Gün ışığında gördüklerini, gecenin sessizliğinde
yazıyordu. Yazdıkları bitmeden gecenin bittiğini, pencerenin aralığından sızan
ışıklardan anladı. Şüphesiz kendi yaşamında bitmesini istemediği başka mutlu
anlar olmuştu. Ancak bir soluk alacak kadar vakte gereksinim olduğu anda, her
şeyin lüzumsuz uzaması kişiyi çileden çıkarabilirdi. Havanın bozmasıyla
başlayan günün mutlu sonuçlanacağını düşünmek iyimserlik olurdu.
Rüzgâr uzun ağacı kırmış, çoğu ağaçların uzak dallarındaki meyveler çürüyerek
düşmüştü yere... Uzun yolsa bitmek bilmiyordu. Kavuşamayacak kadar uzun süre
ve uzak yollar bitirirdi sevenleri. Uzun bir kışa yakacak bulmak daha büyük bir
sorundu. Uzun boyda akıl daha mı kısaydı. Tek bir uzundan gayrisi anlamsızdı
insan yaşamında. Ancak, uzun ömre kimsenin diyeceği olamazdı...
İşi olmayan insanların nelere kafa yorduğunu, kimi zaman kendilerini
dinleyenlerin yorumlarından, kimi zaman ilginçlikleri yazıya dökenlerin
yapıtlarından öğrenmek mümkün olurdu. Doğru muydu söylenenler? Yazına dökülenler
doğru muydu?.. Eğri bacalardan doğru duman çıkar mıydı?..
"Uzun ettin yeter be kardeş, sandalyede uyuyanların
gördükleri rüyaları dinlemek için, zamana gereksinim olacak." Bu ses arka
sıralarda oturan bir kişiden geliyordu.
Sözün ebesidir dil, sevildikçe doğurur. Kısa kes be
kardeşim; kısa kes diyenler çoğalıyordu. Belli ki ses icat edileli çoğunluk
azınlığı dinlemekten bitkindi.
Yarın erken kalkıp işine gidecekti. Büyük çocuk okula, küçük
kız yuvaya gidecek. Damlayan musluklar değişecek. Yollar yetmiyor insana.
Üzerlerinde sürünen teneke kutular kuşatmış caddeleri. Adım atacak yer yok
sokaklarda... Uyansak gözümüze, pencereyi açsak kulaklarımıza, nefes alsak
ciğerimize giriyorla... Yetersiz olan yalnız yollar değildi?.. Kısa kes be
kardeşim, zaman yetmiyor insana...
Eskimiş, işe yaramayan bir sürü karmaşa ile dolmuştu beyinler,
kimilerinde çağdaş bilgiye yer kalmamıştı. Değişimin ince ayarını kimin
yapacağı bilinmiyordu. Bilinen tek şey, bencilliğin mikrofonları, kürsüleri ve
koltuklan kuşatmasıydı.
Kentin sokaklarında birbirlerini tanıyan insanların
selamlaşacak kadar vakitleri yoktu. Herkesin omzunda taşıyabileceğinden daha
fazla yük vardı... Umutsuzluğun yerini bir an da olsa sanatsal bir güzellikle
bezemek isteyenler sabırsızdı...
Dinleyenler ilgisiz kalınca kürsüden gelen ses yükseliyordu.
Saygı bekliyordu yazdıklarını okuyan. Oysa uzadıkça uzuyordu sayfalar. Salonda
oturanlar giderek çalınan zaman ve boşa giden gün için sızlanıyordu. Yaz
sıcağında, bir testi soğuk suyu, kürsüyü ele geçiren içiyordu. Diğer kuruyan
dudakların çilesini susan diller çekmeliydi. Okudukları bencilliğe doğru uzayınca,
ağzı daha çok sulanıyordu. Bir uyan daha duyuldu...
"Kısa kes be kardeşim"...
Kısa kesilmesi istenen neydi? Uzun saçlı bir bayan vardı panelin
ilk gününde. İkinci gün saçlarını kısa kestirmişti. Yanında oturan arkadaşına
usulca anlatıyordu. "Yetmiyor bana zaman. Önceleri kendime çeki düzen
vermeye ve uzun saçlarımı taramaya yeterli olan zaman, giderek daraldı. Kısa
kesmek zorunda kaldım saçlarımı..."
Bu tümce bittiğinde bir erkek sesi duyuldu.
"Kravat özgürlüğümü sıkmaya başladı. Nedir bu uzundan
çektiklerimiz" diyerek yakındı ve kravatını çözerek cebine koydu
Sanırım tüm uzunlukların ve fazlalıkların yaşamdan atılmasının
zamanı gelmişti. Uzun menzilli sefere çıkan sürücünün uzun süre oturduğu
koltukta, sonsuzluk uykusu başladığı görülmüştür. Ancak bu tür uykuların
nedenini ortadan kaldırma yerine, bunlara yatak serenler giderek çoğalıyordu.
Kürsüde konuşulan anlamsız sözlerin dinleyicilerde zihinsel
bozukluklar oluşturmaması için, dinleyenler kendi aralarında başlarını
birbirlerine eğerek, içkin fıkracıklar anlatmaya başlamıştı. Kimileri kürsüye
ters bir bakış uyarısı gönderip, çekip gidiyordu. En etkin sözü akşam yemeğini
feda eden bayan söyledi. "Bırakın kendi söylediklerini kendi
dinlesin." Bu isyanı anımsatan kalkışla sandalyelerin çoğu boşaldı...
Genç bir ses dinler gibi görünüp, düşlerinin onu götürdüğü
yerlere gitmişti. "Kısa kesimli giysiler gösterir, bacakların güzelliğini.
Ben onları görmeye gidiyorum. Hadi hoş kalın" dedi ve geride kalan
sinirleri gerilmiş olanları güldürdü...
Şimdi
yeni değişimlere ve yeni adreslere en kısa yollardan gidiliyordu. Bu yol kürsü
saygınlığından sapmıştı. Oysa gerçek saygınlık iki yönlü bir trafik gibi
akmalıydı. Tüm uzunluklarsa yaşanmamış zamandı. Kürsünün ufku bunu görebilecek
kadar geniş değildi. Salona kestirmeden gelenlerin tümü gitmiş, sandalyeler
boş kalmıştı...