"Yaratıcım ve Ben"

                  



"
...

O günü anımsayınca, hâlâ on yedi yaşında genç bir kız gibi heyecanlanırım. Tatlı bir duygu sarar içimi, hafifçe ürperirim. Küçük bir ayrıntıyı kaçırmamak istercesine gözlerimi yumarım. Yavaş yavaş canlanır resimler. O anı yaşıyorcasına bir duyguya kapılırım. Uzun sürmez mutluluğum. Gözlerimi açınca, birer birer silinir resimler. Önce sen gidersin kederler içinde, sonra da ben yalnız kalırım ıssızlığın ortasında.

Bir Cafe’nin bahçesinde şarap içiyorduk. Pırıl pırıl bir sonbahar akşamıydı. Ben seni dinliyordum. Yumuşak sesinle, kurduğun birbirinden güzel tümcelerle beni büyülüyordun.

Sessizliğin, dalıp gitmelerin de hoşuma giderdi. Gözlerindeki pırıltı yavaş yavaş sönerdi. Buruk bir gülümsemeyle dudaklarının kenarlarından başlardı hüzün ve bütün yüzüne yayılırdı. O an yanaklarını ellerimin arasına almayı ne çok arzulardım. Yapamazdım, bu arzumu zorla bastırırdım. Güçlü olmanın şartlarından biri duyguyu gizlemekti.

         “Günler ne çabuk geçiyor,” dedin. Sonra tatlı tatlı gülümsedin, bayramda cebini şekerle dolduran bir çocuk gibi sevindin.

         “Nil, ilk öpüştüğümüz günü anımsıyor musun?”

Şımarık bir gülümseme belirmişti dudaklarımın ucunda. Sen fark etmedin, sanki cebindeki şekerleri sayıyordun.

         “Aradan çok zaman geçti, anımsamıyorum.”

Hemen gölgelendi yüzün. Bakışlarını kaçırdın, gözlerini benden sakladın. Zorla gülümsedin, sakin görünmeye çalışarak, “Evet, aradan çok zaman geçti,” dedin. Sesin titremişti. Bir an ne yapacağını şaşırdın. Sonra toparlandın.

         “Ben o günü unutmadım. Biliyor…”

(...)

Aslında seni üzmeye dayanamazdım. O şair yüreğini incitince, içim kan ağlardı, ama bunu dışa vuramazdım. Hatta sezdirmemek için elimden geleni yapardım.

Taner, ilk öpüştüğümüz günü nasıl unutabilirdim. Bir pazar günü, öğlesonuydu. Üçüncü buluşmamızdı, ve benim ilk öpücüğümdü.

Otobüs durağının önünden almıştın beni. Külüstür arabanla ilerliyorduk. Heyecanlıydın. Bunu hiç gizlemedin.

         “Çok heyecanlıyım, biliyor musun.”

         “Anlaşılıyor, bunu söylemene gerek yoktu.”

         “Sen heyecanlı değil misin?”

         “Hayır, neden heyecanlanayım?”

Gözlerimin içine şöyle bir bakıverseydin, senden daha çok heyecanlı olduğumu anlayacaktın. Bunu akıl edemeyecek kadar saf ve çocuktun.

(...)

Bana iyice yaklaşınca, içimi tatlı bir ürperti sardı. Bacağın bacağıma değiyor, sıcaklığın yavaş yavaş bütün gövdeme dağılıyordu. O kadar heyecanlı, o kadar mutluydum ki, yüreğimin sesini duymandan çekiniyordum. Çevremizdeki insanlara aldırmıyorduk. Sanki ikimizden başka kimse yoktu. Gözlerimin içine bakarak saçlarımı okşadın. Ben senden sabırsızdım. “Haydi, öp artık,” diyordum içimden."

 





Roman
Kora Yayın
Temmuz 2006
186 sayfa
ISBN 975-8800-49-3




 

          Yaratıcım ve Ben - Basından

 

     Yazarın yazdıklarının peşine takılması bilinen bir şey; ya da yazının yazarı peşinden sürüklediği, yönlendirdiği: Yazarın yazdıklarının tutsağı olduğu. Yazarla yapıtı arasında kopmaz bir bağ vardır bilinen. Yaratıcının yarattığı kahramanlarla özdeşleştiği de olur. Bir roman kahramanının yazarına dönüşmesi de olabiliyormuş, bunu da yeni öğrendim. Kurmaca bir romanda kahramanın yaratıcısını yönlendirdiği de Yaratıcım ve Ben’de olduğu gibi.

