-Denizin
renginin mavi olduğunu söyleyen genç dostunuza niçin
şiir yazmayı bırakmasını salık verdiniz?
-Deniz mavi olduğu
için.
-Aynı yanıtı veren bir ressam olsaydı, yanıtınız
da aynı mı olacaktı?
-Bir ressama denizin ne renk olduğunu
sormazdım ki...Olsa olsa dalgaların sesini betimlemesini isterdim.
Ferit
Edgü
I
“Edebiyat
tarihinin belki de en eski ve kalıcı kavramı-Karşılaştırmalı
Edebiyat disiplininin vazgeçilmez konusu-resim ile şiirin
temsiliyet sistemleri olarak birbiriyle mukayesesidir.” 2
Bu bağlamda Leonardo da Vinci, şaire şöyle der: “Eğer siz
şekillerin görüntülerini anımsayıp
betimleyebiliyorsanız, ressam onları, hatta yüzlerdeki
ifadeleri yaratan ışık ve gölgelerle canlanmışlarcasına
gösterebilir. Bu alanda sizin kaleminiz bizim fırçamızla
asla boy ölçüşemez.” 3
Ressamlar, Rönesans’tan itibaren resim sanatının gerçeğin
doruk noktasını sunduğunu ileri sürmüşlerse de şairler
şiiri resimle kıyaslamaya çok daha önceden, Homeros’un
zamanında, başlamışlar ve şiirin betimleme gücünün
I.Resim üstünlüğünü vurgulamışlardır.4
Görsel sanatların ve entellektüel hayatın Rönesans’ta
canlanması iki sanat arasındaki rekabetin gelişmesiyle
sonuçlanmıştır. Bu rekabete Shakespeare de birçok
sonesinde katılmıştır. 18. Sone’de şair, sevgilisine
seslenerek yazdığı sone sayesinde sevgisinin /sevgilisinin
ölümsüzleşeceğini iddia eder.
“Yaşadıkça
şiirim, sana da hayat verir.”
Ayrıca,
şiir sanatının doğayı taklit etme, yani mimetrik gücünün
de altının çizer. Şiirin, resme üstün olmasının
bir başka nedeninin de şiir dışındaki tüm hacimsel
sanatların, özellikle de heykelin, zamanın ve doğa olayları
gibi dışsal etkenlerin tahrip gücüne karşı dayanıksız
ve savunmasız olmalarını ileri sürer. Anıtlar ve heykeller
taştan, mermerden yapılsa da şiir kadar uzun ömürlü
değildir. Şiir, sadece kağıt ve mürekkepten oluşur; ancak
ilk anda daha zayıf ve dayanıksız görünen şiir, zamanla
çok daha güçlü ve kalıcı olacaktır,
Shakespeare’e göre.5
II
Şiirin
Resmi Anlatması
“Klasik
Yunan ve Roma mitolojisi, ressam ve şair tarafından her zaman
rağbet gören bir konudur. Belki de onları etkileyen en önemli
neden, mitolojideki gizem ve sembolizmdir. Bütün mitolojik
öyküler ve öykülerin kahramanları arkalarında
önemli mesajları gizler. Bu kahramanların en güzeli ise
Venüs’tür. O, her zaman güzel olmalıdır, bu onun
misyonudur. O, tanrısal güzellik bildirisini yeryüzüne
getiren gizemin sembolüdür.
Sandro Boticelli, bu kutsal
güzelliği resminin konusu yapmıştır. Tablo, gül yağmuru
ortasında, rüzgar tanrıları tarafından kıyıya uçurulan
bir deniz kabuğu içerisindeki Venüs’ü betimler.
Nympha’lardan biri de elinde tuttuğu erguvan kırmızısı
pelerinle onu karşılamak üzere görevlendirilmiştir.
