Paris, 25 Nisan 2008, cuma, anlardan
akşam üzeri. Hava güzel. Çıkıp dolaşmak arzusu var: Tam anlamıyla haydi
çık ve güneşe vur kendini demek zamanı. Ama bu akşam başka bir işim var:
Gaye Petek’le aylar önceden sözleştiğimiz ve birkaç hafta önce kesinleştirdiğimiz gibi, yönettiği
Elele Derneği’nde, Abidin Dino başlıklı üç ciltlik çalışmamı tanıtmak için saat
18.30’da başlayacak olan söyleşi ve
tartışma programına katılmam gerekiyor. Hatta çalışmayı tanıtma konuşmasını
yapmam ve olası sorulara yanıtlar vermem lazım. O halde ilk hedefim Elele! İleri!
Öteden beri adını "Küçük
Türkiye" koyduğum "Bizim
Mahalle"nin tam merkezine taşındığından bugüne Elele kültürel faaliyetlerinde sanki dördüncü
vitese geçti. Dernek’te çalışanlar bu ritmi yakalamakta kimi kez zorlanıyorlar
gibime geliyor, ama önemli olan inanç. İrade kuvvetiyle dağları bile delen
bizler (!öhhhö !) …nelere kadir değiliz ki… Amanının…
Bana göre, gecenin en hoş anı Tülay
German’ın gelmesi, konuşmaları ve tartışmayı dinlemesi, kitapları alması,
imzalatması, iki satır sohbet etmesi ve yanaklarımdan öpüp bir serçe
hafifliğinde uçup gitmesi oldu. Parfümünü, gözlerinin güzelliğini ve derinliğini ve sesini bize emanet ettikten
sonra… "Burçak Tarlası"ndan buralara kadar gelmek her zaman
kolay değildir. Tülay German öyle her yere çıkan biri de değildir. Dolayısıyla bana gösterdiği bu yakınlığı asla
unutmayacağım. Ve her gece telefon etmesini" Ah! Sevgili Şehmus
Güzel"li sohbetlerini bekleyeceğim. O ses herkeslere de nasip olmaz. Bu
da bilinmeli.
Geceye renk katan bir kişi de elbette
Güzin Dino oldu. Güzin’siz Abidin mümkün
değildir. Asla! Güzin Abidin’li kısa an(ı)larını aktararak Abidin’in
sözünü Paris akşamlarına taşıdı. Güzin kimi sorulara da yanıt vererek abidinik
geleneği sürdürdü: Yani ? Yani tartışmaya taşını taşımak, tartışmada
yerini bulmak ve taşı gediğine koymak…Bilmem anlatabiliyor muyum? Veya
Güzin tarzında konuşmak istersek: "Tasavvur edebiliyor musunuz
kardeşim?" Evet edebiliyoruz diye yanıtlamak mümkün.
Geceye katılanlar arasında Abidin ve Güzin’i yaşamlarının değişik
yıllarında yakından tanıma olanağı bulan o dönemlerinin arkadaşlarından Neriman
ve Fahri Petek ile Tacettin Karan’ı da anmak gerekiyor. Abidin ve Güzin’i çocukluğundan
itibaren tanıyan ve Dino ailesinin "çocuklarından" en vefakarı
çıkan Gaye’yi saymıyorum. Nejat Firuz’u da saymıyorum: Çünkü her ikisi de
hala Güzin’in yanında ve her zaman Abidin için ellerini ateşe sokmaya hazırlar.
Gaye, geçmiş günlerde Abidin ve Güzin konusunda bana epey şey anlattı:
Nitekim kimi an(ı)larını kitaplarda bulacaksınız. Nejat ise anlatamadı (çünkü
zaman belası el vermedi) ama nikah şahidinin Güzin olduğunu buraya not düşeyim.
Şu son yıllarda Fransa’nın en ünlü
türkologlarından ve Abdülhamid isimli eseri bir yıl önce Türkçeye çevrilen otuz
yıllık dostum François Georgeon da onca işi arasında çıkıp ta uzaklardan gelip
dostluğunu gösterdi. Onsuz anılması mümkün olmayan Jean-Philippe von Gastrow’u
görmeyeli ise neredeyse yirmi yıl olmuştu: Ve o da "Şehmus Abi" diyerek pat diye çıkageldi. Türkcesini biraz
daha ilerletmiş. Her zamanki gibi güleç ve her zamankinden daha tombul. Üç
çocuk babası olmak da kolay iş değil hani. Görüşmeyeli doğrusu durmadan üretmiş
kerata. Aferin lan oğlum.
Ünlü ressamlarımızdan ve Abidin’in aramızdan
ayrılmasından sonra Paris’teki son "Arnavutumuz» Ömer Kaleşi’yi de
anmak isterim. Yanında hakkında Fransızca bir kitap yayınlayan eski diplomat
("Zoraki Diplomat" değil ama) yeni yazar Luan Rama ile. İki Arnavut
biraraya gelince ne yapar sorusunun yanıtını biliyoruz artık: Ya kitap
yayınlarlar ya Abidin’den ve Dino ailesinden söz ederler ya da her iki işi
birarada yaparlar: Neden mi ? Çünkü Dino ailesi Arnavutluk’u kuran ailedir
de ondan. Abidin’in Türkiye’deki ve Türkiyeliler arasındaki lakabının, tamam
artık sırası geldi: "Eller" yukarı Abidin!,
deşifre etmenin tam zamanıdır: "Arnavut"dur. Abidin bu işin hem
yararını görmüştür (İstanbul polisinin
Arnavutları çoktur 1950’lerde, ve bu durum, gözaltına alındığında Abidin’in
işine yaramıştır: Ayrıntısı kitaplarda, özellikle birinci ciltte) hem de
zararını...
