Asya'ya AB(D)ci bakışlar, Asya'nın bir rüşvet batağı olduğunu
ileri sürer durur. Bu bakışlara göre Asya'da rüşvetin
yaygınlığı, kültürden ileri gelmektedir. Bu bakışlar, bu
genelleme içerisinde, rüşveti, 'üst düzey
rüşvet' ve 'alttakilerin rüşveti' diye ikiye ayırma zahmetine
girişmezler. Oysa, başbakanın aldığı milyon dolarlık rüşvetle,
evine ekmek götürmekte zorlanan bir memurun aldığı
rüşveti aynı kefeye koymak, ancak, Dünya Bankası
türü kuruluşların, konakladıkları beş yıldızlı otellerde,
yoksulluğu önleme edebiyatı yapan araştırmacılarına
özgüdür... İşte bu nedenle, bu yazı için daha
uygun ama uzun bir başlık, "Asya'da rüşvet konusu nasıl
çalışılmamalıdır?" olabilir...
Bir kere, rüşvete karşı çıkan uluslararası fon kurumlarının
rüşvet rahatsızlığı, ahlaksal nedenler ya da "parayı veren
düdüğü çalar" kuralını doğru bulmayışlarından
ileri gelmiyor. Rüşvete, kalkınmayı engellediği ya da yavaşlattığı
için karşılar. Bu rüşvet karşıtlığının öyle uzunca bir
mazisi de bulunmamakta: Son on yıla kadar bu kuruluşlar, rüşvetin
siyasal bir konu olduğunu ve kendilerinin yalnızca ekonomik konularda
uzmanlıklarını sergilediklerini ileri sürerek, rüşvet
batağına en fazla batmış iki devlet başkanını, Endonezya'nın
Suhartosu'nu (1921-2008) ve Filipinler'in Marcosu'nu (1917-1989)
fonlara boğuyorlardı. Neden? "Çünkü biz,
ülkelerin siyasal yapılarına karışamayız. Rüşvet ekonomik
değil, siyasal bir konudur. Biz siyaset yapmayız." Dolayısıyla,
aslında, Asya'da büyük rüşveti besleyenler de, bizzat bu
uluslararası fon kurumları olmuştur; daha dün Yeltsin'i
(1931-2007) ve O'nun haramilerini, Sovyetler'i tümüyle yıkmak
adına besledikleri gibi... Şimdiyse 'rüşvetle mücadele'
kisvesi altında, 'paralı asker hesabı paralı darbeler' tezgahlıyorlar
her yerde ve bunlara, bu toplumların köylü kökenli
olmasından esinlenerek olacak, çiçek adları veriyorlar.
Kimbilir hangi reklamcı önermiştir bunu; kimbilir hangisi
demiştir: "Bunlar köylü toplum. Hala çocuklarına
çiçek adları veriyorlar. Çiçek adlı bir
hareketi daha kolay benimserler" diye...
Kimi araştırmacılar, Afrika ile Asya arasında rüşvet
açısından bir karşılaştırma yapmaktalar: Asya'da rüşvet,
kurumsallaşmış durumda. Kimin kaç parayı kime ödeyeceği
belli. Dolayısıyla, Asya'da rüşvet, sabit bir gider olarak
geçiyor kalemlere... Bir kere ödediniz, bitti... Afrika'da
ise, iktidar sahipleri kısa ömürlü oluyorlar.
Rüşveti kime vereceğiniz de belli değil, ne kadar
ödeyeceğiniz de... Birine rüşvet verdiniz, ama bir yıl sonra
bir bakıyorsunuz, iktidar başkasının eline geçmiş... Dolayısıyla
Afrika'da rüşvet, değişen bir gider olarak
görülüyor ve bu nedenle, yatırım kararlarını etkiliyor.
Afrika'daki yüksek riskli rüşvet yerine, uluslararası
sermaye, Asya'daki düşük riskli rüşveti yeğliyor. Kimi
araştırmacılar, Asya'da rüşvetin yaygın olmasına karşın
kalkınmanın etkilenmemesini tam da buna bağlıyor. Ama aynı
araştırmacılar, Fransız sermayesinin Afrika'da rüşvetin yaygınlık
kazanmasındaki büyük rolünü de anmayı unutmuyorlar.
Asya'nın kültür nedeniyle rüşvetçi olduğunu ileri
sürenlerin, Afrika, Asya, Güney Amerika ve ABD arasındaki
kültür ortaklığı konusunu açıklamaları gerekir.