Boticelli, resmin kuralları içinde güzel bir kompozisyon
çizmesine karşın, resmin hareketli ve sesli olmasını
istemiş olacak ki, resimde uçuşan figürler de dikkati
çeker... Oysa bir resmin konuşması, kendini anlatması
mümkün değildir. Resim sadece an'ın ritmini tutar. John
Keats’ın Yunan Vazosuna Ağıt şiirinde betimlediği gibi,
resmedilen an, artık o zaman diliminin kölesidir. Venüs,
hep o naif yüz ifadesiyle kalacak, rüzgar tanrısı da
sonsuza dek, anlatamamanın ezikliğini umarsızlığın nefesiyle
üflemeye devam edecektir. Ama, bu, asla Venüs’ün
dertlerini anlatmaya yetmeyecek, ressam da sessiz bir o kadar da
derin bir an'ın konuşma yetisine sahip olamayacağını
betimleyecektir. Nefesin resmine ya da başka bir söyleyişle
taklidine sahip olmak, resmin konuşmasını sağlamayacak, aksine
sessizliğini yoğunlaştıracaktır. İşte tam da bu nokta da şiir
devreye girecek; sonsuza dek susan resme, nefesin, sesin ve derdini
anlatmanın nasıl bir yeti olduğunu, kendi ruhuyla (nefesiyle)
anlatacaktır. Resme, sesi kazandıracak olan şiirdir.” 6
Şiir, resim mukayesesinin bir başka boyutu da ekphrastiktir
(şairin, bir resmi alıp onu tasvir etmesi, resme resmin çok
ötesinde resme bir anlam ve derinlik katması). William Carlos
Williams’ın, Brueghel’in resimleri üzerine yazdığı
şiirlerde bunu açıkça görürüz.7
Uzun süredir devam eden bu “resim-şiir savaşı”
birbirlerinin değerini anlayıp, birlikte uyumlu bir uykuya dalan
iki sevgilinin uzlaşmasıyla barışa dönüşmüştür.
(Savaşı hala sürdürenlerin varlığına rağmen) Görsel
ve işitsel algılar birlikte olduklarında uyumlu bir çift
oluşturur. Çoğu zaman, en kıran kırana savaşan iki
tarafın, birbirini en çok sevenler olduğu da bilinen bir
gerçektir.
III
Türk
Edebiyatında Resim-Şiir İlişkisi
Türk
edebiyatında resimle şiirin birbirine göz kırptığı
görülür. Bedri Rahmi Eyupoğlu’na göre, “Resim,
şekillenmiş şiirdir.” Bedri Rahmi’nin sanatçı
kişiliğinde, şiirlerle resim at başı gider, birbirini sürekli
etkiler. Abidin Dino, Yunus Emre’nin: “Bu dünya bir gelindir
/ Kızıl yeşil donanmış / Kişi yeni geline / Bakar bakar
doyamaz” dizelerinin izdüşümsel seyrine çıkar.
“Seyri, derinliği olan bir resim evreninde çiçeklenen
renk/ biçim dünyasında onun şiirsel yanının yaşamla
alışverişindeki eylemsel boyutunu görürüz.”8
Nazım Hikmet’e “Sen, mutluluğun resmini yapabilir misin
Abidin?” dizesini yazdıran Abidin Dino, resim-şiir uyumunu en iyi
kavrayan sanatçılarımızdan birisidir; Anadolu
duyarlılığını, Nazım Hikmet’in evrensel insan sevgisiyle
çizginin doruğuna taşımıştır.
Balkan Naci İslimyeli,
resimlerinin yanı sıra izleyici de bilinçli bir “sır
paylaşma” duygusu uyandırmaya çalışmış ve yayımladığı
şiirleri aracılığıyla kendi içsel yolculuğunu, kendini
bilme-okuma-görme-duyma arayışını açığa vurmuştur.
Yaşam ile masal, resim ile fotoğraf, imge ile dil, resim ile şiir
arasındaki gelgitleri gündeme getirmiştir. M. Kayahan Özgül,
Resmin Gölgesi Şiire Düştü 9 adlı
kitabında “tablo altı şiirleri” olarak anılan şiirleri,
üzerine yazıldıkları tablolar, resimlerle birlikte sunar.
Muallim Naci, Recaizade Mahmut Ekrem, Ahmet Rasim, Tevfik Fikret,
Cenap Şehabettin gibi şairler, resim için şiir
yazmışlardır. Bu durum ressamın fırçasıyla şairin
kaleminin birlikteliğini gösterir.
IV
Sevgi
Soylu Koyuncu’nun Resimlerindeki Şiir veya Suluboyanın
Sırları
Ben
suluboyanın saydamlığını seviyorum. İçi dışı bir
bakışta görünen saydam insanlara benzetiyorum suluboyayı.
Hem derinliği görüyorsunuz hem de bir bakışta kağıdın
beyazına ulaşıyorsunuz. Sıcak, samimi, hata affetmeyen; ama çok
güzel sonuçlar veren bir teknik. Her
yorumda, bir yetersizlik ve çözümsüzlük
duygusu saklıdır. Koyuncu’nun iki resmini yorumlama sürecinde
bu kavramları da yedeğimizde taşıyacağımızı biliyoruz. Ancak,
bunların yanında işimizi kolaylaştıracak avantajlarımız da yok
değil... Yazımızın “giriş”inde sözü edilen
şiir-resim karşılaştırmasında, Koyuncu karşıtlıktan değil,
birliktelikten yana. Ayrıca, Koyuncu`nun deneme ve şiir
çalışmalarının olduğuna da biliyoruz.
