Bir
varmış, bir yokmuş... Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal
iken, sinek berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallarken bir
padişah varmış.
Padişah
bir gün vezirini çağırarak demiş ki:
“Al şu
bir lirayı. Bununla bana bir koç alacaksın! Bu koçun etinden et, derisinden
kürk isterim. Verdiğim lirayı geri, koçu da diri isterim. Sana kırk gün izin.
Söylediklerim yapılmazsa, kırk birinci günü boynunu cellâda vereceğim...”
Vezir
doğru odasına gitmiş. Başını elleri arasına alarak kara kara düşünmeye
başlamış. Padişahın isteklerini yerine nasıl getirsin? Güç, hem de çok güç bir
iş bu. Sabaha kadar düşünen vezir, hiçbir yol, bir çare bulamamış. Bunun
üzerine, uzak ülkelere geziye çıkmaya karar vermiş. Belki bir yol bulurum diye...
Hemen hazırlanmış. Gün ışırken kimseciklere görünmeden saraydan ayrılmış, yola
düşmüş. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, bir de arkasına bakmış ki,
bir karışçık yol gitmiş. Başlamış gene yürümeye... Çok geçmeden bir çiftçiye
rastlamış. Selam verdikten sonra demiş ki:
“Çok
yorgunum. Uzun zamandır yürüyorum. Ayaklarımda kuvvet kalmadı. Şu yokuşun
başına kadar sen beni taşı. Oradan köye kadar da ben seni taşırım.” demiş.
Çiftçi,
bu tanımadığı adamın sözlerine aldırmamış bile. Hiç konuşmadan yürümeye devam
etmişler. Biraz sonra önlerine bir orman çıkmış. Vezir, çiftçiye bu sefer de:
“Gel
bu
ormana tek girelim, çift çıkalım! Ha, ne dersin?”
demiş. Çiftçi bu sözlere de
karşılık vermemiş. Gene yürümüşler,
yürümüşler. Çok geçmeden bir evin
önüne gelmişler.
Kapıda bir kız duruyormuş. O zaman çiftçi konuşmuş:
“İşte, benim evim burası.”
demiş.
Vezir
eve şöyle bir baktıktan sonra:
“Evin
güzel ama ahbap, dümeni eğri” demiş.
Çiftçi
bu sözlerden bir şey anlamamış. Canı da sıkılmış. Vezire cevap vermemiş. Yüzüne
bakmadan evden içeri girmiş. Vezir sokak ortasında yalnız kalmış. Çaresiz gidip
köy odasını bulmuş, oraya misafir olmuş. Akşam olduğu için çiftçi biraz sonra
akşam yemeğine oturmuş. Yemek sırasında çiftçinin üç yaşındaki kızı, babasına
veziri sormuş: “Baba, bugün seninle beraber köye kadar gelen sakallı amca
kimdi?”
Babası:
“Tanımıyorum kızım, demiş. Bugün ona yolda rastladım. Bana birçok şeyler
söyledi. Hiçbir dediğini anlamadım, cevap da vermedim.”
Kızın
merakı artmış: “Nasıl şeyler söyledi de, anlamadın baba?” diye sormuş.
O zaman
çiftçi başlamış anlatmaya:
“Önce,
şu yokuşun başına kadar sen beni taşı, oradan da köye kadar ben seni taşıyayım,
dedi. Neden böyle istediğini anlamadım. Kendisini hiç tanımadığım halde bana
kendisini taşıtmak istediği için kızdım, cevap bile vermedim. Biraz sonra
ormana girdik. O zaman da gel bu ormana tek girelim, çift çıkalım, dedi. Bu
sözlerinden de bir şey anlamadım. Canım da iyice sıkılmaya başladı. Ama kendimi
tuttum. Sonra köye vardım. O zaman başımdan salmak için burayı göstererek “İşte
benim evim.” dedim. Bana ne dese beğenirsin? Evin güzel ama dümeni eğri, demez
mi? Tepem attı. Şeytana uyup da elimden bir kaza çıkmasın diye hemen içeriye
girdim. Evin dümeni mi olurmuş? Deli mi ne?”
Babasının
sözlerini dinleyen küçük kız:
“Haksızlık
etmişsin baba, demiş. O amcanın her sözünün bir manası var. Sen yemeğini ye de
ben sana onun ne demek istediğini bir bir anlatayım istersen?”
Yemek
sırasında vezirin sözlerinin manasını kızından öğrenen çiftçi, sofradan
kalktıktan sonra doğru köy odasına koşmuş. Veziri bularak:
“Affedersin
Tanrı misafiri, demiş. Ben yorgunluktan gündüz söylediklerini pek kavrayamadım.
Kulaklarım da biraz ağır işitir zaten. Kusurumu bağışla! Yemekte düşündüm, ne
demek istediğini anladım. Yokuşun başına kadar sen beni taşı, oradan köye kadar
da ben seni taşıyayım demekle, yokuşun başına kadar sen konuş ben dinleyeyim,
oradan köye kadar da ben konuşurum, sen dinlersin, demek istemiştin. Ormana tek
girip çift çıkalım demekle de birer değnek yapmamızı teklif ettin. Evime, güzel
ama dümeni eğri demekle de kızın güzel ama burnu eğri demek istemiştin, değil
mi?”
Çiftçinin
sözlerini dikkatle dinleyen vezir:
“İyi
bildin ama demiş, bunlar senin aklının işi değil. Doğru söyle, bunları sana kim
öğretti?”
