Kısa bir işsizlik döneminden sonra nihayet karton
fabrikasında iş bulmuştum. İsbaşı yaptığımın ilk günü ustabaşı yanıma gelerek
"Bundan sonra Günter ile çalışacaksın" dedi. Makinayı ayarlayan
Günter'e yaklaşarak Almanca merhaba dedim. Günter duymamış gibi yaptı. Bir daha
merhaba dedim. Bu defa bana yüzünü ekşiterek baktı ve zorla da olsa merhaba
dedi...
Günter'in, daha ilk günde böyle davranmasına anlam verememiştim ama
içimden "Belki ilk defa gördügündendir. Sonra ilişkimiz düzelir"
dedim. O arada Günter bana tekrar dönerek, sert bir üslupla "Makinanın
boyasi bitti. Git depodan boya al gel!" dedi. Ben de "Tabi ki alırım
ama o şekilde söylemen gerekmez" diye karşılık verince Günter bu defa
sessiz kalmayı tercih etti. Neticede gidip boyayı getirdim.
Bu defa Günter
teşekkür etti ve öğle yemeğinin geldiğini haber verdi. Sonra ellerini yıkamak
için makinanın yanından ayrılınca ben de yemekhaneye gittim. İçeride bir kaç
kara kafalı görünce içimden "Bunlar mutlaka Türk" dedim. Bir iki
dakika sonra yanılmadığımı anladım. İsminin sonradan Ümit olduğunu öğrendiğim
arkadaş bana merhaba dedikten sonra "Sen yandın hemşerim" dedi.
"Niye yanmışım, kötü bir durum mu var" diye sordum. "Ustabaşı
seni Günter'in yanına vermiş, öyle mi?" dedi. "Evet" dedim
"Ne var bunda?" "Yanlış anlama hemşerim" dedi Ümit bu defa
"O adam tam bir nazi kafalıdır, onun için işin zor!" "Onun
mutlaka anlamadığı bir tarafimız vardır. Zamanla birbirimizi tanırsak
düzelir." dedim.
Makinalarımızın başına dönerken isminin Latif olduğunu
söyleyen 60 yaslarında bir arkadaş bana yaklaşarak "Merhaba aramıza hoş geldin!
İsmin ne?" deyince "Erdoğan" dedim.
Latif Amca daha ortada
hiçbir şey yokken başladı Günter hakkında anlatmaya: "Sen bu Almanları
tanımazsın! Ne yapsan yaranamazsın bunlara. Senin birlikte çalışacağın Günter
de çok kötü birisi. Burada hiçbirimizi sevmez. Nazi bir herif! Bununla inşallah
başın derde girmez" dedi. "Girmez Latif amca! Tatlı dil yılanı
deliğinden çıkarır. Biz de tatlı dilli olmayı tercih ederiz" dedim. Ama
Latif Amca bildiğinden şaşmıyor. Ben de sessiz kaldım. Bir süre günler öyle
akıp gitti...
Bu süre içinde iş arkadaşım Günter ile her gecen gün aramız
düzeliyor; hatta bazan şakalasıp gülüyoruz. Ancak bizim yabancı kökenli
arkadaşlar Günter'le samimi oluşumuza bir anlam veremiyorlar. Günter de
firmadaki diğer yabancı kökenli arkadaşlar gibi az önyargılı değil. Memleketlerinin
daha önce güzel olduğunu ancak ne zaman yabancılar geldiyse bozuldugunu her
vesileyle dile getirip duruyor... Ben de buna karşı bu düşüncesinde
yanıldığını, her ulusun kendisine göre bir gelenek ve kültürünün olabileceğini
söyleyerek biraz hoşgörülü olunursa her şeyin düzelebileceğini anlatmaya
çalışıyorum ki Günter'i ikna edeyim...
Alman Günter ile hemen hergün böyle sohbet edip
tartıştığımızı gören Türk ve diğer yabancı arkadaşlar da bize hayretler içinde
bakıp duruyorlar, şaşkınlıklarını gizleyemiyorlardı... Ama fazla yorum da
yapmıyorlar bizim ilişkimizi görmek için de ara sıra yanımızdan geçerken bize
göz ucuyla bakmadan edemiyorlardı... Böyle epey bir zaman Günter'le her konuda
tartışıp iddialaşırken elimden geldiği kadar Günter'i ikna etmeye çalışıyordum
ama nafile... Ancak ben de yılmıyor, Günter ise "Burada misafirsiniz.
Artık çekip gitmenizin zamanı geldi! Memleketinize dönün!" diyor da başka
bir şey demiyordu... Ben ise böyle konuşmasının yasalarda suç olduğundan tutun
da bu yaptığının insan olmanın kıstaslarına uymadığını, onun için insana saygı
gösterilmesi gerektiğini uzun uzun anlatmaya çalışıyordum. Ama Günter'in
bildigi tek şey "misafirsiniz" kelimesi idi. Bir gün Günter'e
yabancıları neden sevmediğini sordum. Günter gülerek "Ben insanlari
severim. Herkes insan ama sizin memleketiniz burası değil. Siz misafirsiniz
diyorum, artık gidin ki memleketimizde biraz rahat edelim o kadar" dedi...
Günter'i ikna etmek için yaptığımız tartışmalardan da bayağı
yorulunca bir süre sustum. Sonra etrafı biraz süpürmeye çalıştıysam da kafam
Günter'in bilinçsizce irkçılığına takılıp kaldım. Bir türlü çalışamıyordum. Bir
ara süpürgeyi bırakıp tekrar Günter'in yanına gittim.
Sanki söylediğinde çok haklıymış ve beni de ikna etmiş gibi
kasılan Günter bana oturdugu yerde yine "Yaaa... Anladın mı şimdi neden
misafir dediğimi! Ben insana karşı değilim arkadaş! Memleketinize gidin artık,
burasi memleketiniz degil! Olamaz da... Siz misafirsiniz!" dedi yine. Ben
"Yanılıyorsun ve düşüncelerinde de haksızsın. Sana bir soru daha soracağım
ama bana dürüstçe cevap vereceksin" dedim. Sor dedi Günter. "Evinize
gelen bir misafirin misafirliği kaç gün sürer?" diye sordum. Günter makina
yağına bulanmış elleriyle başını kaşıdı. Zorlandigini anladım. "En fazla
bir-iki, bilemedin üç gün sürer" deyince bu defa ben tam sırası dedim ve
"Peki misafirlik bir iki gün ise nasıl oluyor da buraya kırk yılını vermiş
insanlar misafir sayılıyor. İnsan bir evde kırk yıl misafir olur mu?"
deyince Günter renkten renge girdi ve kem küm ettikten sonra konuşmamayı tercih
etti. Ve biraz ikna olmuş gibi oldu...
Bu tartışmadan sonra Günter ile ilişkilerimiz düzeldi. Artık
birbirimizi de anlamaya başladik. Sonra beni evine davet etti, eşi ve
çocuklarıyla tanıştırdı ve böylece dost olduk... Firmadaki diğer arkadaşlar da
Günter ile samimi oluşumuza sevinerek onlar da Günter'e ısındılar. Günler
böylece geçip gitti. Günter artık benimle nerede karşılaşsa "Artık misafir
değilsiniz" diyor.
Not:
Bu yazi Günlük Evrensel Gazetesinin 24-25 Agustos 2007
Tarihli sayilarinda yayinlandi...