"toprağın altındaki zehir,
karayı ak, çirkini güzel,
alçağı asil yapan sarı...
insanlığın ortak orospusu"
Atinalı Timon – Shakespeare
BİRİNCİ BÖLÜM
Serapis'in Gölgesinde...
Ormanın ışıltısı büyülü bir gülücüktü
neredeyse bir ceylan fırlayacak yüreğimden
Uzatmış Mısır tanrıçası tapınağı
ayaklarını serinletiyordu Selinos deresinde
Göz kırpıyordu ay ve av tanrıçası Artemis
bir köylüye oturmuş üçkemerin dibeğine
Bazilika – Halim Yazıcı
İki bin üç yüz
yıllık Akropol'ün taşlarına güneşin ilk ışıkları vurmaya başladığında, eski
kentlerin kalıntıları üstüne kurulmuş ilçenin kenar mahallelerinden birinin
avlusunda bir horoz öttü. Taşların kıyılarından fışkırmış otlarla, çiçeklerle
kaplı örtü, ışıyan güneşle parıldadı. Kalenin doğusunda, Hephaiston'un elinden
çıkma mozaikleri çoktan başka ülkelere uçmuş saray kalıntılarında, sakalı uzadıkça uzamış, kaşları ve kirpikleri birbirine
karışmış, kabarık, kıvırcık saçları darmadağın Simo, gözlerini açıp güneşe
baktı.
Bir sabah daha...
Kralların saraylarında güneş doğuyordu. Simo, eski, ince
yorganını mendil gibi katlayıp kıvırdı ve bir taşın altına sıkıştırdı. Traian
Tapınağı'na yürüdü acele acele. Akropol'ün en yüksek terasında bir imparator
gibi dimdik durup açık mavi gökyüzüne, aşağılarda uzanan çiy parıltısı kaplamış
Bakırçay Ovası'na, Kalarga Tepesi'ne ve uzaklarda göz kırpan Çandarlı
Körfezi'ne baktı. Traian, o tanrısal güce sahip Roma İmparatoru, sarayının
önünde böyle dikilip uzaklara bakamamıştı. Sarayın bitmesine ömrü yetmemişti
çünkü. Ama Simo bakıyordu işte.
Bu eski kenti çok iyi tanıyordu Bergamalı Simo. Doğup büyüdüğü
topraklar... İşte hemen aşağıda, zekâ tanrıçası Athena Tapınağı'nın olduğu
alan... Yanında büyük kütüphanenin kalıntıları... Daha alttaki terasta,
dünyanın en dik tiyatrosu olduğu söylenen antik tiyatronun dimdik
basamakları... Tiyatro, yatay yolları ve tribünler arasındaki merdivenleriyle
nasıl da kibirli… Ve altta, sağda Dyonisos Tapınağı...
Derin bir soluk aldı Simo. Göğsünü yumrukladı. Uzaklara,
Çandarlı Körfezi'ne doğru baktı. Aklına bir şey gelmiş gibi bir an
durakladıktan ve eliyle kafasını kaşıyarak Kalarga tarafına baktıktan sonra
dağılıp ayaklarından çıkıverecekmiş gibi görünen terliklerini sürüyerek
Akropol'den aşağı inmeye başladı.
Eski kralların saraylarında yatıyordu, ama şimdi
insanların arasına inip karnını doyurması gerekiyordu. İnsanların karın
doyurmak, geçinmek için gerekirse gönüllerini bile alçaltabileceğini görmek,
anlamak istemediğinden dağlarda, tepelerde yaşıyordu. Açlık, hem boynunu
eğdirmeyen hem de aldırmadığı bir şeydi artık hayatında. Ancak yaşayabileceği
kadar yiyordu. Yaşamak bu kadar güzel olmasa bu tepelerden aşağı hiç
inmeyebilir, hiç yemeyebilirdi de.