"*Lafla Peynir Gemisi" Yürütmeyenler...

   
Değerli Havuz Dergisi, karanlık aydınlığın yokluğundandır, belki pek çok şey bulunur da bendeki orman aşkı az bulunur. Ben çaresizlikler içerisindeyim diye hiç şikayetçi olmadım. Karanlığa ağlamak yerine bir mum yakmayı yeğledim. Şu anda en büyük arzularımdan birisi de laftan ziyade orman dikme işini hızlandırmak. Bu işi bütün emeklilere öneririm. Bel, adale ağrılarının yok olup dinç delikanlılar olduklarını görecekler.
 
Çıplak arazide tek bir ağaç düşününüz; onun verdiği oksijen, onda yuvalanan kuşlar, onda serinleyen kelebekler, arılar ve binlerce böcek, onun gölgesinde gölgelenen insanlar ve de canlılar... Bu tek ağacın oluşturduğu değişik bir ortam. Tek bir ağaç bu. Bunun milyonlarcasını hayalinizde canlandırınız! Bugün atmosferimizin bu hale gelmesi, küresel ısınmanın hızlanması, atmosfere bırakılan milyarlarca ton karbondioksitin ormanlar tarafından emilemeyişindendir. Sizden istirhamım, çalışmamı etrafınıza duyurmanızdır. Belki heveslenip de orman dikmek isteyen olabilir, bir mıh bir atı kurtarır misali. Haber olarak piyasada dolaşan pek çok şeyden belki daha faydalı olur. Eğer yapılan iş insanımızı kötülüğe sevk ediyorsa yahut iyi niyetlerini istismar etmekse beni uyarınız, böyle boş şeylerle sizleri meşgul etmeyeyim. Benim geniş kitlelere ulaşma gücüm yok. Bu hususta sizlerin kamuoyunda bağlantınız fazla. Sizler bizim gören gözümüz, işiten kulağımız, konuşan dilimizsiniz. 

Bu kadar hay huy arasında sizi rahatsız ediyorum fakat bu hayhuylar inşallah sakin bir şekilde savuşturulur, biz yine önemli problemlerimizi olgun bir şekilde çözeriz. Ülkemizi ne kadar sevdiğinizi, bu uğurda yaptığınız özverili çalışmalarınızı yakından takip edenlerden biriyim. Benim gayem orman aşkını insanımıza aşılamak. Allah insanlara devlet, servet, evlat, sıhhat, makam emanet eder, kullanmasını bilmezsen emaneti alır. Benim derdim, alan el değil veren el olmak. Benim bir dayım vardı, yüz beş yaşında rahmetli oldu “Oğlum elin adamı adama bir zeytin tanesi verir de zeytin yağı almak için arkana huni tutar“ derdi. Bu yazımı umursamayabilirsiniz. Belki de okuma fırsatınız olmayabilir. Benim yine de sizlere ve ilminize güvenim değişmez.

Bizim Karapınar ile Ereğli arasından hiç geçtiniz mi bilmem. Bilmem Tsunami’den daha beter olan ve günlerce esen çöl rüzgarlarına (Tozuna mi’ye) hiç rastladınız mı? Değerli efendim ben böyle bir yerde kendi imkânlarımı kullanarak orman dikmeye çalışıyorum. Kimseden bir kör kuruş istemem. Tek sıkıntım vardı, su. Bunun için de çevrem sıkıntıya girdiğimi görünce devletime baş vurmamı söyledi. Ben de birkaç yere yazdım. Netice belirsiz. Bu çalışmamın doğruluğunu yöreden araştırabilirsiniz. Sizden istirhamım, bu çalışmamda bir değer görebiliyorsanız, bunu haber haline getirebilirseniz mutlu olurum. Belki örnek alan olur da orman dikmek işi artar diye düşünüyorum. Ben kimseden çelenk, palamut parası, kurban derisi filan talep etmiyorum. Önemli olan kuru söğütten dilli düdük çıkarmak. Emekli bir öğretmenim. Konya Ereğli'sinin Beyören Köyü'nde 1940'ta doğmuşum. Köyüm ülkemizin en fakir köylerinden birisi; doğru dürüst suyu ve yolu yok. Bir zamanlar 220 hane olan köyümüz şimdi 40 haneye kadar düştü. Çoğunda tek başına yaşayan insanlar oturmakta. Öldüklerinde kapıları kapanacak. Topraklarımız kıraç. 