“Yapıta bazı
sorular yöneltiriz; ama bulduğumuz cevabın başlangıçtaki
soruyu silmesi de mümkündür. Bir bilmecedir yapıt,
bilinmeyen ve bilinmek istenen şey. Yorumcu, yapıtı yorumlarken
(icra ederken) saydamlaştırır da onu. Yapıtın bilinme isteğine
uyuyor, onun gereklerini yerine getiriyordur; ama bu saydamlaşma,
yapıtın sorusunu (bir soru olan yapıtın) kaçırılmasına
da yol açabilecektir.”10
Bu nedenle ilkin sanatçıyı, sanatçının sanat
anlayışını kavramak gerekir. Sevgi Soylu Koyuncu, bir sergisi
için yazdığı denemede sanat anlayışının ipuçlarını
ortaya koyuyor: “Her resim, yazılamamış bir düştür
aslında. Doğada hiç olmayan renkleri, doğada bulunduğunu
günün birinde keşfetmenin coşkusudur. Hem bizim olan, hem
hiç kullanmadığımız heyecanlar gibi bir mucizeyi zorlayıp
yaşamla ödeşir resim. Resim, tılsımın kurgusundan, gizin
tanımsız inancından, sis dilinin söyleminden hoşlanır. Bir
şeyleri anlatmanın, imlemenin dolaylı da olsa söylemeye,
göstermeye çalışmanın derdini, düğümünü
taşır. (...)
Resim, iklimi bilinmeyen bir ülke.
Serçelerin boşluğu tanımlayan sesi, gül esintisi, ipek
dokunuş, ışık ve renk denizi, renklerin cenneti...
Resim,
suskunluğun ruhunu anlamak, bir yağmur damlasında dünyayı
içmek, rengin ve ışığın peşinden bir uzun yolculuğa
çıkmak, umudun yüreğine tek nokta siyah düşmesin
diye geceyi ışıtmak sonsuza dek...
Resim, suya yazı yazmak...
Yani, imkansızlığın estetiğine inanmak.
Arttıkça
ağaran bir su zamanının ırmağında yolları, sesleri, nakışları
ölümsüz kılmak... İki gözyaşı aralığı
kadar süren sevincin hükmünü sonsuza taşımak...
Sevinçler dünyasından bir masal anlatmak...
Düşlere
tutunarak “olmaz”ı şaşkına çevirmek...
Her acı
rengin yanına bir bahar dalı düşürmek...
(...)
Resim, gizli bir dilde kayıp bir yolculuk... Ne kadar okursanız
o kadar yazılı olan bir görüntü...”11
Resim anlayışını şiir tadında aktaran bu metnin kılavuzluğunda
biz de örnek aldığımız iki resmi şiirin diliyle
anlamaya/anlatmaya çalışacağız.
V
Yorum
Denemeleri
Resim 1 Resim 2
I.
Resim İçin
Renklerin
bir ışık söylencesine dönüştüğü bu
resimde dilimizin ucundaki bir uzaklığın imgesi var.
Yağmurda
ıslanmış bir türkü, kuş cıvıltılarına gömülmüş
bir çiçek; “iki çakılana bir deniz vereyim”
12
dedirten, hüznün dilsiz masalcısı bir çift
göz...“Gözleri iklimini yitirmiş iki bulut / kirpikleri
kırık bir çocuk”13
„Eskiden, küçükken acıyan yerlerimi öperdin.
Yüreğim acıyor anne. Yüreğimi öpsene“ der gibi
bakan bir çocuk...
Yüreğin
serçe, çocuk!
Susuşun pınar.
“Sensin bütün
gurbetlerde düşlerimi gezdiren. İsminde gül büyüten
ince gülüşlü çocuk” 14
Ne
uzaklık engelin, ne mekan sıkar seni... Özgürlük
ellerinde bir mavi bilye... Açan gül gibi, akan su
gibi... Bir senin yüreğinin sınırları çizilmemiş.
Bir senin düşüncelerin gül kokusu gibi özgür...
Kardeşlerin gök, deniz.... ve ürperen sonsuzluk. Yüreğin
iyiliğe, güzelliğe bin şölen... Sevgiyi bölüşürsün
kendine pay almadan. Gözlerimi kapadım. Seni dinleyeceğim.
Sevinçler, dünyasından bana bir masal anlat. İçinde,
çağın yüzünde leke gibi duran hiçbir
kötülük, didişme olmasın. Usandım “gerçek”
dedikleri sıkıntıları yaşamaktan. Yalvarırım beni de düşlerine
inandır!
