Asya ve Rüşvet 

                  




Asya-Pasifik'te Bu Hafta (45):  


Asya'ya AB(D)ci bakışlar, Asya'nın bir rüşvet batağı olduğunu ileri sürer durur. Bu bakışlara göre Asya'da rüşvetin yaygınlığı, kültürden ileri gelmektedir. Bu bakışlar, bu genelleme içerisinde, rüşveti, 'üst düzey rüşvet' ve 'alttakilerin rüşveti' diye ikiye ayırma zahmetine girişmezler. Oysa, başbakanın aldığı milyon dolarlık rüşvetle, evine ekmek götürmekte zorlanan bir memurun aldığı rüşveti aynı kefeye koymak, ancak, Dünya Bankası türü kuruluşların, konakladıkları beş yıldızlı otellerde, yoksulluğu önleme edebiyatı yapan araştırmacılarına özgüdür... İşte bu nedenle, bu yazı için daha uygun ama uzun bir başlık, "Asya'da rüşvet konusu nasıl çalışılmamalıdır?" olabilir... 

Bir kere, rüşvete karşı çıkan uluslararası fon kurumlarının rüşvet rahatsızlığı, ahlaksal nedenler ya da "parayı veren düdüğü çalar" kuralını doğru bulmayışlarından ileri gelmiyor. Rüşvete, kalkınmayı engellediği ya da yavaşlattığı için karşılar. Bu rüşvet karşıtlığının öyle uzunca bir mazisi de bulunmamakta: Son on yıla kadar bu kuruluşlar, rüşvetin siyasal bir konu olduğunu ve kendilerinin yalnızca ekonomik konularda uzmanlıklarını sergilediklerini ileri sürerek, rüşvet batağına en fazla batmış iki devlet başkanını, Endonezya'nın Suhartosu'nu (1921-2008) ve Filipinler'in Marcosu'nu (1917-1989) fonlara boğuyorlardı. Neden? "Çünkü biz, ülkelerin siyasal yapılarına karışamayız. Rüşvet ekonomik değil, siyasal bir konudur. Biz siyaset yapmayız." Dolayısıyla, aslında, Asya'da büyük rüşveti besleyenler de, bizzat bu uluslararası fon kurumları olmuştur; daha dün Yeltsin'i (1931-2007) ve O'nun haramilerini, Sovyetler'i tümüyle yıkmak adına besledikleri gibi... Şimdiyse 'rüşvetle mücadele' kisvesi altında, 'paralı asker hesabı paralı darbeler' tezgahlıyorlar her yerde ve bunlara, bu toplumların köylü kökenli olmasından esinlenerek olacak, çiçek adları veriyorlar. Kimbilir hangi reklamcı önermiştir bunu; kimbilir hangisi demiştir: "Bunlar köylü toplum. Hala çocuklarına çiçek adları veriyorlar. Çiçek adlı bir hareketi daha kolay benimserler" diye...  





Kimi araştırmacılar, Afrika ile Asya arasında rüşvet açısından bir karşılaştırma yapmaktalar: Asya'da rüşvet, kurumsallaşmış durumda. Kimin kaç parayı kime ödeyeceği belli. Dolayısıyla, Asya'da rüşvet, sabit bir gider olarak geçiyor kalemlere... Bir kere ödediniz, bitti... Afrika'da ise, iktidar sahipleri kısa ömürlü oluyorlar. Rüşveti kime vereceğiniz de belli değil, ne kadar ödeyeceğiniz de... Birine rüşvet verdiniz, ama bir yıl sonra bir bakıyorsunuz, iktidar başkasının eline geçmiş... Dolayısıyla Afrika'da rüşvet, değişen bir gider olarak görülüyor ve bu nedenle, yatırım kararlarını etkiliyor. Afrika'daki yüksek riskli rüşvet yerine, uluslararası sermaye, Asya'daki düşük riskli rüşveti yeğliyor. Kimi araştırmacılar, Asya'da rüşvetin yaygın olmasına karşın kalkınmanın etkilenmemesini tam da buna bağlıyor. Ama aynı araştırmacılar, Fransız sermayesinin Afrika'da rüşvetin yaygınlık kazanmasındaki büyük rolünü de anmayı unutmuyorlar.  

Asya'nın kültür nedeniyle rüşvetçi olduğunu ileri sürenlerin, Afrika, Asya, Güney Amerika ve ABD arasındaki kültür ortaklığı konusunu açıklamaları gerekir. Öyle ya; bunların hepsinde rüşvet yaygın olduğuna göre, ortak kültür değerleri bulunmalı... Boşuna bir arayış; çünkü kültürü, dar paradigmasıyla açıklayamadığı herşey için bir çöp kutusu olarak gören bu yaklaşım yanlış...  

