Ani
ölümler insana acı verir kuşkusuz, ama hasta bir insanın ölümünü her an
beklemek acıların en büyüğü, en çekilmezi… Hele bu insan yakından tanıyıp
sevdiğin biriyse, çektiğin acılar dayanılmaz boyutlara ulaşır. Bir hıçkırık
düğümlenir boğazın orta yerine. Soluduğun hava ağırlaşır. Gözler bulutlanır ve
bir sağanak başlar, şiddetli, ani ve kısa bir sağanak…
Değerli
şair Orhon Murat’ı, daha önce Berlin’de Express Edition’dan çıkan «Bu Yürek
Sizin» adlı kitabıyla tanımıştım. Şiirlerini ve yaşam öyküsünü okuyunca, onu
bir okur olarak çok geç tanımış olmaktan utanmıştım. Sonra onun Berlin’de
yaşadığını öğrenince, her geçen gün onu yakından tanıma isteği sarmıştı beni.
Günlerden birgün, Orhon Murat’ın Beyin ameliyatı geçirdiğini, dilinin
tutulduğunu, komada yattığını duydum. Anlatılmaz acılar üşüştü yüreğime.
Düşünen ve yazan bir insan için korkunç bir son’du bu! O, buna nasıl
katlanacak, yaşamının bundan sonraki bölümlerinde neler hissedecek, neler
düşünecekti? Bu, Orhon Murat’ın diline ve beynine koyulmuş sansürlerin en
büyüğü, savaşımların en zoruydu. Yaşayacak mıydı Orhon Murat Arıburnu? Yok ama,
hayır, Arıburnu bizleri yalnız bırakıp gitmeyecek, «inadım inat» diyerek, beş
kez kapısından kovduğu ölümü yine kovacaktı.
Onunla 1986’da
Berlin Türk Merkezinde yaptığım bir edebiyat toplantısında tanışmıştık. Tam
olarak iyileşemeden taburcu olmuştu hastaneden. Yüreğin Burkulmasın» ve «Umut
Dağların Ardında» adlı öykülerimi okuduktan sonra, toplantının sorulu yanıtlı
ikinci bölümüne geçmeden önce verlen on dakikalık arada, toplantıyı organize
eden Türk Merkezinin başkanı yanıma gelmiş ve dinleyiciler arasında Orhon
Muratın’da olduğunu söylemişti. Doğrusu çok heyecanlanmıştım. Onu, benim için
düzenlenmiş bir edebiyat toplantısında görmek ne büyük bir onurdu! Gidip yanına
oturmuş, kendisinin hayranı olduğumu, «Bu Yürek Sizin» adlı şiir kitabını
defalarca okuduğumu ve tüm şiirlerini ezbere bildiğimi söylemiştim. Fakat o
sözü toplantıda okuduğum benim öykülere getirerek, «film metni bunlar, film
metni…» demişti.
Onu ikinci
kez kendisi için düzenlenmiş başka bir edebiyat toplantısında görmüştüm. Salon
tıklım tıklım doluydu. Tam da düşlediğim gibi bir delikanlı; gözlerindeki umut
ışığı ve yaşama sevinci sönmemiş, beyninin ve dilinin acısı yüzüne
yansımamıştı. Bakışlarında, «bu yürek sizin» diyen üryan bir anlam vardı.
Okurlarını, elini kâlbinin üzerine koyup, başını hafif öne doğru eğerek
selamlıyor, sevgiyle bakıyordu. Salonda ses yoktu. Elini, yanında oturan ve
şiirlerini okuyacak olan dostunun omuzuna koydu. Dinleyicilere «hoşgeldiniz»
demek için kıpırdandı, o gürleyen sesiyle ancak anlaşılması zor birkaç sözcük
söyleyebildi.
Sözlerini
anlayıp anlamadığımızı soran gözlerle bir süre baktı. Onu anladığımızı
belirtmek için alkış yağmuruna tuttuk. Umutla, şiirlerini okuyacak olan dostuna
baktı. Şiirleri okunurken pür dikkat dinliyor, önündeki kâğıtlara notlar
alıyordu. Kulağım şiirde, gözlerim onun hareketlerinde, kıpırtısız oturuyordum.