      Şakir Doğan, Berlin’de yaşayan bir yazar. Yazıya şiirle başlamış ve 1997’de yayımlanan Karıncaların İntiharı’nda da ürünlerini bir araya getirmiş. Öyküleri Adam Öykü, Kitap-lık, (…)Eşik Cini, Notos Öykü gibi dergilerde yayımlanmış. Şimdi de Yaratıcım ve Ben romanıyla okur karşısında kendini sınıyor.

      Polisiye tadı da olan ve yaratma ile yaratıcı arasındaki ezeli çekişmeye, yönlendirmeye o da katılıyor romanıyla. Roman, kahramanının ağzından ilerliyor. Kişililiğinin ve kimliğinin farkına varan kahraman, bir gün yüzünü merak eder. Aynada gördüğü yüz yazarın, yani kendisini yaratanın yüzüdür. “Tek yumurta ikizi gibi” birbirlerine benzerler. “Sanki bir kişinin iki özdeş” kopyası gibidirler. Yazarın geçmişini de almış bir kopyadır bu. Yazarın kardeşi olmuş bir kahraman yani!

     Roman, Anadolu’da adı sanı belli olmayan küçük bir köyde geçer daha çok. Ama Berlin’le de sıkı bağlantısı vardır. Çekildiği köy evinde, inzivada roman yazan yazarın kahramanı pek meraklıdır. Bulduğu defterde Nil ile Taner arasındaki aşkı ayrıntılı bir biçimde öğrenir. Nil, şımarık, üniversite mezunu bir kızdır. Sevgisini belli etmeyen ve sevdiğine eziyet etmekten hoşlanan bir tiptir. Taner ise, yalın, samimi ve duyarlı bir Anadolu çocuğudur. Çiçekçi dükkânında çalışmasının yanında Nil’e karşı büyük bir aşkla doludur. Nil ise, hem onunla olmaktan memnundur, hem de ona uzak durmaya çalışır, Taner’in sıcak ilgisine soğuk durur. Nil, günün birinde, hem de Taner’in bir şiir ödülü aldığında, bir iş arkadaşıyla uzatmalı sevgilisini aldatır. Onları yatakta gören Taner’in dünyası birden yıkılır ve Berlin’den gider adresini falan belli etmeden. Nil’in bir çocuğu olur ötekinden. Çocuğa Nil’in annesi bakar. Nil, yaptığına bin pişmandır ama iş işten geçmiştir. Annesinin babasının geldiği Anadolu’daki köye çekilir. Nil’in babası zengin olmayı kafasına koymuş ve bunu başarmış biridir. Kızı üzerinde çok etkilidir. Kızına sevgisini göstermeyen tipik bir babadır. Annesi, yumuşak, sevecen, evde pek sözü geçmeyen ama çok kitap okuyan biridir. Nil, köy evinde geçmişini yaşamaya, yazmaya başlar. Köydekiler tümüyle yobaz insanlardır. Nil’in giyim kuşamını, davranışlarını normal karşılamazlar. Hele köye atanan ilerici, aydın öğretmenle dostluğunu hiç bağışlamazlar ve bunu kötüye yorarlar. Öğretmeni köyden uzaklaştırmak için ellerinden geleni yaparlar. Nil, köydeki çobanın oğlunun konuşma bozukluğunu gidermeye çalışır. Köylüler, Nil’le öğretmeni arabayla kaçmaya çalışırlarken yakarlar. Nil’in tuttuğu defterden bunu öğreniyor kahraman. Kahramanın bir de adı da olur: Behnan.

     Nil’in oğlu da annesinin ardından aynı köye, aynı köy evine gelir. Annesinin peşine takılır. Bir dedektif gibi işin üstüne giden ise Behnan’dır, yani romanın kahramanı. Köylüler ise cezalandırılmışlar, efsunlanmışlar gibi kimseyi görmezler, hiç tepki vermezler. Nil’le öğretmenin yanmaktan kurtulduğu şöyle bir sezdirilir Behnan tarafından. Bu doğru bir saptama mıdır, yoksa bir düş müdür? Pek belli olmaz. Ama bir olasılık olarak karşımıza çıkar.