Büyütmesinler seni
küçüklükleriyle!
Yüzündeki masumiyet hep “çocuk” kalsın.
Unutma “Çocuk
Güzel anılar gibi hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi güzel”15
bak yaşadıkça.
II.
Resim İçin
İnsanda
“cevabı ömür süren bir soru bıraktım sana”16
diyen bir yüze sürgün olma duygusu uyandıran bir
resim.
Onurlu bir suskunluk, saydam bir kırılmazlık...
Bir
daha unutmamak için bir kez görmenin yettiği bir yüz.
“iki şey var ancak ölümle unutulur / anamızın yüzüyle
şehrimizin yüzü”17
“Yaslandın mı çınar, sarıldın mı umut”18
olan bir anne yüzü... Ülkemdeki annelerin-Anadolu’nun
dolu kadının-yüzü... (Bütün anneler birbirine
benzer.)
İnsanın gözlerinin önüne sayısız anne
görüntüsü getiren bir yüz...
Yüzünün
gülünü, oğlunun ya da kızının ağacının sağlam
gövdesine dayayarak bitmez tükenmez bir yağmura karşı
direnen çileli anneler...
Bir ucu yanmış türkülerle
“hüznünde asi dağların şivesi bozuk dumanını
taşıyan”19,
gözleri yollara kilitli anneler...
Kapılarda duran; haber,
hüküm, mektup, infaz, salıverme, iki çift söz,
umut, ay, yıl bekleyen anneler...
“Galatasaray Lisesi’nin
karşısı postahane/ resmi açıklamalara göre/ pulun
zarfa yapışması için/ gözyaşı döküyor
çocuğunun resmini tutan anne”ler...20
“Saçlarına yıldız düşmüş koparma anne”
diyen Nevzat Çelik’in, “Dizlerin duruyor mu hala başımı
koyacak?” diyen Ahmet Erhan’ın annesi...
Bakışında,
duruşunda bin öykü taşıyan bir resim...
VI Sonuç
İnsan
(yazan-çizen-üreten insan), toplumsal çevresi ve
doğayla olan bütün ilişkilerinde kaotik (düzensiz)
geçmişin huzursuz anılarını taşır. İnsanda yazarak veya
biçim vererek gerçekleşen düzen yeteneği ise bir
kurtuluş ve sükun isteğini dile getirir. Sözcükler
ya da biçimlerle gerçekleşen bu dışavurum, kurtuluş
olduğu kadar yeniden dolup gerginleşmenin (üretimin) bir
başlangıcıdır. İnsanın her zaman yeni, farklı anlatım
biçimlerine başvurmasının nedeni bu olmalıdır.
Koyuncu’nun resim serüvenindeki yenilikler bu duygunun bir
belirtisidir. –Suluboya portre çalışması, çok az
sayıda ressamın denediği bir türdür.- Hayata bulunan
anlam, bireyselliği yazılan kader, çıkılan yolculukta,
sanata dair, hayat bilgisi; ruhun ve aklın derinliklerine inme
isteği; gibi özgün yaklaşımlar Koyuncu’nun resimlerini
öne çıkaran öğelerdir.
Koyuncu, bizim olanı,
bizi biçimlendireni, bize yol göstereni gönül
işçiliğiyle anlatır. Her yeni bir çizgiye yüreğini,
yüreğinin sevgisini, dünya görüşünün
özünü koyar. Çizgileriyle bir sır verir
bizlere: Resim özgürlüktür, özgürlükse
yaratmak...
“Yüz”lerin
dilini okuruz önce. Renkler söze dönüşür.
Büyülü bir dünyanın seyrine durulur renklerin
yolculuğunda. Tutunduğumuz söz atlaslarıyla resmin yordamını
keşfe çıkarız. Okuduğumuz kadar yazılı bir görüntüdür
karşımızda duran. Sonsuz yorumlanan bir renk, bir sestir bize
sunduğu. Koyuncu’nun renk ve çizgi evreninden bir yanımızı,
bir yönümüzü, içimizin saklı/ sırlı
aynasını görürüz. Yine de asıl içeriğini
kendi sınırları içinde saklayan resimlerle karşılaşırız.
İzleyicinin karşısında gördüğü imge ne olursa
olsun, ressamın o imgenin de ötesine uzanan kendi bakışını
-yani bir anlamda ruhunu-duyuran, görünen içeriğinin
ötesinde bir duygu içeren bir evrenle karşı karşıya
olduğumuzun ayrımını unutmamak gerekir.