Okuyanın, şirdeki sesi ve melodiyi yakaladığına inanınca, alt dudağını ısırarak
elini boşlukta savuruyor, beğenmediği zaman yüzünü buruşturarak başını sağa
sola sallıyordu.
Sonunda
dayanamayıp okumayı kestirdi. Hareketleri hızlanmıştı, bu halinden heyecanlı
olduğu anlaşılıyordu. Çantasından bir kaset çıkardı ve masanın üstündeki kaset
çalara taktı. Sonra düğmeye basıp kendinden emin arkaya yaslandı. Onun bu çocuksu
sevinci bizi meraklandırmış, kasetten çıkacak sesi bekliyorduk. Ortalığı birden
piyano eşliğinde gürül gürül çağlayan bir ses, kendi sesi kapladı. O gün
bizleri orda şiire doyurdu.
Okumaya
ara verildiğinde bu güzel insana çiçekler armağan edildi. Çevresini kuşatan biz
şiir severlere, basında kendisiyle ilgili çıkmış yazıları ve fotoğrafları gösteriyor,
ölümün kendisini beş kez yokladığını anlatmaya çalışıyordu. Araba kazası,
pilotluk yaptığı dönemde uçak kazası, film setinde iş kazası… Tam beş kez ölüm
haberi çıkmıştı yazılı basında.
Yönetmenlik
yapmış, filmlerde oynamış, senaryo yazmış, evlenmiş, boşanmış, yeniden
evlenmiş… Tiyatro kurmuş, yönetmiş, şiirler yazmış, şiir sergileri açmış,
ödüller almış… Kimi çok sevmiş onu, kimi saldırmış ona. Acı çekmiş, ağlamış,
sevmiş, mutlu olmuş… Ama hiçbir zaman eğilmemiş, bükülmemiş; «yamuk eller,
çirkin eller, hayın eller kırılsın!» demiş.
Toplantıdan
sonra çevresini kuşatan biz şiirseverlere «Bu Yürek Sizin» adlı kitabını
imzaladı. Tam ayrılacağım sırada «bekle, bekle» dedi bana. Yanına oturup
bekledim. Çevre biraz sakinleşince beni ve eşimi evine davet etti. Oğlunun
evinde kalıyormuş. Birgün geleceğimizi söyleyip ayrıldık.
Çoğu
zaman eşimle birlikte onun şiirlerini okur, bazen sevgi, bazen direnç, bazen
umut kesilirdik. Onun hayata bakışı, şiirleri ve sanatı bizim kişiliğimize çok
şeyler katmıştır.
Birkaç
hafta sonra onu ziyarete gittiğimizde çok sevinmiş, nasıl davranacağını, ne
yapacağını şaşırmıştı. Evde kendisinden başka onunla ilgilenen bir bayan vardı.
İlaçlarını düzenli veriyor, iyileşmesi için elinden geleni yapıyordu. Bayan,
sigarayı kesinlikle içmemesi, ilaçlarını bir saat sonra mutlaka alması gerektiğini
söyledikten sonra onu bize emanet edip gitti. Bayan gidince, gözlerini açarak «pof!»
çekti, eliyle ceketinin yakasını tutup, «nedir bunlardan çektiğim!» dercesine
silkti. «Buralar sıkıyor beni, ülkeme, kendi evime gitmek istiyorum» dedi.
Çok
şeyler söylemek istiyor, düşüncelerini dile getirmek için sürekli çırpınıyordu.
Ne söylemek istediğini anlayıp, sözünün sonunu biz tamamlayınca, ellerini
birbirine vurarak çocuklar gibi seviniyor, sonra elini kâlbinin üzerine koyup
hafif gülümseyerek teşekkür ediyordu. Onun bu çaresiz çırpınışları altında
eziliyor, konuşan dilimden utanıyordum. Sonra «ah nasıl unuttum!» dercesine
elini başına vurdu. Durmadan «ah, ah!» diyor, bir şeyler arıyordu. Sonra dolabın
çekmecesinden fotoğraf makinesini çıkarıp titreyen elleriyle ayarladı. Bize
«oturun» işareti yaptıktan sonra gelip aramıza kendisi de oturdu. Bizi yiğit
bir kartal gibi kanatlarına alıp öylece baktı.
