Toplumsal Algılama Süreçinde Edebiyatın Tavrı

                  


Edebiyat ve sanat, yüzyıllardan bu yana; insanı, insana estetik yollardan anlatmaya önem vererek var olagelen birer olgu. Odağına insanı almayan sanatsal ve edebi yapıt, insan soluğundan ve sıcaklığından uzak kalır; anlam derinliğinden yoksundur, yapay durumdadır, canlılığını yitirmiştir. Birey-toplum diyalektiği içinde var olan insan, kendisini ifade etmenin en etkili yolu olarak sanatı ve özellikle edebiyatı görür. Edebiyatın anlamlar taşıyan aracı dildir; dil, toplumla bireyin arasında estetik düzlemde bir akışkanlık ve iletişim sağlar. Edebiyatı var eden temel unsurlardandır dil. Edebiyat, çeşitli yapıtlarla insanı ve toplumu anlatırken dilin içinden süzülen estetik tatlarla dünyayı yeniden kurar, yeni anlamlandırma pencereleri açar zihinlerde. Dolayısıyla, edebiyat neyi anlatırsa anlatsın, her şeyden önce bir toplumsal yapılanma olan dilden kökünü alarak çoğalır, zenginleşir ve estetize olur.

Edebiyatın öznesi olan insan, toplumsal süreçlerden soyutlanmayacağına göre, insanı anlatma savıyla yola çıkan yazınsal yapıtlar da sonuçta toplumsal dokuya, toplumsal yapılanmaya ve toplumda var olan sorunlar yığınına, bir noktada değinmek ya da dokunmak durumundadır kaçınılmaz olarak. Yüzyıllardan bu yana insanın temel evrensel değerlerinin aktarımı, yazınsal yapıtlarla gerçekleşir ve bu değerler edebiyat yapıtlarına içkin durumda yaşarlar. Özellikle ‘erdem’ kavramı etrafında toplanan; iyilik, güzellik, doğruluk, dürüstlük, cesaret, yiğitlik ve ayrıca adalet, sevgi, aşk, saygı, yardım,merhamet gibi çeşitli kavramların içerdiği insani değerler, tüm klasik edebiyatın omurgasını teşkil ederler. İnsani değerler, edebi yapıtlarda, destanlardan romanlara açılan süreçte, kahramanlar aracılığıyla, var olduğu dilin içinde sonsuza doğru akar durur.

Modern zamanlarda, özellikle toplumsal sorunları önceleyerek anlatan toplumcu edebiyat, her şeyden önce bir tavır edebiyatı olarak kendini ortaya koyar. Bu tarz edebiyat anlayışı içinde yazmak, toplumda var olan her türlü sosyal ve sınıfsal çelişkiyi, acımasızlığı, yoksulluğu, zulmü, adaletsizliği, baskı ve zorlamayı dile getirmek; toplum üzerinden, bireyin mutluluğuna ulaşan yolları ortaya koyabilmek anlamına gelir. Düşlerle kurulan daha bireysel edebiyat anlayışında da bir tavır geliştirmek olasıdır. Yeter ki düşler bulutlarda kaybolup gitmesin; düş kahramanlarının ayakları bir noktada yeryüzüne değsin; metaforlar yaşamda karşılığını bulsun. Günümüzdeki edebiyat anlayışı, gerçeğin diyalektik aktarımı ya da yansılama teorisi üzerinde inşa edilmesinden çok, gerçeğin parçalanmış bir biçimde, bir yapboz tarzında anlatımına dayanmaktadır. Bu edebiyat anlayışını da sorgulamak ve buna da tavır geliştirmek olasıdır elbette. İsmail Mert Başat’ın vurguladığı gibi: “Tüketim toplumu kültüründe gerçek, nesneden, nesnel tabanından kopmuştur. Gerçek, ‘gibi’ye dönüşür. Bu ‘gibi’ gerçek, o âna özgüdür; yani an’dan an’a değişir, belirip- kaybolur, genellikle cemaatsel, kabileseldir.”(İtiraz Yazıları,s: 141) Dolayısıyla bütüncül- gerçekçi edebiyat, bu hakikat anlayışına karşı kendi tavrını geliştirmek durumundadır. Son zamanlardaki gerçek algılamasının cemaatsel ve kabilesel olması, onun dayandığı ilkelliği göstermektedir ki var olan toplumsal durum içinde yaşananlar da (gericiliğin tırmanışı, dinci faşizmin yükselişi, milliyetçi ve ötekileştirici toplumsal dalgalanmalar…) bu gerçek algılamasının kaçınılmaz bir sonucudur.

Edebiyatın başlıca tavrı, tüketim toplumu mekanizmalarının dayattığı bu algılama biçimine karşı durmak olmalıdır. Edebiyat, dil aracılığıyla itirazını bu noktada ortaya koyabilir. Toplumcu çizgideki bir edebiyat anlayışı, -düşünsel açıdan Marksizm’den beslenmeyi önceliyorsa-, gerçeklerin diyalektik ilişkiler sarmalında belirlenmekte olduğunu göstermeli, bu diyalektik devinim içinde gerçeklerin dönüşüp değişebile- ceğini; yazınsal metnin olanakları ölçüsünde, dil, mekân, zaman, kahramanlar ve toplumsal öğeler aracılığıyla, yepyeni algılama kapıları açarak ifade etmelidir. Bu, yaşadığımız karanlık günlerin içine bir ışık demeti gibi süzülecek umuda vurgu yapmak; tüketirken tükenmemek, edebiyat yoluyla ortaya konulan tavrın içinden yepyeni bir toplumun filizlendiğini dillendirmek anlamına gelir. Bu noktada, yaşam ve yazın, yaratıcı dilin içinde buluşarak yepyeni estetik güzelliklere açılacaktır.






  
 Hülya Soyşekerci
 H@vuz Yayınları'ndan Yayımlanmış Kitaplar