Nâzım'a Bursa'ya Çınara Dair  II

                  


 

    

II. bölüm

Hitler’in Yenilgisi ve Hapishanedeki  Casus!

1940’lı yıllar, Türkiye’de tek parti rejiminin baskıları, dünyada Hitler faşizminin saldırıları sürmektedir. İkinci Dünya Savaşı milyonlarca insanın ölmesi. sanatçıların , sanat eserlerinin yakılıp yıkılmasını beraberinde getirmiştir. Nâzım gelişmeleri radyodan takip eder. Hitler ilerledikçe siyatiği, karaciğer ağrıları artar, kıvranır, durur. Elleri dil olur, başlar yazmaya:

Tanya,
Bursa Cezaevi’nde karşımda resmin.
Bursa Cezaevi’nde.
Belki duymamışındır bile Bursa’nın adını.
Bursa’m yeşil ve yumuşak bir memlekettir.
Bursa Cezaevi’nde karşımda resmin.
Sene 1941 değil
         Sene 1945.
Moskova kapılarında değil artık
                   Berlin kapılarında dövüşüyor seninkiler,
                                                            Bizimkiler,
Bütün namuslu dünyanınkiler.
Tanya,
Senin memleketini sevdiğin kadar
                   Ben de seviyorum memleketimi.  

 

7 Mayıs 1945’te  öğle radyosunun verdiği haber Bursa Hapishanesi’nin duvarlarına çarpar, koğuşlarda yankılanır. Mahkumlar sessiz, hapishane sessiz Uludağ sessizdir. Duymak değil görmek ister gibi sesin geldiği yere bakarlar. Radyo tekrar eder: ”Almanya kendi topraklarında kayıtsız şartsız teslim olmuştur! ”Nâzım’ın sesiyle dağılır sessizlik: ”Yaşasın!.. Yaşasın!.. Dünya kurtuldu ! ”

Nâzım bu habere sevinmişti ama Bursa Hapishane revirinde sıhhiye göreviyle çalıştırılan bir hükümlü Türk, sinir krizleri geçirmişti. Daha sonra bu kişinin Almanya adına casusluk yapan bir teğmen olduğu ortaya çıkmıştır. 

Gece 21-22 Şiirleri

Nâzım, Bursa Hapishanesi’nde 21.00-22.00 saatleri arasında Piraye için şiirler yazmış ve gece bu saatler arasını sadece ama sadece onu düşünmeye ayırmıştır. 32 şiirden oluşan “21-22 Şiirleri” nde aşk, yaşama sevinci ve dünya görüşü iç içedir. 25 Eylül 1945’te koğuşunun penceresine yaklaşır,gecenin karanlığında yıldızlara bakarak başlar dizelerini mırıldanmaya…

En güzel deniz: 
     henüz gidilmemiş olanıdır. 
     En güzel çocuk: 
     henüz büyümedi. 
     En güzel günlerimiz: 
     henüz yaşamadıklarımız. 
                                                       Ve sana söylemek istediğim en güzel söz: 
                                                          henüz söylememiş olduğum sözdür... 

                                                                                              

   

Pirâye ise Nâzım’a Bursa Hapishanesi’nde şunları söyler: ”Sen Bursa Ovası gibi yumuşak, yeşilliği rahatça fışkıran, az emekle çok verensin. Bundan dolayı ruhunun zıddı olan Çankırı iklimini seviyorsun. Ben ise, Çankırı gibi haşinim, bundan dolayı Bursa iklimini seviyorum. Zaten birbirimizi de bundan dolayı seviyoruz. ”

 
    Baskıların Arttığı Yıllar

Tahsin Bey, ardından Kutsi Bey’in cezaevi müdürlüğü döneminde pek fazla rahatsız edilmeyen Nâzım, daha sonraki müdürlerin baskıcı uygulamalarına maruz kalmıştır. Bu yıllarda zorla saçları kesilmiş ve cezaeviyle birlikte kendisine bazı kısıtlamalar getirilmiş; örneğin kaplıcalara gidişi yasaklanmıştır. Diğer yandan hükümette görevli bazı yöneticilerin af söylemlerinin boş çıkması ve Nâzım’ın yaptığı itirazların sonuçsuz kalması, onu üzmüş ; fakat direncini yaşam tutkusunu elinden alamamıştır.