Sonra benim
o gün toplantıda okuduğum öyküleri tekrar okumamı istedi. Ben okurken sesimi kasete
kaydedip, kendisinin kasete alınmış şiirlerini de bize dinletti. O gün geç
saatlere kadar oturduk, ona doyamadık. Türkiye’deki adresini verdi, adresimizi
aldı.
O günden
sonra onu bir daha göremedim. Türkiye’ye giderken bize haber verecekti oysa,
çok üzüldük. Kimi zaman eşimle birbirimize, «Arıburnu nerlerde acaba, neler
yapıyor şimdi?» diye soruyor, onunla olan anılarımızı tazeliyor, kitabını açıp
birkaç şiirini okuyoruz.
Birgün
bizim evde söz şiirden açılınca konuklarımıza onun şiirlerini okumak istedim.
Orhon Murat’ın öldüğünü duyup duymadığımızı sordular. Duymadığımızı söyleyince
üzülerek doğruladılar o kara haberi. Bedenimin buz gibi soğuduğunu anımsıyorum.
Sonra bir gülümseme, acıyla, hüzünle karışık, korkak bir gülümseme… «Hayır
ölmemiştir, yine birinin bir yalanı, ya da soğuk bir şakası!» dedim. Günler
sonra onun yaşadığını duyunca gerçekten çok sevindik. «Bizi yine aldattın
Arıburnu!» diyerek gülüştük.
Ama ölüm,
beklendiği an değil de, onu unutunca ansızın çalar kapıyı. Çaresiz teslim
olursun. O şimdi gitti. Yaşanmış tüm acılara gülümseyerek, birbirinden güzel
şiirlerini ve yüreğini bize bırakarak çekip gitti. «Onu tanımak lazım!»
10 Nisan 1989’da hayatını kaybeden değerli şairimiz Orhon
Murat’ı ölümünün on dokuzuncu yılında saygıyla anıyor ve bu yazımı «Bu Yürek
Sizin» adlı onun kitabından bir alıntıyla noktalıyorum: «Bir ağacın, kökü,
gövdesi, dalları halksa, onun meyvaları da; ozanları, yazarları, çizerleridir.
Sanatçılarıdır... Düşünürleridir...»
«Elma ağacında elma yetişir. Meyvaların özü, özelliği,
lezzeti, önce köklerinde oluşur. Mayalaşır. Gövdeler, dallar, yapraklar, katar
katabildiklerini meyvalar için.»
«Son işlem, son çaba, son kaynaşma, meyvada yürütülür.
Tüm emekler onda şekillenir, onda güzelleşir, onda görünür, onda renklenir.
Acıdır, tatlıdır, buruktur.»
«Kökler övünür, meyvalarım diye; meyvalar övünür,
dallarım, gövdem, köklerim diye...»
«Sürüp gider bu doğal gelişim, bu doğal dayanışma, bu
ortak çaba, ortak sevgi, sesizce, kardeşçe...»
«Evet, elma ağacında elma yetişir. Yetiştiren kökler
görünmez, elmalar görünür. Elmalar da sırtını dönmez, ağaca arka çıkar, koskoca
ağacını çekirdeğinde gizler, yüreğinde korur, kollar, çoğaltır...»
«Meğer ki bir ağaca ters aşılar yapılmasın, ürünler
yozlaştırılmasın, doğal gelişim saptırılmasın, kökler başka, meyvalar başka
konuşturulmasın.»
«İnsanlar sevgisiz, insanlar onursuz, insanlar ezilmiş,
buruk, çaresiz bırakılmasın. Çağ dışına kayılmasın. Güzel emek, kutsal emek
sevilsin, sevdirilsin... Eğriler eğitilsin... Doğruya, gerçeğe saygı duyulsun...
Özgürlük horlanmasın. Toplum durdurulmasın. Kokuşmasın. Aksın.»
«Yamuk eller, çirkin eller, hayın eller kırılsın!»
ONU
TANIMAK LAZIM
Tabanları
yarılmış
Yol
yürümekten
Kolu
kanadı kırılmış
Sapan
sürmekten
Dünyayı
insanca görmekten
Gözlerinin
bebeği çatlamış
Onu
tanımak lazım!
Orhon Murat Arıburnu
İstanbul, 1940