|
Türk Ellerinde Hatıralarım |
|
|
|
|
"...
1- Sisli ve karanlık bir geceydi; sıfırın altında yirmi beş
dereceden fazla bir soğuk vardı. Yarım metre kadar olan karın üzerindeydik.
Garip bir uğultu, etrafı kaplayan bu matemin derin sükûtunu birdenbire bozdu.
Düşüncelerim ardı ardına takılmış gidiyordu. Gayelerimi gerçekleştiremeden
meçhul bir akıbetin karanlık yollarına düşmüştüm. Yaşım icabı, kafamın
kabiliyeti ile millet ve vatanım için çalışmam gereken bu çağımda maalesef
kollarım düşmanın zincirleriyle bağlanmış ve beni aciz bir hale getirmişti. Fakat
içimde hiçbir korku yoktu.
2- Katarımız yol almaya başlamıştı. Ne yöne gittiğini
bilmiyorduk. Bizi “Türk esirleri” diye, gösteriş için şehir şehir
dolaştırıyorlardı. Bir şehirde durduğumuzda Türklerin Cemiyet-i Hayriye’sine
mensup bir hoca ile dört kişilik grubu gelip aramıza giriyorlar, varsa ölüleri
törenle çıkartıyorlar, namazlarını kıldıktan sonra kendi Müslüman
mezarlıklarına gömüyorlar, hastalarımızı götürüyorlardı. Sağ olanlara ise
sigara, büsküvit, çay, şeker, para ve sevgi dağıtıyorlardı.
3- Her birimize, temizlik için onar onar yıkanmamız
maksadıyla su vermişlerdi. İki buçuk ay oluyordu ki sırtımdaki gömleğimi
değiştirememiştim. Sarıkamış’tan ayrıldığım vakit ailem Bayan Zehra’nın kendi
eliyle bağladığı sargı hâlâ göğsümde duruyordu. Çamaşırlarım lime lime olmuş,
sırtımda çürümüştü. Bir don ve gömlek için Rostov’dan bize arkadaş olan bir
fırıncıya bir lira verdim. Yıkandıktan sonra bunları giyindim, sargıyı olduğu
gibi bıraktım, açmadım; çünkü eşim göğsümün kıllarını traş etmiş, balmumu ve karasakızla
yaptığı yakıyı beyaz bir sargı ile sarmıştı.
4- O zaman otelde bulunan aynanın karşısına geçtim. Rengim
uçmuş, sapsarı kesilmişim; saç sakalım uzamış, birbirine karışmış. Kars’tan
çıkan yüz yirmi günlük ıstırap adamını, yani kendi kendimi tanımaz olmuştum.
5- Kırgızlar
şehirlere baskınlar yapmaya başladılar. Kullandıkları taktik ise şu idi:
Torgay ve Kostanay şehirlerine geldiklerinde beraberlerinde beş bine yakın kedi
getiriyorlar, bunları gaza batırıp ateşledikten sonra şehre koyuveriyorlar. Kediler
can kaygusu ile alevler içinde şehrin etrafındaki ot yığınlarına sığınıyor,
otlar da bu şekilde tutuşup her taraf parlamaya başlıyor; gece vakti şehir
halkı bu manzara ile karşılaşınca, “Kırgızlar bastı!” diye birbirine giriyor.
6- Sabahleyin sosyalistler hükümet makamlarını işgal ederek
her şeye el koydular. İlk iş olarak Jandariski Obravlenni’ye bir hücum oldu;
çünkü bu teşkilat Çar’a bağlıydı ve bütün siyasi, gizli evrak burada toplanmıştı.
Bu kuruma bağlı bütün jandarmalar ve müdürleri tutuklandı ve hapsedildi. Ne
kadar defter, kâğıt, evrak varsa hepsi toplandı, üstüne gaz dökülüp yakıldı.
İşte benim idamımı emreden evrak da bunların arasında kül oldu. Kurtuldum.
Kıbleye dönüp Ulu Tanrı’ya karşı şunları söyledim:
Eden
sensin, kılan sensin, gören sen
Atılmış
oku yaydan döndüren sen.
7- biz Bakü’de iken bin kadar komünist kadın Türkiye’deki
eşlerini görmek için Erzincan cephesine gitmişlerdi. Bunlar bir ay süresince,
Trabzon - Bitlis’e kadar bütün Rus cephesini gezip askerlerin cepheyi terk
etmeleri, ana yurtlarına dönmeleri için propaganda yapıp Moskova’ya dönmüşler.
8- Şöyle ki: Türkler bu harpten kurtuluncaya kadar gençleri
evlenmeyecek, hiçbir Türk sinema ve tiyatroya gitmeyecek, erkeklerden hiç
kimse traş olmayacak, evlerde de ahenk olmayacaktır.
