"Ümit"in Önderliğinde Gerçeklerimiz

 

Ümitlerimiz, öfkelerimiz, pişmanlıklarımız, korkularımız, şaşkınlıklarımız, ararsızlıklarımız, sevdiklerimiz, sevmediklerimiz, iyi ve kötü bildiklerimiz beynimizde resimlenir yaşadıklarımızla. Hayatımızda karşılaştığımız her şey tüm renkleriyle etrafımızı kuşatır. Gerçekler ve inanmak istediklerimiz bir kenara kurulmuş sırasını beklemektedir. Şüphesiz ki, gerçekler hepimizin hayatında derin lastik izlerine benzer etkiler bırakmıştır. Hatırlamak istemediklerimiz, hatırlayıp mutlu olduklarımız ya da hatırlayıp da üzüntüye boğulduğumuz düşüncelere gömülmüşüzdür bazı bazı.  

Görünmeyen ancak en iyi bildiğimiz iki gerçeğin ruhumuza dokunuşuna şahitlik etmişizdir. Yaşam ve Ölüm. Her şeyin en yalın halidir. Anlamakta çokta zorlanmadığımız ama yaşarken fırtına üstüne fırtınalar atlattığımız... Koca bir ömrün içinde ne yaşanırsa yaşansın meydan okumalara izin verdiğimiz... Onlarla savaşmak için yaşamı fethetmek istemişizdir. Bütün bu yaşadıklarımızda kimi zaman yüreğimizi çarptıran duygular, kimi zamanda ruhumuza taşıması güç yükler bırakarak, yalnızlığın limanına demirlemişizdir. Gecenin sessizliğinde tüm duyguların ruhumuzu sarıp sarmalamasına teslim olmuşuzdur.  

Yaşamak ve ayakta kalmak hepimiz için zorlu bir yokuştur. Hiçbirimiz verdiğimiz mücadele ne olursa olsun yaşamaktan kolay kolay vazgeçmek istemeyiz. Sonunda aklımıza kazınan soğuk ve ürkütücü saydığımız  bir ölüm durmasına karşın. Çünkü; her şeye rağmen içinde güzel duygular barındırdığını biliriz. Fırsatçı onlarca insanın  sevimsizliği karşısında, masumiyeti ve sevgiyi en güzel haliyle taşıyan birilerinin olduğunu ümit ederiz. Tiksinmeye varan bir yabancılaşmayı iteriz elimizin tersiyle...  

İhtiyar ve Ölüm arasında geçen eski bir hikayede güzel bir düşünce geçişi vardır.  İhtiyarın biri ormandan odun kesmiş, sırtına yüklenmiş. Yolu da uzunmuş. Gitmiş gitmiş, yorulmuş, yükünü atıp ölümü çağırmış. Ölüm hemen dikilmiş karşısına. “Beni çağırdın, nedir dileğin?” diye sormuş. İhtiyar, “Hiç! Şu odunları sırtıma vuruver diyecektim de...” demiş. Hikayede de şunu anlıyoruz ki, insan oğlu çektiği sıkıntıya, katlandığı zahmete bakmaz, yine de yaşamak ister.  

Öğrendiklerimiz, gerçekten sahip olduklarımızdır. Benliğimiz yaralanabilir. Kusurlu bir yaşam sürebilir, nedenli nedensiz can sıkıntılarına gebe günler ve geceler geçirebiliriz. Hayat içinde ruhumuzun her türlü beslenmesi mümkündür. Doğru ilerlediğimiz bir yolun tam ortasına geldiğimizde yanlış bir yol ayırımında bulabiliriz de kendimizi. Bazen dışarıdaki dünyaya kısa süreli sırtımızı dönerek yaşarız. Kırgınlıklarımızı, kırdıklarımızı düşünürüz. Derinleşen gücenme duygusunu bir muhasebeyle kesişmeye bırakırız. Planlamadan, istemeden olsa da yaşadıklarımız... Yitirdiklerimizin yokluğunu, yüreğimizi yırtan pişmanlık ve ölümcül bir elem içinde hissederiz.    

Okuduğum bir kitapta şöyle bir ifade vardı. “Yoksulluk, kişinin kendi sınırlarını görememesi demektir. Yoksul olmak, kişinin hoşlanmadığı ve yapmayı seçmediği bir iş karşılığında kendi yaratıcılık hakkından vazgeçmesidir.” diyordu. Birçoğumuz bu yoksulluğun içinde deve kuşu gibi yaşıyoruz. Yenmeyi hedeflerken daha çok yeniliyoruz. En çokta kendimize... En iyi olmak için canımızı dişimize takıp yıllarca dirsek çürütüyoruz. Kazandıklarımızı aynı seviyede tutup, korumayı başarmanın zorluğunda bir anda tepe taklak oluyoruz. Sonra geriye dönüp baktığımızda her şeyin yerli yerinde durduğunu görüyoruz. Oturduğumuz ev, dostlarımız, sevdiklerimiz, sevmediklerimiz, kazandıklarımız ve kaybettiklerimiz. Aslında değişen bir şey yoktu çevremizde, daha çok gelişen bir dünyanın içinde değişmeye çalışan biz vardık.  Ümit’in önderliğinde... 

Biliyoruz ki, dünya ne kadar gelişirse gelişsin, biz ne kadar değişirsek değişelim, değişmeyen bir tek şey vardır. Gerçeklerimiz. Nasıl ki, geçmiş zamanda bütün gücüyle karşımıza dikilmişse, bugün ve gelecekte de en yalın sadelikte güçlü varlığını hissedeceğiz.  

Gerçekler, ümitle birleştiğinde güzellikler sunduğu kadar yanağımıza bir tokat misali inmeye devam edecektir. İnsanların sağduyusundaki çatlaktan içeri giren ümitsizlik ise, kimi zaman açık bir yara misali kanamasını sürdürecektir, Yaşamın bir pamuk ipliğine bağlı oluşu gerçeği ise yüreğimize bıçak gibi saplanarak, eksiklerimizi tamamlamaya yetecektir. 

Biliyoruz ki, gerçekler hoşumuza gitmediğinde canımızı yakan ve değiştiremediğimiz yaşamın ta kendisidir. 

“Dünyanın ışıkları söndüğünde, uyanıklığa aralanır gözlerimiz. Uyanır uyanmaz ümidimize sıkı sıkıya tutunmaktan kendimizi alamayız. Dışarıda hala yüreğimizi burkan duygular demeti olmasına rağmen, var olmak için gereken olağanüstü çabayı vermeye devam ederiz”

    



  Sevda Saime Esen