Öyle ya; bunların hepsinde rüşvet yaygın olduğuna göre,
ortak kültür değerleri bulunmalı... Boşuna bir arayış;
çünkü kültürü, dar paradigmasıyla
açıklayamadığı herşey için bir çöp kutusu
olarak gören bu yaklaşım yanlış...
Rüşvet ikiye ayrılır: Yoksulların aldığı rüşvet ve
varsılların aldığı rüşvet... Birgün tüm dünyada
sınıflı toplumlar yerli yerinde kalıp rüşvet ortadan kalkmış
olursa, bundan en çok etkilenenler, yalnızca en tepedeki
varsıllar değil; geliri, enflasyon baskısı altında eriyip gitmekte olan
yoksul memurlar olacaktır. Birgün yoksul memurların rüşvete
karşı değil rüşvetle mücadeleye karşı ayaklandıklarını
görebiliriz işte bu yüzden...
Ey, uluslararası rüşvetle mücadele masaları, deyin bize,
büyük rüşvetini almış bakan, parasını nereye yatırır?
Endonezya bankasına mı yatırıyor yoksa Vietnam bankasına mı?
İsviçre bankalarına yatırıyorlar! Avrupa'nın göbeğine...
Çünkü orada bu kara paraların kaynağı sorulmuyor...
Siz önce İsviçre'deki bankaları şeffaflaştırın, ondan sonra
sıra Asya'yla Afrika'ya gelsin... Şu gerçek artık es
geçilmemeli: Rüşvet ağları, Avrupa sayesinde dallanıp
budaklanmıştır...
Bunun da ötesine geçip rüşvet konusunda uluslararası
düzeyde veri toplayan ve rüşvetle mücadele konusunda en
öne çıkan kurum olan Transparency International'ın
(Uluslararası Şeffaflık Örgütü) yöntemine bakalım:
Dünyanın 200 ülkesinde, insanlara soruyorlar: "Sizce
ülkeniz ne kadar rüşvetçi?" Ondan sonra da,
ülkeleri bu sorulara verilen yanıtlara göre sıralıyorlar. Bir
kere bu, gerçekte varolan rüşvetin özellikleri ile
ilgili değil, rüşvet algısıyla ilgili bir yöntem.
Gerçek rüşvetin kaydı olmadığından, onun üstünde
çalışılabilecek bilimsel bir yöntem de bulunmuyor; bu
nedenle, örgüt, rüşvet algısını çalışıyor. Oysa
rüşvet algısıyla gerçek rüşvet arasında dağlar kadar
fark olabilir; çünkü algıyla gerçek farklı
olabilir. Haberlerinde sık sık rüşvet davaları çıkan
ülkelerde, insanlar, rüşvetin çok yaygın olduğunu
düşünebilirler. Oysa başka ülkeler vardır ki; bu
ülkelerde, dev rüşvet ağları gün yüzüne
çıkmaz ve çıkmamıştır. İşte bu ülkeler, daha temiz
görünüyor. Bunun ötesinde, evet, Bush'u sevmiyoruz;
ama 2004'te bir daha seçilmemesi için O'na karşı kampanya
yapıp Bush karşıtı partiye milyon dolarlar akıtan Soros da
rüşvetçidir; hem de bunu açıktan yapmaktadır...
Ayrıca, insanlara "Sizce ülkeniz ne kadar rüşvetçi?"
diye sorulurken, ülkelerini 200 ülkeyle karşılaştırıp onlar
arasında sıralama yapmaları istenmiyor. Zaten karşılaştırmaları, bilgi
eksikliği nedeniyle olanaksız... Ülke karşılaştırması ve
sıralaması içermeyen bir soru üstünden, ülkeleri
rüşvet sıklığına göre sıralamak, basbayağı yanlıştır.
Toplumbilim bölümü 1. sınıf öğrencisinin bile bu
yanlışı yapmaması beklenir...
Fon kuruluşlarının cehaleti ya da kötü niyeti (kimisi, iyi
niyetli cahil; kimisi, kötü niyetli cahil oluyor
çoğunlukla) burada da bitmiyor: Onlara göre rüşvet
sorununu çözmenin yolu, devletin etkinlik alanını daraltmak
ve demek ki özelleştirmeler... Oysa dünyanın dört bir
yanındaki özelleştirmelerde baskıcı bir devlette alınandan
katbekat daha çok rüşvet alındığını bilmeyen kalmadı; beş
yıldızlı otellerden yoksulluk öğütleri veren fon kurumu
araştırmacıları dışında... Yanlış şurada: Rüşvetin devlete
özgü olduğu sanılıyor; oysa özel kesimde de bolca var
rüşvet...
"Selam verdim, rüşvet değildir deyu almadılar" diyen Fuzuli'yi de burada selamlamalı...