Kum Yüzlü 

                  



Ayıp ettik akşamın ışıklı yaşamışlığına, oysa ne taze sabahları varmış.. Bulutları hafif, gülümseyen sabahları.
Yakmayı bırak yaşanmamış anları, şekeri azalt. Hatta yürüyemediğin yollarda koşmaya başla.
Gözlerini güne açar açmaz, sancıların uğuldaştığı kuyunun ağzını kapat bir kitap kapağıyla.
Bu kent üşüten grisini giyer, terk edilecek diye çiçeksiz baharını bile gizler.
Kum yüzlü özlemek…

Öyle güzel yazıyor ki şairler; okuyanın kilitlenmiş sesinden bir sızıntı akıyor, şair kaleminden hayata. Durup nefes alınıyor bitirilen her sevincinde insanın. Ekilen hüzün harflerle sevinç olmuştur beyaz safta. Her bir şiir şairin bir yarasıdır ve şairler yaralarını okutmaktan utanmazlar. İrinlerini beyaz kağıtlara damıtmıştırlar. İmzalarını kendileri de tanımazlar.

Eteklerini saldı güneş. Camlara bırakılmış öfkeleri susuz bıraktı.
Soldu gün, tonunu yitirdi yaşamak. Ne zaman pencerenden sarksa hasret, uçaklar iner gözlerine.
Çiğnedikçe küçülür insanın ağzında geçmiş gün söylevleri...
Söz erir…

Yağmur kokusu var gökyüzünde, ıslak bir akşam bekliyor gelişleri.
Derinin altından sızan ağrılar, gözkapaklarına düştü, bulutlar topladı kirpikler.
Rüzgâr savurdu kumunu berrak denizlerin. Yanakları acıtırcasına sıkılan bir çocuk şimdi hasret.
Özlemek ne renk bu gece… Bildik ışıklı, tanımadık bir kentte uzak denizin esrarlı gece tonuna mı düştü efkâr... O günün durduğu pencere, baktığını düşlediğim adımsız sokaklara atıyor bıkkınlığını.
Orada da yok değil mi iç sesinin buzdan bir kalıba düşmüş iskeleti.
 
Rüyalarımdan sıyrılıp güne doğrulduğumda fark ediyorum acıyan yanıma yatmışım yine.
Ellerimi gecede boşaltmışım mürekkeplerle, çene altlarında dayanak olmuşlar, durup bir noktaya kilitlenmiş yüzüme.
Zaman adaş zaman, hep geçen, artan sitemler oluyor. Ansız düşler yakalandığı an kan torbalarıyla baş ucunda bekler tarihler.
Şarkılar söylüyor biri, belki yakın belki uzak... Sadece adını bildiğim memleketler gibi biri.
Hangi kulağıma üflüyorsa sesini, kalabalıklarda duymuyorum nefesini.
 



Avuçlarımda kırılıyor zaman, an aynası gibi.. kesilen çizgileri oluyor ellerimin.

Kanı kırmızı akmıyor her zaman geçmiş olanın. Üst Üste boyanmış duvarlar gibi yüzüm, rutubetten her renk atıyor kışına.
Tüm sesimle yaradana bağırıyorum, gök kuruyor. Sitem değil, anlamak istemek, bir açıklama bekliyor sabah.
 
Arabaların tekerlekleri eziyor yarası yırtık akşamı, kokunu bahar rüzgarı saklıyor dağların insana bakan yanında.
Toprak gibidir değil mi insan da. Deşsen gömülmüş iskeleti aşkın ve ruhuna taşıyamadığı dünyalığı.
Hani ağlanamayan o iç kırılmaları! Yok öyle hemen ölmek... Şeffaf intiharlar hazırlıyor önce mezar taşını.
 
Bakışlarına söylenmemiş bir sevda sözcüğü bıraktım mı aşk? Bıraktıysam alacağın olsun, hala o kadar çok sarılış eksikki gecemizde.
 
Yine boğazında bir düğüm bu kentin. Otobüsler bırakılan kaygıların uğultularıyla geçiyorlar bu saatte, bu kentte. Evler makyajlarını temizliyor kadınların. Aynasız bir duvar gibiyim yansımam yok gidişlerde Kopuk cümlelere düğüm atıp öyle konuşuyorum herkesle. Hep hafif sert bir es…
Omuzlarımda bir yokuşun sabahsız lafı. Çok şey var dolanıp boğazıma giysisiz bekleyen, sınırlar bir kedinin gözlerinde. Çoktan susmuş yaşlar… akmaktan yorgun nehirler gibi coğrafyalarında can almaktalar.
 
2008 İstanbul
  



  
 Arzu Karadağ
 H@vuz Yayınları'ndan Yayımlanmış Kitaplar