     Taner’i İstanbul’a gittiği, orada evlendiği de bilgi olarak verilir flu bir biçimde. Bunda da kesinlik yoktur. Romanda ortaya çıkmadan kalan pek çok gizemli şey vardır, o da yazarın nüfuzunda olan şeylerdir. Romana yoğunluğu artıran bir teknik.

     Yaratma ile yaratılma arasında mekik dokuyor okur romanı okurken. Polisiye bir tat ve kurgu da işin içine girince, romanın merak unsuru da epeyce yükseliyor. Ayrıca Nil’in defteri, köydeki yaşam, yazarla kahramanı arasındaki ilişki, köylülerin artan baskısı, köy öğretmeninin yaydığı samimi, dostça ışık... Romanın iç içe geçmiş sıkı kurgusu, Yaratıcım ve Ben’i büyük bir dikkatle okutmaya yetiyor bence. Ayrıca Şakir Doğan’ın yalın, disiplinli Türkçesi de kitaba olumlu puan kazandırıyor. Bu kitap ucuzlanacak bir gurbetçi romanı değil. Artık yurtdışından da bu tür iyi kitapların çıkabileceğinin bir ön işareti bence. Üzerinde çok çalışılmış, çok emek verilmiş ve belli bir kurguyu, anlatımı da falsosuz sonuna kadar götürebilmiş bir romanla karşı karşıyayız Yaratıcım ve Ben’de.

      Yaratıcı ile kahraman arasında köy evinde sürüp giden ve yer yer çekişmeli günlük yaşam, bir yandan da Nil’in notları üzerinden yürüyen Berlin’deki Taner’in tutkulu aşk. Nil’in kendini çözümlemeye çalıştığı pişmanlık dolu geçmişine eğilmesi ve ailesini masaya yatırması da romanın derinliğini oluşturuyor. Hem uzaktan, hem de yakından olaylar bir örgü gibi gelişir, birbirinden kopmaz hale gelir. Yazar, Nil’in oğlu, roman yazma sürecinde kahramanı sayesinde  geliştirir romanı. Sonunda yazar köylüler gibi efsunlanır ve köyde kalır. Kahraman yaratıcısının bileti ve pasaportuna kavuşur yurtdışına çıkmak ve yeni bir hayata başlamak için. Aslında başlayacağı yeni bir hayat mı, yoksa eskinin izinde yeni bir düzen mi?  Bu belirsizliği okur istediği gibi yorumlayabilir.

Gültekin Emre, Cumhuriyet Kitap / 5 Nisan 2007      

“Yaratıcım ve Ben”, Şakir Doğan’ın Kora Yayın tarafından basılmış romanının adı. Arka kapağında, “Tek yumurta ikizi gibi birbirimize benziyorduk. Sanki bir kişinin iki özdeş kopyasıydık. (…) Hangi insan tıpatıp kendisine benzeyen ikizinin canına kıyabilirdi?” denmesi bile merak uyandırmaya yetiyor.

Feyza Hepçilingirler, Cumhuriyet Kitap, Türkçe Günlükeri / 1 Kasım 2007 

 

(…)

Şakir Doğan'ın bu romanı, iç içe geçmiş bir anlatım tarzına dayanıyor. Romanın kahramanı Behnan Can Birsen, tek isim olmasına rağmen iki ikizin ismi olarak okuyucunun karşısına çıkar. Bu ikizlerden biri 'yaratıcı' olarak isimlendirilirken, diğeri romanda anlatıcı olarak yerini alır. Bu benzer görünen, fakat temelde farklı iki dünyanın kurgusuna dayanan roman, Nil isimli kadın kahramanının yazdığı günlükler üzerinden metne dahil olmasıyla yeni bir boyut kazanır.

Radikal Kitap / 28 Temmuz 2006


 

  
 Şakir Doğan
 H@vuz Yayınları'ndan Yayımlanmış Kitaplar