Birden
duyulan yanık bir keman
sesi, artık bitmekte olan gün ışığına son verdi sanki.
Yayın titreyişi bile hissedildi. Gruptakilerin birçoğu aynı
anda sesin geldiği tarafa baktı. Gencer de. Çekilen yayı ve
titreyen parmakları arandı. Elleri omuz düzeyinde, sanki
bağırmaya hazırlanan birinin karaltısını seçebildi
yalnızca.
Müzikten
pek az anlayanların bile, kemanın bu soylu nağmelerine kulak
kabartmamaları, dönüp sesin geldiği tarafa bakmamaları
ya da görkemli bir suskunlukta oturup dinlememeleri olası
değildi. Ses çıkarmamaya özen göstererek yavaşça
kalktı oturduğu sandalyeden ve yine aynı özenle yürüyüp
pistin çevresinde halka oluşturan gençlerin yanına
ilişti. Arkadaşlarından da gelenler oldu. Halkadakiler yavaş bir
ritmle sağa sola sallanıyorlardı. Kemanın uyumlu sesi,
şarkılarını aynı yumuşak ses tonuyla söylemeyi sürdüren
gençler ve havayı iyice karartan kubbemsi çınar
ağaçları... Hoş, çekici bir ortam oluşturmuşlardı.
Tanıdık
değildi kemanın nağmeleri. Pisttekiler değil de kemanın
büyüleyici ses yumuşaklığıydı onu çeken. Yine
de birbirlerini kucaklamak ister gibi kollarını açarak dans
eden gençleri izlemeye başladı. Bir süre sonra çiftler
birbirine uyumu kaybettiler. Bunu dasorun
yaptıkları söylenemezdi. Kemanın ritmini yakalayan, istediği
figürle oynamaktaydı şimdi...
Müzik
sustu ve pist boşaldı, Gencer bu karşılaştırmaları yaparken.
Bir gösteriye hazırlık yapıyor gibi, keman, kesik geçişler
ve duygulu uzatmalarla yeniden çalmaya başlamıştı. Değişik
bir ritmi vardı bu kez. Oyun havası da denemezdi, bir dans müziği
de da. Gencer'in garibine giden ise müziğin, arabesk uzatmalar
ve yapışkanlıktan oldukça farklı oluşuydu. İnsanın
ruhunu okşayan, mırıldanmaya zorlayan bir yumuşaklığı vardı.
Bir sonraki ses, bir öncekinin doğal bir sona erişiydi sanki.
O anda oraya başka bir ses yakışmazmış gibi. Hiç duymamış
olmanız önemli değil, o sesi duyduğunuz anda, sonrasında
hangisinin geleceğini sezinliyordunuz.
Beklemediği
bir şey oldu bütün bunları düşünürken.
Birkaç kişiden oluşan bir gösteri grubu beklerken,
keman çalan adamın yanı başında bir kız belirdi. Kızın
şarkı söyleyeceğini düşündü. Üç
adım atlamaya hazırlanan sporcu görünümündeydi
kız. Kollarını kalçalarından az ayırmış ve konsantre
olmaya çalışıyor gibi gözlerini yummuş, kıpırtısız
durmaktaydı. Sarı ampulün ölgün ışığı altında
görkemli bir görünüme sahipti. Alnına bant
şeklinde bir mendil bağlamıştı.
Yavaş
yavaş kollarını kaldırarak iki yana açtı kız. Uçmak
ister gibi, dirseklerinden ve bileklerinden kıvırıp çırptı
kollarını. Minik adımlarla sekerek pistte bir yarım daire
çizmesi, hızla üzerine gelmekte olan kocaman bir kuş
kadar heyecanlandırdı Gencer'i. Hani neredeyse süzülen
kanatların sesini
işitir
gibi irkildi.
El
çırparak tempo
bulmaya çalıştı izleyenler. Kız, ileri adım atacakken
birden duruveriyor, eğilmek ister gibi kollarını öne
savuruyor; ama yanıltmak ister gibi izleyenleri, eğilmiyordu. Öyle
hızlı ve birbirinden farklı figürler yapmaktaydı ki,
kendisini izleyen insanların, başka tarafa bakmalarım engellemek
istiyor gibiydi.
Kollarını
sıkı sıkıya beline dolayıp bir yumak gibi çözülürken,
bir sarılma istencinin önüne geçemiyordu insan.
Saf, çekincesiz ve sevgi dolu bir kucaklama, izleyeni, çekip
alan bir sevi yumağı gibiydi kız.