Sevimli ve o minik minnacık boyuna nanik en
güzel ve en büyük tablolara meydan okuyan ve onları alıp seyircilerine sunan
şirin ve şairlerin ilham kaynağı (bilenler bilir) ressamımız Hilda Yosmayan da bize
katıldı: Bu işe herkes çok memnun oldu.
Çevirmenlerimizden Türkan Hanım, Hayri
Saygılı, ünlü avukatlarımızdan, Barış ve İnsan hakları savunucusu ve iyi yazar
Enis Çoşkun, güzelim şiirlerini birer
nazar bonçuğu gibi sunan " Şarkılar Ülkesi »nin sevimli delikanlısı
Emirali Yağan, " Editions Turquoise »ın sahibi ve yöneticisi ve aynı
zamanda emekçisi Erhan Turgut da renklerini, seslerini bizimkilere kattılar.
Artık Paris piyasasında kendilerine
hakettikleri yeri almakta olan kadın ve erkek işverenlerimizden Faruk Tepe’yi,
Anatole Cansaran’ı, Habib Erdem’i, Zehra Hanım’ı, Leyla Güz’ü, Mehmet Başkurt’u
da saymalıyım : En güzeli de adı geçenlerin geceye eşleriyle birlikte
gelmeleri ve kitaplara fena halde meraklı olmaları: O halde Paris’i
ziyaret için epey nazlanan ve nihayet dün akşam pat diye çıkagelen baharla
birlikte okuma zamanları da mı teşrif ettiler diye felsefi bir soru soralım
mı ? Hayır sormayalım: Çünkü bunu yanıtlayabilecek tek insan
Abidin’di ve o maalesef aramızda yok bu gece.
Fakat herkes Abidin’den söz etti yine
de.
Doğal kardeşim çünkü bu gece aynı
zamanda Abidin’i anmak için düzenlendi.
Abidin yaşasaydı bugün tam 95 yaşında olacaktı.
Geceye katılanlar arasında gazetecilerimizden
ve fotograf sanatcılarımızdan İbrahim Öğretmen’i, Cihan Serdar Özcan’ı, Tuna
Kargılı’yı, Ali Rıza Taşdelen’i, Tansu Sarıtaylı’yı da unutmamalı: Tansu
her yerde hazır ve nazır: Sanki
fotograf makinasıyla doğmuş ya da fotograf makinası sonradan "aşılanmış" bu arkadaşa,
boynundan hiç çıkarmadığı makina ile çekmediği an ve anı kalmadı. Şimdi
anı da nasıl çekilirmiş diye sormayın lütfen…
Belgesel film yönetmeni Kudret Güneşi
ve arkadaşlarını ve daha gençecik bir fidan kızını da anmalıyım. Ve elbettte
doktora hazırlıklarındaki genç öğrencilerimizden Meltem’i, Gauthier’yi,
Murat’ı, Zeynep’i, Ayşegül’ü, Sezgin’i ve hayat arkadaşlarını da.
Pek çok ve kendilerini pek ele vermeden
sıvışıp giden Fransızları, yoksa Fransalıları mı demeli?, saymıyorum:
Çünkü mutlaka pek ünlü bu insanlarla tanışmak şansına kavuşamadım. Oysa güzel
dinlediler: İyi sorular da sordular. Eh konuşmalar Fransızca olduktan
sonra babam da dinler ve soru sorar. Yitip gecenin karanlığında,
gitmeden önce bir-iki bardak şarabın "ifadesini almayı" yine
de ihmal etmediler: Sağolsunlar: Yine de ve her şeye özellikle
mızmızlamalara rağmen ("Aman çanım Türk şarabı da ne ola
ki ?" filanlı) bu kendini beğenmiş ve sevimli insanlar giderken hayallerini ve
hayaletlerini bizlere bırakmayı ihmal etmediler: Bu da bize yeter..
Gaye Petek’in kitapları ve yazarını,
yani bendeniz kulunuzu, tanıtmak için
yaptığı kısa ve öz konuşmadan sonra, kitapları nasıl ve neden yazdığımı anlattım. Abidin’le nerede ve ne
zaman tanıştığımı da ve yıllarca süren
dostluğumuzu da…
Sonra sıra sorulara geldi ve karşılıklı sohbet epeyce sürdü… Zamanın nasıl
geçtiğini farkedemedik… Sonra kitaplar imzalandı… Hasret giderildi…Kırk yıllık
dostlar birbirine kavuşmaktan mutlu biraz nostalji yapıldı. An(ı)ların ve
kırmızı şarapın ve kimi için viskinin de
etkisiyle ayaklar yerden kesildi ve Paris’in göbeğindeki Elele’den uzaya doğru
bir şeyler havalandı… Herkes iyi yolculuklar yaptı ve son duyumlarıma göre hala yolculuklarından
dönmeyenler varmış… Neyse…
ZAMANINDA yeryüzüne dönebilenler ve
ağızlarının tadını bilenler akşam yemeğini Derya nam lokantada yediler.Hem
derya hem deniz : İşkembe çorbalar, şiş kebablar ve yoğurtlar ağzınıza layık, ama ızgara köfte
kırmız kartla oyun pardon mide dışı kaldı…
Kitap Yayınevi
Şubat 2008
Üç kitap, 476, 412, 356 sayfa
ISBN 9789756051856
Fotoğraflar:
1. M. Şehmuz Güzel
2. Gaye Petek
3 - 4. Güzin Dino, M. Şehmuz Güzel