Rüşvet ikiye ayrılır: Yoksulların aldığı rüşvet ve varsılların aldığı rüşvet... Birgün tüm dünyada sınıflı toplumlar yerli yerinde kalıp rüşvet ortadan kalkmış olursa, bundan en çok etkilenenler, yalnızca en tepedeki varsıllar değil; geliri, enflasyon baskısı altında eriyip gitmekte olan yoksul memurlar olacaktır. Birgün yoksul memurların rüşvete karşı değil rüşvetle mücadeleye karşı ayaklandıklarını görebiliriz işte bu yüzden... 

Ey, uluslararası rüşvetle mücadele masaları, deyin bize, büyük rüşvetini almış bakan, parasını nereye yatırır? Endonezya bankasına mı yatırıyor yoksa Vietnam bankasına mı? İsviçre bankalarına yatırıyorlar! Avrupa'nın göbeğine... Çünkü orada bu kara paraların kaynağı sorulmuyor... Siz önce İsviçre'deki bankaları şeffaflaştırın, ondan sonra sıra Asya'yla Afrika'ya gelsin... Şu gerçek artık es geçilmemeli: Rüşvet ağları, Avrupa sayesinde dallanıp budaklanmıştır...  


Bunun da ötesine geçip rüşvet konusunda uluslararası düzeyde veri toplayan ve rüşvetle mücadele konusunda en öne çıkan kurum olan Transparency International'ın (Uluslararası Şeffaflık Örgütü) yöntemine bakalım: Dünyanın 200 ülkesinde, insanlara soruyorlar: "Sizce ülkeniz ne kadar rüşvetçi?" Ondan sonra da, ülkeleri bu sorulara verilen yanıtlara göre sıralıyorlar. Bir kere bu, gerçekte varolan rüşvetin özellikleri ile ilgili değil, rüşvet algısıyla ilgili bir yöntem. Gerçek rüşvetin kaydı olmadığından, onun üstünde çalışılabilecek bilimsel bir yöntem de bulunmuyor; bu nedenle, örgüt, rüşvet algısını çalışıyor. Oysa rüşvet algısıyla gerçek rüşvet arasında dağlar kadar fark olabilir; çünkü algıyla gerçek farklı olabilir. Haberlerinde sık sık rüşvet davaları çıkan ülkelerde, insanlar, rüşvetin çok yaygın olduğunu düşünebilirler. Oysa başka ülkeler vardır ki; bu ülkelerde, dev rüşvet ağları gün yüzüne çıkmaz ve çıkmamıştır. İşte bu ülkeler, daha temiz görünüyor. Bunun ötesinde, evet, Bush'u sevmiyoruz; ama 2004'te bir daha seçilmemesi için O'na karşı kampanya yapıp Bush karşıtı partiye milyon dolarlar akıtan Soros da rüşvetçidir; hem de bunu açıktan yapmaktadır... Ayrıca, insanlara "Sizce ülkeniz ne kadar rüşvetçi?" diye sorulurken, ülkelerini 200 ülkeyle karşılaştırıp onlar arasında sıralama yapmaları istenmiyor. Zaten karşılaştırmaları, bilgi eksikliği nedeniyle olanaksız... Ülke karşılaştırması ve sıralaması içermeyen bir soru üstünden, ülkeleri rüşvet sıklığına göre sıralamak, basbayağı yanlıştır. Toplumbilim bölümü 1. sınıf öğrencisinin bile bu yanlışı yapmaması beklenir... 

Fon kuruluşlarının cehaleti ya da kötü niyeti (kimisi, iyi niyetli cahil; kimisi, kötü niyetli cahil oluyor çoğunlukla) burada da bitmiyor: Onlara göre rüşvet sorununu çözmenin yolu, devletin etkinlik alanını daraltmak ve demek ki özelleştirmeler... Oysa dünyanın dört bir yanındaki özelleştirmelerde baskıcı bir devlette alınandan katbekat daha çok rüşvet alındığını bilmeyen kalmadı; beş yıldızlı otellerden yoksulluk öğütleri veren fon kurumu araştırmacıları dışında... Yanlış şurada: Rüşvetin devlete özgü olduğu sanılıyor; oysa özel kesimde de bolca var rüşvet...    

"Selam verdim, rüşvet değildir deyu almadılar" diyen Fuzuli'yi de burada selamlamalı...







  
 Ulaş Başar Gezgin
 H@vuz Yayınları'ndan Yayımlanmış Kitaplar