Traktör yok iken köylü at ve öküzü ile çiftini sürüyor, mahsulünü de eliyle yoluyordu. Yolu olmadığı için fazla şehre de gelmiyordu.Masrafı azdı ama şimdi, çocuğunu okutmak istiyor, elektrik, telefon parası denklemesi gerekiyor. Traktör geldi, köylünün aylarca uğraşıp yaptığı işi üç beş günde bitirdi. Yılın geri kalan uzun zamanı köylü  değerlendiremedi çünkü yeşil ziraat yapacak yeterli suyu da yoktu. Köylerde kimse de yol gösterici olamadılar. Köylümüz hâlâ ana baba usulü, iki taşa bir kuşa diye toprağa tohum atıyor. Durum böyle olunca pek çok köy gibi bizim köylü de köyü terk etti. Elindeki avucundakini satarak şehre gelen insanımız ikiyüz metrekare yerde köyü yaşamaya çalıştılar. Çoğu amelelik ve seyyar satıcılık yaparak hayatlarını idameye kalktılar. Çocuklarını da çok parlak şekilde okutamadılar. Bu çocukların çoğu işsizler ordusuna katıldı. Bizim sokak çocukları veya kapkaççı dediğimiz çocuklar, şu an köyde yaşayan çocuklardan değil, şehre göç etmiş ailelerin yavruları.

Ben hep düşündüm: Her köye fabrika yapmamız mümkün değil. Lakin köylüyü köyünde tutmak, köyleri şehir imkânlarına kavuşturmak gerekir. Köyde oturanların çocukları daha güzel okuyabiliyor. Köyden şehre gelen çocuklar sadece okumak için geliyor. Köylü okuyabileceğine güvendiği ve okumaya istekli çocuğunu şehre gönderiyor. Şehre yakın olanlar da servis temin ederek çocuğunu okuması için gönderiyor. Okumaya gelmeyenler de köydeki işleri ile uğraşıyor. 

Bizim köyün dağları bir zamanlar ormanlarla kaplıymış, içerisinde ceylanlar bile gezermiş. Dağın pek çok yeri üzüm bağı sekilerinin kalıntısı ile dolu. Şimdi dağımız olmuş bir çöl. Erozyon, toprağını sıyırıp götürmüş. Ağaç dikmek istesek bile pek çok yerinde toprak kalmamış. Ben bundan kırk yıl önce beş şeker çuvalı meşe palamudu bulup geldim. Köylülerimizle dağımızın bir bölümüne bunları diktik. Palamutların pek çoğu yeşerdi. Ne yazık ki koruma imkanı olmadığı için hayvanlar pek azının yaşamasına fırsat verdi. Yine de bu orman sevdamdan vazgeçmedim. Ankara Yüksek Öğretmen Okulundan mezun olduktan sonra güzel yurdumun çeşitli yörelerinde çalışarak (Dinar Lisesi, Konya Gazi Lisesi, Çiğli Hava Lisesi askerken, Kars Çıldır Lisesi, Iğdır Lisesi, Kayseri Lisesi, Ivriz Öğretmen Lisesi, Konya Sanat Okulu, Selçuk Üniversitesi) emekli olup memleketime döndüm. Allah fırsat verdi, 1998 yılında köyümde taşlık (traktörle ziraat yapılamaz) araziler alıp kendi öz imkanlarımla orman dikmeye başladım. Biraz birikimimle kooperatiften temin ettiğim evimi satarak arazimin etrafını hasır telle çevirdim. Sekiz kilometre mesafeden bir parmak kalınlığında bulduğum bir suyu borularla, orman diktiğim araziye getirdim. Burada havuzlarda topladım. Bu suyu ağaçlara can suyu olarak kullanıyorum. Şu ana kadar yüz çeşide yakın (sedir, çam, dişbudak, meşe, mavi servi, mahlep, ceviz, antepfıstığı vs.) on bin ağaç diktim. Bu ağaçlar bugüne kadar güzel büyüdü. Boyları 50 cm ile 5 m arasında değişiyor. Fırsat buldukça dikime devam ediyorum. Tek sıkıntım suyun yetersizliği. (Ormanı sadece dikmek yetmez. Koruyacaksın, sulayacaksın. En az yüz yıl bekleyeceksin). Ormanı yağmalamak ve yakmak çok kolay. 

