Hani sol yanımıza çare olsun diye en değerli
dostları ve ailemizi bırakıp, valizleri
toplarken mahcup gözlerle ''eyvallah'' demiştik ya...
Ya da,
içerlerde bir yerlerde hüznü umarsız gözlerde iki damla yaşla yollara
dökerek, gereksiz solukla ''döneceğiz''
demiştik ya...
Ya da, serin gecelerimizin duvar
diplerinde, basık tavanlı kahvelerin
masalarında, ince belli bardaklarda çay
sohbetleri yaparak neşemizi, hüznümüzü bölüşürken futbol ve karı sohbetlerini
eksik etmediğimiz...O, ''ararım''
dediğimiz dostları bırakıp gelmiştik ya... Avrupa'ya yani. Tabi Almanya'ya...
Hani,
o acı vatana... Hani o umut kapısına... Hani o yuvaları yıkan, aileleri bölen, dostluk ve kardeşliği,
Münih'ten başlayıp Hamburg'a kadar uzun yollarıyla ayıran Almanya...
Diğerleri şimdi nerde bilmiyoruz ama biz
Almanya'da mülteci. Türk, Kürt,
Ermeni, Azeri ya da
Boşnak,
Sırp, Afrikalı... Yani
anlayacağın sağcısı, solcusu, dincisi,
dinsizi ya da iplisi, ipsiziyle
sığıntı...
İnsanların yabancılığı, yabancıların da birbirine yabancı olduğu,
her evin köpeğinin daha kıymetli olmasının şaşkınlığında üç arkadaş, yolda
memleket sorunlarını ihmal etmediğimiz bir gün, yolun ortasındaki bir alt geçit
şaşkınlığımızı meraka döndürdü.
Alt geçit deyip geçmeyin. Bu geçit;
"Kurbağa Alt" geçidi.
Gerçekten de yolun ortasında kurbağalar araba
altında ezilmesin diye alt geçit yapılmış. Hem de havadar. Yani üstten
mazgallı.
Hani bizim
ülkemizin en büyük şehirlerinde bile sayıca alt ve üst geçit varken...
Üstelik AB'ye aday gösterilmişken. Kaç kişinin alt veya üst geçit olmadığı için
öldüğünü biliyoruz. Ölecekler de cabası...
Geri bıraktırılmışlığımızı zor ve şiddetle
unutturmaya çalışmalarını anlamıştık. Hatta geçit yerine, her türden, her
harften cezaevleri yapılmasına da alıştırılmaya çalışılırken, kurbağa alt
geçidini görünce trafik sorunlarını da bir yana bırakıp geçidin içini merak
ettik üç arkadaş. Biri bayan, diğeri şair. Şairler de mülteciliğe kaçıyor ya...
Kurbağa geçidi şiirlere ilham olur mu bilmiyoruz ama biz uzandık yolun
ortasına, dayadık gözlerimizi mazgal deliklerine. Hanım bayan yolu gözlüyor.
Gerçekten de bir tünel. Otoban gibi. Mazgal
delikleri otobana havalı bir ışık görüntüsü veriyor. Bizim yattığımız askeri
cezaevinin mazgallı pencerelerinden daha güzel.
Ormanlık kapısından giren iki çift kurbağa
omuz omuza, kırıta kırıta, zıplayarak geliyorlar. Belli ki nehir kapısından
yüzmeye gidiyorlar. Yarı yola gelmişlerdi ki, yavaşladılar aniden. Giriş ve
çıkış kapılarını kontrol ettikten sonra erkek olanı dişinin arka bacaklarını
ayırıp üzerine çullandı. Alttaki kurbağa zevkten gözlerini kapatmış fosulduyor
şehvetle. Erkek kurbağa kollarını onun ince beline dolayıp sıkıca kavradıktan
sonra bizim Kırkpınar güreşçilerin yaptığı gibi onu çırptı. Kurbağalar ışığa doğru
yuvarlandıklarında diğer kapıdan biri girdi geçide. İki kurbağa panikle gölgeye
geçip toparlandıklarında yeni gelen kurbağa bizi farketmiş olacak ki; ''ne
bakıyorsunuz lan pis yabancılar''der gibi zıpladığında biz utancımızdan çok,
kurbağanın bile yabancı olmamızı anlamasına bozulup ordan uzaklaştık.
Birkaç araba geçti yoldan. Hiçbiri umursamadı
bizi. Zaten otostop yapma niyetinde değildik. Almanya'da da dostlardan ayrılmıştık. Her birimizi ayrı
eyaletlere gönderdiler. Şarap gibi bölündük. Yudum yudum hasretimiz içildi.
Dersimli Cihan, Kayserili Hüseyin, İzmirli Ercan, Iğdırlı Özden, Kankiler...
Hele Ali'nin dostluğu olmasaydı 1 Mayıslarda Hamburg'da hiçbirimiz
karşılaşamazdık.
Buradaki kaçaklığımızın bir günü de
kurbağaların aşağılık bakışlarından kaçıp geri dönerken, önümüzden geçen bir
tilkinin kuyruğunda takıldı. Dişi olduğu süslü kuyruğundan belliydi.
Şırfıntıyla sallayıp bizi görmezlikten gelip ormana daldığında, biz bir de
tilkiden fırça yememek için eve dönmeye karar verdik.
Ülkede olsaydık eğer, acaba şu tilkileri,
kara tavukları, ya da ceylanları halletmez miydik? Hayvan düşmanlığımızdan
değil hani. Öyle alışmışız ya... Ya karın doyurmak için, ya da bağı, bahçeyi
korumak için. Başka hayvanlara düşmanlık yaptık yapmasına ama insan sevmeyen
hayvanseverlerden de değiliz yani. Hayvan besleyen kaç insan bilir
Galatasaray'ı, Abdi İpekçi Parkını, Özgürlük Meydanını... Kaç cezaevinin
ismini, sağlık ocaklarını, grev çadırlarını... O da pek yok ya... ya da Ankara
Kuğulu Parktaki gölde üç kuğuyu bir gece pişirip yiyen gece sarhoşlarını...
Şarapçı değiliz ama şarabın kızıllığında ölüme şaraplanmış yıllanmış hasretimizin
sevdasında pişmiş bir gariban mültecileriz şimdi. Bakmayın yollarda
yatmışlığımıza... Bakma şimdi kaçak olduğumuza... Mahzenlerin neminde romatizmalı
bacaklarımızın taşıyamadığı devrimciliğin güzel olduğu için ağır olan tadına
doyamadığımızdandır belki. O tat yerinde kalsın şarap gibi;sevda gibi. Siz
bakmayın kurbağaların viyaklamasına... Tilkilerin kuyruk sallamalarına...
Bizim sevdamız yollara dökülsün şarap gibi.
Ayrılık can yoldaşımızın kanında hüzne
dönüşen bir kızıllık olsun.
|