Oğlunun bu durumuna üzülen Celile Hanım, Adana’daki kızı Samiye’nin yanından ayrılarak Mart 1949’da Bursa’ya gelir. Abdal Caddesi Eski Hamamaltı Sokak 65 Numaralı eve yerleşir.

Nâzım, Açlık Grevine Balaban’la Sohbeti Sırasında Karar Verir…

Seçköy’lü Balaban birkaç yıl aradan sonra yine Bursa Hapishanesi’ndedir. “Şair Baba” sıyla avluda dolaştığı birgün, Nâzım ona oruç tutup tutmadığıyla ilgili sorular sorar.Sohbetin ilerleyen anlarında aklına “açlık grevi” yapma fikri gelir,takılır. On yıldır cezaevinde suçsuz yere tutulduğunu, artık yapacak başka bir şeyi kalmadığını söyleyerek açlık grevine gitmeye karar verir.

7 Nisan 1950 tarihli “Son Posta Gazetesi”nde Nâzım’ın Bursa Hapishanesi’nde açlık grevi yapacağı duyurulur. 8 Nisan 1950’de açlık grevine başlar. Aynı gün savcının talimatıyla  Heykel’deki Adliye binasına getirilir. Savcı, onunla kısa bir görüşme yapar. Tekrar Bursa Hapishanesine götürülen Nâzım, kanaryası Memo’nun sesini son kez dinleyecek ve Bursa şehrini, demir  penceresinden son kez seyredecektir.

 Ve ben ne halk kütpsine ne başka bir erde o tarihli gazetelere rastlamadım ya koparılmış ya yok.

Bursa’daki Son Gün…

Yıl:1950, Nisanın sekizi. Saat: 18:00. Nâzım, Tophane sırtlarındaki Bursa Memleket Hastanesi’ne (Bugünkü Devlet Hastanesi) getirilir. Buradaki doktor kısa bir muayeneden sonra onu İstanbul’a sevk eder. Nâzım on yılını geçirdiği bu kentten, aynı gün içinde iki sivil polis eşliğinde ayrılır. Açlık grevine İstanbul’da devam eder.

Nâzım’a Destek Veren Yaşar Kemal ve İşçiler Tutuklanır…

Türkiye’de ve dünyada Nâzım’a destek kampanyaları sürer. Adana’nın Kadirli ilçesinde Nâzım’ın şiirlerini okuyan işçiler tutuklanır, Nisan 1950’de yine Kadirli’de  Şair Kemal Sadık Gökçeli, Nâzım’a özgürlük istediği için tutuklanır. Asıl adı Kemal Sadık Gökçeli olan bu kişi sonraki yıllarda ustalaşıp sesi sınırları aşan romancımız Yaşar Kemal’den başkası değildir.

Bursa’dan Bir Nâzım Geçti…

Vâlâ Nurettin’in “Bu Dünyadan Nâzım Geçti” sözü elbette ki daha kapsayıcıdır. Ama ben yine de “Bursa’dan Bir Nâzım Geçti” denmeli diyorum. Denmeli çünkü: On üç yıl boyunca hem öğrenciliğine hem öğretmenliğine tanık olmuştur Bursa şehri... Hapishanede kalan yüzlerce insanın dünyasını değiştirmiş; onlara cezaevi pencerelerinin ardındaki, Uludağ’a farklı açılardan bakmalarını öğretmiştir. Onları şair etmiş, yazar etmiş, ressam etmiştir. Zihinlerde yer eden, dudaklarda tat bırakan şiirlerini;  sevdayı, kavgayı, umudu anlatan şiirlerini, Bursa’da yazmış; ”memleketinin insan manzaralarının” resmini Bursa’da karlı, lodoslu, güneşli havalarda çizmiştir. Yine şiirlerindeki  kimi toplumsal katmanlara ait karakterleri Bursa’dan seçmiştir.

