Aslolan Hayattır! 

                  



Edebiyat, elbette savaş karşıtıdır. 

İnsandan, insan hayatından yana bir tavrı öne çıkaran, savaş histerisine karşı barış kültürünü önceleyen bir tavrı getiren edebiyatın, doğasında vardır savaş karşıtlığı… 

Bertrant Russel, dünyanın, 6 bin yıllık örgütlü bir savaşın sonucu olduğunu yazmıştı. Savaş olgusu “ilk insan”la başladı ve insanlığın başlangıcından bu yana da kök saldı. Ne yazık ki, uygarlaşmayla ortadan kalkmadı bu travma; tam tersine, gitgide normalleşti: Yazılı tarihin, son 3500 yılında, yalnızca 250 yıl savaşsız geçti. 

21. yüzyılın başında, türlü yok edici silahlarını kuşanan insanlık, yalnızca üzerinde yaşadığı dünyayı değil, kendi genetik bütünlüğünü de yok etmek üzere… 

Sivil hayatta, tek bir cinayet işleyene katil deniliyor; savaşta onlarca cinayet işleyeneyse, kahraman

Savaş olgusu, yurtseverlik gereği, öğrencilik kurumundan başlayarak “temel eğitim”in konusudur. Ülkelerin ve ulusların tarihi, savaşla bağlantılı bir dizi büyük anlatıdır. Ve her büyük anlatıda olduğu gibi, ağırlık kurbanlarda değil, kahramanlardadır. 

Savaşı yürütenler, kendi çıkarları doğrultusunda, söylemleri ve sözcükleri diledikleri gibi çarpıtabilirler. Oysa savaşta, çıplak ve net bir biçimde, insanlar ölüyor. 

Savaş, “yasal” kılınan ve “cezasız” kalan bir öldürme eylemidir, eni konu cinayettir. 

Dünya tarihini, cinayetler tarihi olarak yazmayanlar, işlenen cinayetlerin suç ortaklarıdır. 

Aslında günümüzdeki savaşlar, olabildiğince temiz ve hissiz icra ediliyor. Körfez savaşı sırasında, bir Amerikan pilotu, bombaladığı Iraklıları, gece mutfakta ışık açılınca kaçışan hamam böceklerine benzetmişti. Savaşta hakim olan taraf, böyle yaşantılar kendi cinayetini… Mutfaktaki hamam böceğini ayağınızla ezerken, duygusal bir yıkım yaşamazsınız; devasa bir kitlesinizdir ve ayağınızın altındaki ezik, kara bir lekedir… Acaba, öyle mi?.. 

Günümüzde egemenler, “soft kill” yani “yumuşak” öldürücülerle savaşmak istiyor. Eğer savaşacaklarsa, fizik ve balistik bilimi yardımlarına koşuyor; ancak bu yolla, kendi yöntemlerinin ürünü, bir çırpıda onlarca ya da yüzlerce insanı öldürme eylemime hissizleşebiliyorlar. 

Teknolojiye dayalı savaşta, daha az insan öldürme eylemine katılıyor; çünkü teknoloji, öldürme eylemini mekanikleştiriyor. Bütün bunlar olduğunda, savaşın insanlık dışı yönlerini gizlemek de kolaylaşıyor. 

Edebiyat, savaş olgusuna baktığında, savaşan tarafları anlattığında, haklı ya da haksız, güçlü ya da güçsüz olanı değil, kendi türünü katleden düz, sıradan, basit insanı görür. Savaşan, içimizden biridir! Gördüğümüz, ta kendimizdir! Bu bakış açısıyla, savaşın asli ürünü, kazananlar ya da kaybedenler değil, yalnızca insan ölüleridir. Öldüren aslında bizden başkası değildir, ölen bizden bir parçadır. Adına edebiyat dediğimiz vicdan; rengi, ırkı, dili, dini ne olursa olsun, insandan yana, onun hayat hakkından yana tavır almalıdır.

Savaşın korkunç gerçeği karşısında, vicdan sahibi bir yazarın alacağı tavır, savaşa dair günübirlik çoğaltılan ve duyurulan gerçekliği tartışmaktır. 

Bizler, yazarlar olarak, edebiyat yoluyla gerçeği ararız; ancak aradığımız gerçeği mutlak bir biçimde bulduğumuzu asla yazmayız. 

Has edebiyatın ve has edebiyatçının tavrı budur. 

Edebiyat, olgular ve dolayımlar karşısında, hiçbir hazır yanıtın bulunmadığını, daha doğrusu yanıtların sorulardan daha kolay bulunabileceğini, ama yanıtların sorulardan daha güvenilir ve inanılır olmadıklarını söyler: Siyaset bir “yanıt”sa, edebiyat bir “soru”dur. Politika, akılları ve beyinleri köreltirken, edebiyat sızlatır. 

Bizleri, edebiyat üretmeye sevk eden başlıca güç, edebiyatın, herhangi bir safta yer almayı olanaksız kılan benzersizliğidir. 

Bütün dillerin hızla eskitildiği bir çağda, ancak edebiyatın diline sığınabiliriz: Edebiyat, olup biten her şey hakkında, olabilecek her biçimde konuşan tüm sesleri duyabileceğimiz, tek metindir. 

Savaş, ne akıl dışılıkla, ne olağan dışılıkla açıklanabilir. Bütün hayatımız boyunca, sürekli bir savaş halindeyizdir; özellikle de, barışta savaşa hazırlanırken… 

Edebiyat etiği açısından savaş anonimdir ve ölenler kimliksizdir. 

Politika söz konusu olduğunda, hiç kuşku yok ki, “doğru”yu temsil ettiğine inanan taraf, diğer tarafın “yanlış”ı temsil ettiğine inanır. Bu yolla, “doğru”nun “yanlış”la savaşı da, olumlanabilir… Savaş olgusu, haklı ve haksız savaş diye ikiye de ayrılabilir; tarihte örnekleri çoktur bu durumun… Böylesi bir süreçte, kimin kimi öldürdüğü temelinde, öldürme eylemi de olumlanabilir. 

Ancak edebiyat, her türlü şiddet üretiminin her durumda haksız olduğunu söyleyebilmelidir, her türlü güç kullanımının her durumda yanlış olduğunu belirtebilmelidir. Değilse; saldırganlığı, yıkıcılığı, terörü, cinayeti yasallaştırmanın sonsuz olanaklarına müdahale edilemez. Oysa edebiyat, saldırganlığa, yıkıcılığa, teröre, cinayete, kendi alanında kalarak ve kendi dilini koruyarak müdahale edebilmelidir. 

Bizler, edebiyatçılar olarak, savaşsız bir dünyaya inanıyoruz, daha doğrusu inanmak istiyoruz. İnsanlık barışını tehdit eden her türlü girişime, insan hayatı adına karşı çıkmak, en temel yükümlülüğümüz olmalı…

  
 Gökhan Cengizhan
 H@vuz Yayınları'ndan Yayımlanmış Kitaplar