Kendini
tümüyle
kaptırmışken ortamın duygulu büyüsüne, beklemediği
bir şey oldu. Pistte, su gibi akmakta olan kız, kendine peri
çekiciliği veren mendili sıyırıp aldı alnından ve
geçerken gülümseyerek Gencer'in önüne
bırakıverdi. Kül rengine kesti yüzü. Kalbi, yerinden
fırlayıp ve kucağına düşecek gibi atmaya başlamıştı.
Acemi alkışların tempo karmaşası bunu bekliyormuş gibi çoğaldı
ve yer yer çığlıklarla beslendi. Yardım aranır gözlerle
çevresine bakındı. Alaycı bakışlarla kuşatıldığını
gördü sadece. Gencer
yaşlarındaki
bir insanın, kendisini seven ve kendisine değer verenleri sevmesi;
kendisini yeren ve küçümseyenlerden uzak durması
doğaldır. Zaten güzele olan tutkunun varlığı, atılan
adımın doğruluğuyla ters düşmez ve çelişki
yaratmaz. Tam tersine tutku yoksa insan benliğinde, değişimin
kaçınılmaz devinimi, insanın tutucu yanını geliştirir.
Kızın
canlı ve sıcak gülüşü Gencer'in yüreğindeki
tutkuyu neredeyse ay aklandın vermişti. Büyülenmiş gibi
doğruldu ve ne yaptığını kesinlikle bilmeden yavaşça
piste doğru yürüdü. Kuş misali çevresinde pır
pır dönmekte olan peri kızından ayıramıyordu gözlerini.
Kollarını yavaşça kaldırdı ve diğerinden az geride
durmakta olan sol bacağı üzerinde hafifçe yaylanmaya
başladı.
Kafasını
yana atarak sekerken, suya konmak için dönen ve dönerken
de yavaş yavaş süzülen bir kuş gibiydi kız. Pembe
dudaklarındaki altın gülümseme, gözlerinde bir başka
güzellikteydi. Ölgün karanlıkta laciverte çalan
saçları, ince uzun yüzünü kucaklarken, telaşlı
nefes alış verişleri çığlık çığlıktı sanki.
Dirseklerinden bükülmüş kollan ya başının üstünde
ya da yanda. Biri yukarıda, yanda diğeri de. Biri yüzünden
az ileride, aşağıda diğeri. Aşağıda, yanda, yukarıda... Yay
gibi kıvrılarak dönmekte, kırlangıç misali küçük
daireler çizmekteydi. Sert adımlarla yürümek
istiyormuş gibi bir kalkıp bir inen ayakları, meydan okur gibi cep
üstündeki, belindeki ayrık parmaklan ve kıpırtısız
kolları... Ya da bunların hepsi! Ya da sırayla...
İnsan,
güzele ulaşabilmeyi tutkuyla isterse eğer, ancak becerebilir
adım atabilmeyi. Gözün esir olduğu fiziksel bir güzellik
değil bu. Daha derin ve anlatılması daha karmaşık. Kızın
gülümseyen dudaklarından yayılan kusursuz içtenlik,
sıcak bir bağ kurma istencinin sözsüz anlatımı gibiydi.
Sözsüz yakınlaşmanın zaten iki yanı vardır; biri
sımsıcak bakar, diğeri karşısındakinin ona sımsıcak bakmasına
izin verir.
Çevresindeki
her atılımı koşulsuzca ve insafsız bir önyargıyla
sorgulayan hırçın karakteri, bir anda ters yüz oldu
Gencer'in. Sanki vurmak için üzerine gelen ve aniden
kıvrak bir bel hareketiyle sıyrılıveren kızın ateş gibi
gözlerindeki karşı konulmaz etki, kancaladı ve tüy gibi
kaldırıverdi bu düşüncelerini. Delikanlı yüreğinin,
sevgiye ayarlanmış gözlere karşı direnci öyle güçlü
falan değildir. Kuşkusuz, gerçek her zaman çok daha
etkilidir. Somut olan, çok daha kolay anlaşılabilir.
Yavaş,
ölçülü, kızınkilere uyumlu olmasına özen
göstererek, müziğe ve alkışlara bıraktı kendini.
Lambanın sarı ışığının yer yer gölgelediği biçimli
yüzündeki altın gülümseme, hiç
eksilmiyordu gözlerinden. Yalnızca yer değiştiriyordu
sırasız. Gözlerinin altındaki taze kırışıklıklara, sonra
da kıvrımlarına burnunun... Dudaklarındakiyle bütünleşip
çenesine sonra! Çenesi?... Acemi Gencer! Takılıp
kalırsan gözlerindeki ipiltiye... Her yumuşunda gözlerini,
kırmızı yanaklarından aşağıya süzülen çiçeklerine
takılı verirsen...