 

...

Uludağ,

         Bursa.

Bursa düşman elindeyse de

kâr getirmez değildir

          esrar tekkesi ve kumar kahvesi açmak.

Ezildikçe bazıları insanların

                    daha çok esrar içer

                                  daha ümitsiz kumar oynar.

Bu Göl İznik Gölüdür…

Bursa-İstanbul karayolunun 40.kilometresinden sağa döndüğünüzde eski Osmanlı evlerini dağa serpiştirmiş Karsak Köyü’nün yanı başından geçerken; etrafı dağlarla çevrili İznik Gölü’nün kıyısında gümüş zeytinlikler boyunca canlı bir yaşamın devam ettiğine tanık olursunuz. Yüzyıllar öncesinde Şeyh Bedrettin; Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa, yakın arkadaşlarıyla birlikte İznik'te kurdukları bir tarikatla, Anadolu ve Rumeli'de düşüncelerini yaymaya başlamışlardı. ”Yarin yanağından gayrı her şeyin insanlar arasında ortak,  paylaşılabilir” olmasını bir eşitlik ilkesi olarak görmüş; Osmanlı toprağında yaşayan halklar arasında, din farkının kaldırılmasını savunmuşlardı.

Bu kasaba, İznik kasabası.
Bu ev,  esnaf mahallesinde bir ev.
Bu evde
bir ihtiyar vardır Bedreddin adında.
Boyu küçük
sakalı büyük
sakalı ak.
Çekik,  çocuk gözleri kurnaz
ve sarı parmakları saz gibi.

Bedreddin
ak bir koyun postu üstüne
oturmuş.
Hattı talik ile yazıyor
«Teshil»i.
Karşısında diz çökmüşler
ve karşıdan
bir dağa bakar gibi bakıyorlar ona.

                                                                                                          

          İznik Müşküle Köyü Ve Çınarın Öyküsü…

       İznik  ve Bedreddin için yukarıdaki dizeleri söyleyen Nâzım’a, İznik ilçesinin  üzüm ve zeytinleriyle ünlenmiş Müşküle Köyü’nde ölümünün birinci yıldönümünde vasiyetine uyularak bir çınar dikilir.

    2006 Şubat ayının ilk hafta sonu ziyaret ettiğimiz Müşküle’de, 27 Mayıs müdahalesinden sonra köy muhtarlığı yapmış  Fevzi Kavuk (76) ve Ahmet Yılmaz’la (73) Eğitim Sen İznik Temsilcisi arkadaşlarımızla birlikte (Hakan Gülsüm,Mehmet Bakır) köy kahvesinde görüştük. 1960’lı yıllarda Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) İzmir’deki I. Kongresini yaşamış; burada Yaşar Kemal ve Şükran Kurdakul’la tanışmış ve 1964 yılında TİP Bursa Örgütünün kuruluşunda aktif görevler almıştır. Fevzi Kavuk, 1966 yılında Malatya’da yapılan TİP Kongresine “Şair Baba’nın ressamı” İbrahim Balaban, Avukat Şükrü Akmansoy ve Gürbüz Akkök’le birlikte Bursa Delegesi olarak katılır ve Kongre sonucunda TİP Genel Yönetim Kuruluna; Mehmet Ali Aybar’ın istifası sonrasında ise Şaban Yıldız Başkanlığındaki Merkez Yönetim Kuruluna girer. 12 Eylül’le birlikte tutuklanır Bursa Cezaevi’nde yatar. On buçuk ay sonra serbest bırakılır.

