Can Yayınları, 2008 Barkot:9789750709517 Sayfa:324
“Başka şeyler yaparak da
zincirlerimi kırdım. Neyse, adımı borçlu olduğum Amida’yı anlatır mısın bana?” “Bir zamanlar bu kenti
bir kadın hükümdar yönetiyormuş. Kadın hükümdar Yunus Peygamberle tanışmış,
Müslüman olmuş...” Efsaneyi dinlerken yüzü
ışıldıyor kadının, gözlerini kapayıp açıyor, Dicle’ye, Hevsel Bahçeleri’ne
bakıyor uzun uzun. Arzu dalgası dipten yüzeye vuruyor yine. Dilşa’ya dokunmak
istiyor, bu arzusunu güçlükle bastırıp
anlatmaya devam ediyor: “Kalenin tamamlandığını
gören Yunus Peygamber, kal’anız mamur olsun, gönlünüz sürur olsun,
der Amida’ya.O
günden sonra kentin adı “Kadın Kenti” anlamına gelen Diyar-ı Bikr
olur.” Bir sigara yakıyor,
“Efsanenin beni büyüleyen yanlarından biri de Diyarbakır’ın kadın kenti
olması,” diyor. “Karşıma sen çıkınca buna inandım. Bu kentin adını Amida olarak
anmak istiyorum. Senin adınla.” “Amida adını sevdim.
Bana ‘Amida’ diye seslenebilirsin.” Bir adım atıp Arat’a yaklaşıyor, “Biliyor
musun,” diye devam ediyor, “sanki buraya çocuk işçiler için değil de, benim
için geldiğine inanmaya başlıyorum. Sen farklısın. Bende farklı duygular
uyandırıyorsun. Kendimi sana anlatmak, sırlarımı seninle paylaşmak istiyorum.” Amida’sına kavuşmuş
Arat; hayalini kurduğu Amida’yla surlarda yürüyüp bu konuşmayı yapıyor
olmalarına inanamıyor. Diyarbakır’ın surlarına yeni bir sır eklendiğini ve
başka sırların dasırasını beklediğini
geçiriyor kafasından. Sır ve Sur. Yazabilirse
romanı için iyi bir ad olabilir, ama karar vermek için henüz erken. “Ne düşünüyorum, biliyor
musun?” diyor, Amida’ya dokunma arzusunun sesine yansıdığını hissediyor.
“Farklı dünyaların insanlarını buluşturmada aşkın üstüne yok galiba. Yeter ki
karşılaş, rastlantı seni en olmayacak kişiye götürebiliyor.” Gülümseyerek
Amida’ya bakıyor, eğer aşk böyle bir
şeyse gerçekten, Dilşa’yı pekâlâ devletin adamına da götürebilirdi, diye
düşünüyor. Bu düşüncesini Amida’ya söylemek istiyor. Pek çoğu gibi bu da
düşünce olarak kalıyor, sözcükler ağzından çıkmıyor.Arat insani olana
itiraz etmiyor, ama sorun insani olanda düğümlenmiyor mu? Sorun, çocuğu çocuk,
kocayı koca, tehlikeyi tehlike, aklı akıl, utançı utanç, vicdanı vicdan
olmaktan çıkaran dürtünün ta kendisinde. Diyarbakır Amida gibi bir kadını
çıkarıyor, Arat da gelip kadının kalbini çalıyor... Tuhaf bir durum, diye
düşünüyor, şu anda Cenevre’de Leman Gölü’nün çevresindeki parklardan birinde ya
da Prag’da, Karel Köprüsü’nde olmalıydım. Neresi olursa olsun, ama
Diyarbakır’da ve Amida’yla değil. Deli cesaretine sahip olacak kadar genç
değil, cahil cesareti içinse artık çok geç.