Kısa Kes!

   

Gün ışığında gördüklerini, gecenin sessizliğinde yazıyordu. Yazdıkları bitmeden gecenin bittiğini, pencerenin aralığından sı­zan ışıklardan anladı. Şüphesiz kendi yaşamında bitmesini iste­mediği başka mutlu anlar olmuştu. Ancak bir soluk alacak kadar vakte gereksinim olduğu anda, her şeyin lüzumsuz uzaması ki­şiyi çileden çıkarabilirdi. Havanın bozmasıyla başlayan günün mutlu sonuçlanacağını düşünmek iyimserlik olurdu.

Rüzgâr uzun ağacı kırmış, çoğu ağaçların uzak dallarındaki meyveler çürüyerek düşmüştü yere... Uzun yolsa bitmek bilmi­yordu. Kavuşamayacak kadar uzun süre ve uzak yollar bitirirdi sevenleri. Uzun bir kışa yakacak bulmak daha büyük bir sorun­du. Uzun boyda akıl daha mı kısaydı. Tek bir uzundan gayrisi anlamsızdı insan yaşamında. Ancak, uzun ömre kimsenin diye­ceği olamazdı...

İşi olmayan insanların nelere kafa yorduğunu, kimi zaman kendilerini dinleyenlerin yorumlarından, kimi zaman ilginçlik­leri yazıya dökenlerin yapıtlarından öğrenmek mümkün olurdu. Doğru muydu söylenenler? Yazına dökülenler doğru muydu?.. Eğri bacalardan doğru duman çıkar mıydı?..

"Uzun ettin yeter be kardeş, sandalyede uyuyanların gör­dükleri rüyaları dinlemek için, zamana gereksinim olacak." Bu ses arka sıralarda oturan bir kişiden geliyordu.

Sözün ebesidir dil, sevildikçe doğurur. Kısa kes be kardeşim; kısa kes diyenler çoğalıyordu. Belli ki ses icat edileli ço­ğunluk azınlığı dinlemekten bitkindi.

Yarın erken kalkıp işine gidecekti. Büyük çocuk okula, kü­çük kız yuvaya gidecek. Damlayan musluklar değişecek. Yollar yetmiyor insana. Üzerlerinde sürünen teneke kutular kuşatmış caddeleri. Adım atacak yer yok sokaklarda... Uyansak gözümü­ze, pencereyi açsak kulaklarımıza, nefes alsak ciğerimize giri­yorla... Yetersiz olan yalnız yollar değildi?.. Kısa kes be karde­şim, zaman yetmiyor insana...

Eskimiş, işe yaramayan bir sürü karmaşa ile dolmuştu be­yinler, kimilerinde çağdaş bilgiye yer kalmamıştı. Değişimin in­ce ayarını kimin yapacağı bilinmiyordu. Bilinen tek şey, bencil­liğin mikrofonları, kürsüleri ve koltuklan kuşatmasıydı.

Kentin sokaklarında birbirlerini tanıyan insanların selamlaşacak kadar vakitleri yoktu. Herkesin omzunda taşıyabileceğin­den daha fazla yük vardı... Umutsuzluğun yerini bir an da olsa sanatsal bir güzellikle bezemek isteyenler sabırsızdı...

Dinleyenler ilgisiz kalınca kürsüden gelen ses yükseliyor­du. Saygı bekliyordu yazdıklarını okuyan. Oysa uzadıkça uzu­yordu sayfalar. Salonda oturanlar giderek çalınan zaman ve bo­şa giden gün için sızlanıyordu. Yaz sıcağında, bir testi soğuk suyu, kürsüyü ele geçiren içiyordu. Diğer kuruyan dudakların çilesini susan diller çekmeliydi. Okudukları bencilliğe doğru uzayınca, ağzı daha çok sulanıyordu. Bir uyan daha duyuldu...

"Kısa kes be kardeşim"...

Kısa kesilmesi istenen neydi? Uzun saçlı bir bayan vardı panelin ilk gününde. İkinci gün saçlarını kısa kestirmişti. Yanın­da oturan arkadaşına usulca anlatıyordu. "Yetmiyor bana zaman. Önceleri kendime çeki düzen vermeye ve uzun saçlarımı taramaya yeterli olan zaman, giderek daraldı. Kısa kesmek zorunda kaldım saçlarımı..."

Bu tümce bittiğinde bir erkek sesi duyuldu.

"Kravat özgürlüğümü sıkmaya başladı. Nedir bu uzundan çektiklerimiz" diyerek yakındı ve kravatını çözerek cebine koydu

Sanırım tüm uzunlukların ve fazlalıkların yaşamdan atılma­sının zamanı gelmişti. Uzun menzilli sefere çıkan sürücünün uzun süre oturduğu koltukta, sonsuzluk uykusu başladığı görülmüştür. Ancak bu tür uykuların nedenini ortadan kaldırma yeri­ne, bunlara yatak serenler giderek çoğalıyordu.

Kürsüde konuşulan anlamsız sözlerin dinleyicilerde zihin­sel bozukluklar oluşturmaması için, dinleyenler kendi aralarında başlarını birbirlerine eğerek, içkin fıkracıklar anlatmaya başla­mıştı. Kimileri kürsüye ters bir bakış uyarısı gönderip, çekip gi­diyordu. En etkin sözü akşam yemeğini feda eden bayan söyle­di. "Bırakın kendi söylediklerini kendi dinlesin." Bu isyanı anımsatan kalkışla sandalyelerin çoğu boşaldı...

Genç bir ses dinler gibi görünüp, düşlerinin onu götürdüğü yerlere gitmişti. "Kısa kesimli giysiler gösterir, bacakların gü­zelliğini. Ben onları görmeye gidiyorum. Hadi hoş kalın" dedi ve geride kalan sinirleri gerilmiş olanları güldürdü...

Şimdi yeni değişimlere ve yeni adreslere en kısa yollardan gidiliyordu. Bu yol kürsü saygınlığından sapmıştı. Oysa gerçek saygınlık iki yönlü bir trafik gibi akmalıydı. Tüm uzunluklarsa yaşanmamış zamandı. Kürsünün ufku bunu görebilecek kadar geniş değildi. Salona kestirmeden gelenlerin tümü gitmiş, san­dalyeler boş kalmıştı...



  Ruhi Türkyılmaz/ 2002 Ankara