 

                                               (Müşküle Köyü’nden Ahmet Yılmaz,Fevzi Kavuk)

       Fevzi Kavuk ve Ahmet Yılmaz’ın Nâzım ve Nâzım’ın yakın dostlarıyla ilgili anlatımları şöyle: ”Şair İsmail Başaran bizim köylüdür. Nâzım Hikmet’le Bursa Hapishanesinde yatmıştır. Hapisten çıktıktan sonra onun şiirlerini köye getirip gençlere okurdu. Balaban, Başaran ve Eyüp Kültekin, Nâzım’la yatmış kişilerdi. Biz Nâzım’ı onlardan dinlerdik.

       Nâzım garibanlara sahip çıkarmış. Eyüp Kültekin içeri cinayetten girmiş. Baştan Nâzım’a çok kızıyor. Sonradan can ciğer oluyorlar. Eyüp Kültekin hapisten çıktıktan sonra Nâzım’ı ziyarete gidiyor ve onu cezaevinden kaçıracağını söylüyor.”

        Peki Müşküle Köyü’ne başka kimler geldi ? -“Partiden Nihat Sargın, Şükran Kurdakul,  Turgut Kazan, Ataol Behramoğlu, Kemal Tahir, Samiye Yaltırım (Nâzım’ın kız kardeşi) Balaban, Şahap Bakırsan…”

       Çınarı nasıl ve kiminle diktiniz ? –“Nâzım’ın şiirinden esinlendik. Yaşar Kemal’e sorduk, ’iyi olur’ dedi. TİP Bursa İl Başkanı Emin Canpolat geldi. 4 Temmuz 1964’te diktik. Tutmaz dediler ama tuttu. Çok boy verdi. Çınarın altında düz taş vardı. Oraya Nâzım’ın resmini kazıyarak yapacaktık, olmadı. Nâzım için çınar dikildiği her yerde duyuldu. Çok ziyarete gelen oldu. Çınar Rıfat Talan’ın arazisindeydi. Zeytinlere gölge oluyor bahanesiyle ilk çınarı kesti. 1979 yılındaydı. Ben yurt dışındaydım. Ama asıl neden korkuydu.”

      Sonra ne oldu ? –“Sonra kök tekrar filizlendi. Büyüdü. 1 Mayıs’larda ziyarete geliyorlardı. Jandarma yolları kesip çınar bekliyordu. Çınarı tekrar kestiler. Üzerinde ateş yaktılar.”

 

      Çınarın Yerini Kimseye Söylemeyiz…

      Bir çınar daha diktiğiniz söyleniyor ? –“ Sadun Aren’le dikilen bir çınar var. Nerede olduğunu üç-beş kişi biliyoruz. Gizli tutuluyor. Bilinmesini istemiyoruz. Nâzım için bakıyoruz. Gösteremeyiz…”

      O sırada Ahmet Yılmaz (TİP İznik İlçe Başkanı 1975-76) söze girer: -“Çınar büyüyor. Gizli.Kimseye göstermiyoruz. Nâzım’ın şiirlerini çok okudum hala okuyorum. Nâzım’ın boy resmi evimde asılıdır…”

      Fevzi Kavuk ve Ahmet Yılmaz’ın bu sözlerinden sonra sonuç paragrafı yazmaya gerek var mı bilemiyorum. Tek bir söz kalıyor geriye: “Bursa’dan bir Nâzım geçti...”

 

Kaynakça: Raif Kaplanoğlu (Bursa Hakimiyet 2), Nahit Kayabaşı (Bursa’da Yaşam 2002), Bursa Kız Lisesi Müzesi (Albüm), Kemal Sülker (Nâzım Hikmet’in Gerçek Yaşamı), Atilla COŞKUN (Nâzım’ın Siyasal Yaşamı Ve Davaları) Nâzım Hikmet (Kemal Tahir’e Mapusaneden Mektuplar) İbrahim Balaban (Şair Baba Ve Damdakiler)

 

 



  
 Güney Özkılınç
 H@vuz Yayınları'ndan Yayımlanmış Kitaplar