirsel hiçlik, öylesine evrensel bir kavram
haline gelmiş ki, şairlerin dilinden düşürmedikleri, süsleyip püsledikleri bir
şey olmuştur. Sonra da bu serabın oyuncağı olmuşlar ve burunları havada, hiçbir
şey söylememe hakkına sığınmışlar. Fakat daha fazlasının olanaksızlığı
nedeniyle, bu durum, sessizliklerinin de anlamlı olmaya başlamasına dek sürdü.
Bir de, gariptir, her zaman, bu optik yanılsamanın kurbanlarından birisi çıkar
da, türleri karıştırarak yüreğindekileri söylemeye kalkınca ötekilerin ifrit
olduğu görülür. Bir kadının, hayatındaki erkeğe aşk dışında her konuda üstün
geldiği gün, eğer bu erkek şairse, tutkusunun nasıl da hemen, tek varlığını
açığa vuran sözlerle onu başka birine dönüştürdüğünü; ve bu nedenle çağdaşları
arasında arılık payesinden dem vuranların gözünde birdenbire nasıl şüpheyle
karşılanan biri durumuna düştüğünü tahmin edebilirsiniz. Türlerin karışmasına
gelince... Tanrı aşkına, siz hiç yangın görmediniz mi? Gecenin ortasında
gecelikli karılar, herifler sıvışırken ve alevlerle kalaslar yaygaracı
bebelerin odalarının üzerine çökerken, entelektüellerin tüm ipekten kâğıtları tutuşurken
ve pencerelerden altın saatler fırlatılır, mücevher çekmecelerini kıvılcım
basar ve pelüş kanepeleri kızıl kurtarıcıların suyu ıslatırken, bu yangın,
türleri karıştırmanın en iyi örneğini vermiş olmaz mı? İnsanın, içinden
geçenleri anlatmak istemesinden doğal ne var! Günün endişeler içinde çırpınan
utanç anlayışı, elinde tuttuklarının uygulamaya yetmediği inanandadır. Durum
böyleyken, aşk yerine, -bu inançtakilerin kitabına göre- gittikçe yükselen bir
sesle politika işitilmeye başlanırsa, işte o zaman kıyamet kopar. Çünkü,
kurtçuklar ayağımın başparmağını ezerken, ne pahasına olursa olsun, susmam
gerekir.
Şair, sazını eline al... Evet ama, sabah gazeteni
okuduktan sonra, saçmalıkları ve bağışlanmayacak pislikleri gördüğünde ve
yalnızca askerlik süresine ve Fas savaşına karşı çıkıp, sözde, ihtiyatları
itaatsizliğe iten kişiler, bilinmeyen yerlerde otuz yıl, on yıl hapislere
çarptırıldığında, bütün bunlara duygulanmak gibi olağanüstü bir yüzsüzlük
göstermek yerine, çeneni kapa!
...
Şiir yericilerin çok kullandıkları bir formüle göre,
kullanım sırasında eşdeğerlilik kazanan 'şiirsel
çözümler' ya da 'mizahi
çözümler', hiç de gülünç
olmayan anlamsızlıklardır: yeteneksiz kimselerin küçük
taklalarına benzerler ve terimlerde çelişki yaratmaktan başka
bir şeye yaramazlar.
Yenilerde, kaçış vb. kavramlardan yana olanlar ise,
üçüncü sınıf
öğretmenlerinin kelime hazinesinden topladıkları bu bayağı
aptallıkları, lirik
olduğunu sandıkları bir biçimde kullanarak eski etkinliklerine
kavuştular.
Gezgin satıcılar, biraz, şu matematik anahtarlarını andıran diziyle,
tabldottaki beyni sulanmıslıklarla, gezgin satıcılıklar ve sahte
şiirlerle
tükenmiş bir gençlik; ve boyuna, yinelemenin soslarıyla
lekelenmiş bir sistemin
peçetesinin düğümlenmesi... Gülmecenin şiir
için olumsuz bir koşul olarak kabul
edilmesi, açıklıktan uzak bir deyiştir; fakat bu, şiirin
olabilmesi için,
mizahın, önce karşı şiir soyutlamasın gerektirdiği anlamına
gelmektedir.
Birden, bir makara iplik, mizahın içinde yaşama kavuşur, eğer
şairseniz onu
ansızın güzel bir kadın ya da şarkı söyleyen mercanlar
içinde dalgaların
fısıltısı haline getirirsiniz; gülmecenin şiirin şartı olmasında
dolaylı olarak
söylemek istediğim işte buydu: Lautreamont'u saymazsak,
büyük şairlerde ne
büyük bir mizah vardır!
Özü fırtına olan şiirde, her imge bir tufan yaratmalıdır.
*
Eğer gerçeküstücü yöntem uyarınca kederli budalalıklar
yazıyorsanız, ortaya akacak olan yalnızca kederli budalalıklardır.
*Üslup Üzerine
Broy Yayınları
Üçüncü Baskı, 1994