Şuna inanıyorum: Biz belki dedelerimiz gibi toprak fethedemeyiz ama topraklarımızı yirmi kat verimli hale getirirsek sanki yirmi kat toprak fethetmiş gibi oluruz. Ülkemizin her tarafını yağmur ormanları gibi ormanlandırırsak, hem ülkemiz hem de bütün insanlar fayda görür. Biz kıyametin kopuyor olduğunu görsek bile ağaç diken bir kültürün sahibi iken nasıl odlu da bu güzel dağlarımız çırılçıplak kaldı? 

Yaptığım iş, çevreme hatta ülkeme örnek olacak diye düşünüyorum. Benim çalıştığım araziden çok daha elverişlisine sahip olan nice insanımız vardır, belki örnek alır. Bu iş bir tutkudan öte ülke sevgisi. Para bulunur belki bazı imkanlar da elde edilir fakat bu orman aşkı bulunmaz.

Tarihte okuyoruz, dedelerimiz bugün evlenmiş, ertesi gün ülkesi için harbe gitmiş, bir daha da dönmemiş. Bu topraklar için şehit olmuşlar. Bizim çalışmamız o fedakârlığın yanında ne ki? Bu rahmetlilerin torunları olan bizler, her şeye çalışmadan, öğrenmeden kavuşmak mı istiyoruz? Bizim tayinimizi, memleketin mahrumiyet bölgesi dediğimiz (onu da biz o hale getirmişiz) bir yerine çıkarsalar, gitmemek için elimizden geleni yaparız. Bu ülkeye kim sahip çıkacak? Öğretmen okulunda okurken bir marşımız vardı: 'Şanlı yurdum, seni yüceltmeye antlar olsun'. Ne oldu? Onlarca ziraat, orman ve veteriner fakültesi var. Toprağımız bol, güneşimiz bol, suyumuz pek çok ülkeye göre yeterli. Hazineler üzerinde aç oturuyoruz. Bu dünyanın en genç nesline sahip (17 milyon okuyan gencimiz var) olan insanımızı galeyana getirip güzel örnekler göstermeliyiz. Bunu da ancak siz yazarlar ve biz eğitimciler başarırız. Dedelerimiz 400 çadırlık bir topluluktan imparatorluk oluşturmuşlar. 0,2 mg’lık bir çınar tohumunda binlerce yıl yaşayacak ulu çınar olma enerjisi var. 

Ben ormanı dikmeye başlayalı sekiz yıl oldu. O günden beri pek çok köylüm çalışma imkanı buldu. Eğer benim yaptığımı yapan insanların sayısı çoğalırsa çok kişi köyünü terk etmez. Su damlaya damlaya mermeri deler. Benim çalışmamı herkese duyurma imkanım yok. Duyurma hususunda bana yardımcı olunuz. Köyüm Konya Ereğli'sine 50 km mesafede Karacadağ üzerinde Beyören Köyü.

 

 Saygılar sunarım.

 Rahim Demirbaş

Emekli matematik öğretmeni

İletişim:
Hamidiye Mah. Anıt Cad.
Ender Ap. No 2 Ereğli-KONYA

Tel:+90 (0) 505 753 9292
NOT:Size ormanımın bir parçasının fotoğrafını gönderiyorum.
Çıplak dağlara bakarsınız.




*Mektubu yayınlanır hale getiren Zerrin OKTAY'a teşekkür ederiz.
            
  Zerrin Oktay