Tatlı
durgunluğu, iç dünyasını artık saklayamaz olmuştu.
Bir türlü alamıyordu gözlerini kızdan. Kemanın
neredeyse ağlamaklı olan nağmelerinin, bir anda nasıl da coşturan
bir çağlayana dönmekte olduğunu anlayamıyor, mükemmel
bir kıvraklıkla sekerek, uçacak gibi olan kızı hayranlıkla
izliyordu. Yapabildiği tek şey, ritme uygun basit kol ve ayak
hareketleriydi. Farklı yörelerin halk oyunlarından
öğrendikleriydi onlar da. Hızlı ve birleştirici
olabildiğinde, görülmeye değer bir birliktelik
oluşturuyorlardı. Bazen uzaklaşıyorlardı birbirlerinden.
Uzaklaştıkça kızdan, kendisinin yakınlaştığım,
yaklaştıklarında ise manyetik bir etkiye kapılıp savrulmakta
olduğunu hissediyordu. Kollarının, ellerinin ve parmaklarının
her boğumu incecik, fakat güçlü ataklarla kavisler
çizerken, kartopu gibi büyüyen bir dokunma isteği
duyuyordu kıza. Her hareketini pamuk yumuşaklığındaki geçişlerle
süslemesi, koşulsuz bir çekicilik yaratıyordu kızda.
Yerdeki mozaiklerin eksik kalan taşları, kızın attığı her
adımda canlanıyor ve yerli yerine oturuveriyordu sanki.
Kemanın
ritmi, izleyenlerde, çılgınca tempoya dönüşmüştü.
Hızlı, yavaş, inişli çıkışlı ve çok çeşitli,
ama tellerin hiçbir sesi birbirine karışmayandı. Her ses,
ellerde ve ayaklarda harekete dönüşüyor, duyguları
toprağa akıtıyordu.
Büyüleyici
dansı, mini bir bale gösterisiydi kızın.
İçten
bir sevgi, masumiyetle yoğrulmuş bir çekingenlik
gösterisiydi Gencer'inkiyse.
Dans
ediyor olmanın
engellenemez coşkusu, kuş misali pır pır dönmenin, ceylan
misali hızlı ama ürkek sekişi ve zarif yumuşaklığıydı
kızdan kalan. Hiçbir uyumsuzluğa rastlayamazdınız ikisinde
de.
Kadın
içgüdüsüyle belki kız, gözlerini Gencer'e
nişanlayıp aktı geldi ve tam karşısında yavaşça durdu.
Gözlerini ayırmadan uzanıp Gencer'in ellerini tuttu ve
bacaklarını hafifçe kırarak gülümsedi. Terden
ışıl ışıl olmuş yüzüne yayılıverdi gülümseme.
Hiç
beklemiyordu işte bunu Gencer. O da gülümsedi. Anlamını
kavrayamadığı bir yakınlaşma öylesine sarmıştı ki
bedenini, gözlerini kızın gözlerinden alamıyordu bir
türlü. Konuşamıyor, susamıyordu da. O an konuşmamak,
susmak anlamına gelmiyordu. Gülümseme bir güzellik
gösterisi miydi, yoksa güzellik denen şey gülümsemede
mi gizliydi? Çekingen bir göz göze gelişte,
söylenemeyen ne çok söz yüklüymüş
meğer? Bir kaçamak bakış, ne çok düşünce
ve istek içermekteymiş...
Kız
izleyenleri de selamladı usulcacık. Onlara da utangaç ve
sevimli gülücükler dağıttı. Gülmekle, gülüşünü
saklamak arasında gitti geldi Gencer. Mini adımlarla kemancının
yanına koşan kızı, aynı şaşkın gözlerle sadece
izleyebildi. Hâlâ kızın peşisıra bakmakta olduğunu
ve izleyenlerin alaylı alkışlamaları sürdürdüklerini
neden sonra fark etti. Utandı herkesin kendisine bakıyor olmasına.
Çarpıntısı bir türlü durulmayan yüreğini
sağaltmak ister gibi terden ıslanmış mendili göğsüne
bastırıp hızlı adımlarla uzaklaştı. Uğultulu çığlıkları
ve ıslıkların hiçbirini duymuyordu.