9- Geriye yalnız Varangil ordusu kalmıştı. Varangil ordusu,
Karadeniz sahillerindeki Navrosya gibi iskelelere çıkarak yakaladığı halkın
ellerini yokluyordu; eğer yakalanan kişinin elleri sert ise amele sınıfından
olduğuna kanaat getiriliyor ve “Bolşeviktir” diye derhal başı uçuruluyordu.
Bolşevikler de aynını yapıyor, ama bu kez yumuşak elli olanları “Burjuvadır” diye
katlediyorlardı. Varangil ordusu daha fazla dayanamadı. Karadeniz sahillerine
toplanan zenginler, Çar hükümetine hizmet eden subay ve memurlar vapurlara
doluşarak İstanbul’a geçtiler; yumuşak elli olanlar, canlarını bu şekilde
kurtardı.
10- Paris’te Türkiye’yi temsil eden İstanbul milletvekili
Ahmet Ferit Bey bunların okunması üzerine ayağa kalkarak, “Arkadaşlar, biz ne
kadar sıkıntılı, dar günler geçiriyor isek Avrupalılar da harpten o kadar
usanmış, sulha kavuşmak için bahaneler aramaktadırlar, biraz daha dayanalım”
deyince Atatürk, “Ben katiyen Türk toprağının bir santimini bile düşmana
vermek istemem. Yalnız, böylece büyük düşmanlardan birini daha harp safından
çekmiş oluyoruz. Mühimmatta ne kadar sıkıntı çektiğimizi biliyorsunuz, bize
oldukça, çokça harp malzemesi ve erzak bırakıyorlar. Artık Fransızlarla bu anlaşmayı
kabul edelim” dedi. Antlaşmayı ekseriyetle kabul ettik. Hatay milletvekilleri
durmadan ağlıyorlardı.
11- O gece
hiçbirimiz yatmadık, sabaha kadar Tanrı’ya yalvardık. Saat yedide meclise
toplanmış, Hüsrev Bey’in yolunu gözlüyorduk. Hüsrev Bey 09:45’te uzaktan
göründü. Paltosunun bir kolunu giymiş, birini giymemişti. Koşarak geliyor, ara
sıra da sendeliyordu. Meclisin kürsüsüne çıkarak Atatürk’ün şu satırlarını
aktardı: “Arkadaşlar, inayet-i bâri ile düşmanı bozdum. Sakarya kan akıyor.
Düşman boğuluyor, her taraftan bozgun halinde kaçıyor, ordum da onu takip
ediyor. Zaferle sizi müjdelerim.” Sevinçten kimimiz ağlıyor, kimimiz
kucaklaşıyorduk.
..."
Türü: Anı
Basım
Tarihi: Mart 2007
Baskı
Sayısı: 1000
Editör:
Ceyda Pırıl Köstem
Kapak
Tasarım: Vural Kınayman
Dizgi:
Alper Evren Şahin
Isbn:
9944-987-09-3
Boyut:
14X21
Sayfa: 235 Sayfa
İşgalden Kurtuluşa 1889-1923/ Bulgaristan, Romanya Sibirya
Esareti; Türkistan, Azerbaycan, Kafkasya Türkleri; İngilizler, Ruslar ve
Ermeniler... Fahrettin Erdoğan’ın bu hatıratı, bağımsızlık ve halkların kendi
kaderlerini tayin haklarına yapılan aşırı vurgusuyla ve ele aldığı dönemin
(1889-1923) köklü siyasal değişimlerine, örneğin Osmanlı İmparatorluğu’nun
Türkiye Cumhuriyeti’ne, Rusya’nın Sovyetler Birliğine dönüşmesine tanıklık
etmesiyle “kişisel” bir serüven olmanın ötesine geçiyor. “93 Harbi” olarak da
bilinen Osmanlı - Rus savaşı sonunda, Ayastefanos Antlaşması’yla savaş tazminatı
olarak Ruslara terk edilmiş ve kırk yıl vatan topraklarından koparılmış olan
Evliye-i Selâse (Kars-Ardahan-Batum) bölgesinde yurtsever arkadaşlarıyla
yaşadıklarını, esaretlerini, direnişlerini, insanüstü mücadelelerini; Rusların,
emperyalist İtilaf Devletleri’nin ve Ermenilerin yaptıkları mezalimleri, “Cenubi
Garbi Kafkas Cumhuriyeti”nin ilk Hükümet Başkanı ve Dışişleri Bakanı olarak
belgeler ışığında aktaran ve tarihe mal olan bu hatırat, yüz sene sonra bile
güncelliğini korumaktadır. Fahrettin Erdoğan’ın hatıralarını okurken, birden
fazla cepheye bölünmüş bir kurtuluş savaşının, insan ruhunu da cephelere
böldüğüne tanık olacaksınız.
|
|
|
|
H@vuz Kitap Tanıtımı |
|
|
|
|
|
|