Çiftçi,
bir an düşündükten sonra: “Hiç kimse öğretmedi” demiş. Demiş ama veziri
inandıramamış. Vezir, doğru söylemesini ısrarla isteyince çiftçi, çaresiz işin
doğrusunu söylemiş: “Kapıda gördüğün küçük kızım var ya, işte o öğretti.”
O zaman
vezir, bu çok akıllı küçük kızı merak etmiş: “Hadi, getir şu küçük kızını da
yakından bir göreyim. Onun aklı bizimkinden çok. Benim bir derdim var, belki o
bir çare bulur” demiş.
Çiftçi
hemen eve dönerek kızını yanına almış, köy odasına getirmiş. Küçük kızı pek
seven ihtiyar vezir: “Senin gibi akıllı bir evlada sahip olduğu için baban ne
kadar sevinse haklıdır yavrum, demiş. Akıllı çocukları herkes sever. Mademki
sen bu kadar çok akıllısın, benim derdime de bir çare bul bakalım!” demiş.
Küçük
kız gülmüş: “Güzel sözleriniz için teşekkür ederim, Derdiniz nedir ki?” diye
sormuş. Vezir anlatmaya başlamış: “Padişah bana bir lira vererek dedi ki : Al
şu lirayı, bununla bana bir koç alacaksın. Bu koçun etinden et, derisinden kürk
isterim. Ama lirayı geri, koçu da diri isterim” dedi.
Küçük
kız vezirin sözleri bitince kahkahalarla gülmeye başlamış. Şaşıran vezir demiş
ki: “Kızım bunda gülecek ne var? Ağlanacak bir hâl bu. Şayet padişahın
istediklerini kırk günde yapamazsam, kırk birinci günü beni cellâtlara verecek,
boynumu vurduracak. Benim gibi ihtiyar bir adamın başı kesilirse sevinir
misin?” demiş.
Küçük
kız, bunun üzerine: “Bunları yapmaktan kolay bir şey yok ki amca, demiş. Siz
hiç tasalanmayın, ben sizi kurtarırım!” Bu sözlere pek sevinen vezir: “Aman sağ
ol kızım, söyle bakalım ne yapacağım? demiş. Küçük kız, vezire neler yapacağını
anlatmaya başlamış: “O bir lira ile yünü kırpılmamış bir koç alırsın. Yününü
kırptırır, iki liradan satarsın. Bir lirasını saklar, öteki lira ile küçük bir
koç alırsın. Koçun kuyruğundan bir parça keserek lira ve ilk aldığın koçla
birlikte padişaha götürürsün. Oldu mu?
Vezir,
küçük kızın verdiği akla hayran olmuş, cellâtlara verilmekten kurtulduğu için
sevinç içinde küçük kıza ve babasına teşekkür ederek köyden ayrılmış. Az
gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, saraya varmış. Padişahın karşısına
çıkmış. Emirlerini bir bir yerine getirmiş. Padişah memnun olmuş ama bu aklı
kimden aldığını vezirine sormuş. Vezir önce söylemek istememiş, kem küm etmiş
ama padişah sıkıştırınca, doğruyu söylemek zorunda kalmış. O zaman padişah bu
akıllı kızı görmek istemiş. Hemen bir araba göndermişler. Kızı köyden getirtip
padişahın karşısına çıkarmışlar. Padişah demiş ki: “Pek akıllı bir kız olduğunu
öğrendim. Bakalım aklını bana da gösterebilecek misin? Gösteremezsen kendini
zindanda bil!”
Küçük
kız bu sözlere gülerek: “Ne isterseniz yapın padişahım, demiş. Ben Allah’tan
başka kimseden korkmam! Soracaklarınızın karşılığını alırsınız. Hazırım!” Küçük
kızın pervasızlığına, cesaretine şaşıran padişah, gülerek demiş ki: “Aferin
sana! Pek cesur bir çocuğa benziyorsun. Şimdi dinle öyle ise: Has ahırımdaki
kısrağıma üç gün içinde iki tay doğurtacaksın! Şu kavanoza ben şimdi doksan
dokuz tane altın koyup ağzını mühürleterek sana vereceğim. Sen onu burada,
benim gözümün önünde açıp içinden yüz altın çıkaracaksın! Bundan başka, seni
biraz sonra karşımda yetmişlik bir ihtiyar olarak görmek istiyorum. Bütün
bunları yapabilmen için benden bir tek şey istemek hakkın var. Ama isteyeceğin
şey sadece iki kelimelik olacak.”
Küçük
kız hemen atılarak: “İstediklerinizi yapacağım padişahım, demiş. Önce sizden
iki kelimelik dilekte bulunayım öyle ise...” demiş.
Padişah:
“İste bakalım, demiş, derhal yapacağım!”
Kız:
“Güneşi söndürünüz!” demiş.
Bu istek
karşısında şaşıran padişah, kızarak bağırmış: “Sen deli misin? Ben güneşi
söndürebilir miyim hiç? Olacak bir şey istemelisin!”
Küçük
kız o zaman: “Güneşi söndürmek olacak iş değil de sizin istedikleriniz olacak
şeyler mi padişahım?” demiş.
Kızın bu
cevabını haklı bulan padişahın kızgınlığı bir anda geçmiş. Küçük kızın aklına,
zekâsına hayran olmuş. Babasına bir çift öküz ile bir tarla, kendisine de
kasabadaki okula gidip gelirken binmesi için altın işlemeli bir at arabası
armağan ederek onları askerleriyle beraber köylerine göndermiş.
Onlar
ermiş muradına, biz çıkalım tavan arasına...