Boş Çerçeve

Yurdabek’e

 
Öğretmenin “kımıldamayın” diyen tok sesini duyduğumda dolaplarla askılıklar arasındaki yerleri paspaslıyordum. Kafamı kaldırıp sesin geldiği yöne baktım. Tahtadaki yazıyı defterine geçiren bir kız ile kızın yanındaki sıraya oturan üç kız ve önünde üç demir borunun üzerinde duran alete perdelenmiş siyah kumaşın içine kafasını sokmaya çalışan öğretmen dışında kimse yoktu sınıfta. İlk kez gördüğüm bu aletin kâğıt üzerine resim yapan bir makine olduğunu anladım o an. Camlı çerçeveler içinde duvarlarda aslılı pürüzsüz ve parlak kâğıtlar üzerindeki resimleri bir makinenin yaptığını söylemişti duvara o resimleri asan öğretmenlerden biri. Lokomotif gibi bir makine mi? Diye sormuştum merakla. Hayır, hayır diyerek kafasını sağa sola sallamıştı. Benimle konuşmaktan duyduğu rahatsızlığı yüzünün bir anda ciddileşen ifadesinden fark etmiştim. Cehaletimi küçümsemesine aldırmadım. Sorularım karşısında çaresizce bana tarif etmek zorunda kaldığı resim makinesinin nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalıştım. Yemek kazanlarını üzerine koyduğumuz üçayaklı demirden farksız aletin üzerine perdelenmiş siyah kumaşı kara kazana ben mi benzettim, öğretmen mi o gün öyle söyledi, hatırlayamadım bir türlü. Makinenin karşısında poz veren üç kızın tam arkasındaydım. Elimdeki paspası yere bıraktım ve kımıldamadan ben de makinenin karşımda bir gözü andıran küçük camına bakmaya başladım. Bir süre sonra öğretmen kafasını o kumaşın içinden çıkardı, ben hala bekliyordum kımıldamadan, sonra makineyi kaldırınca eğildim ve yerdeki paspasın sapını kavrayarak işime devam ettim. Zil çaldı. Sınıftan çıkmaya çalışırken bir anda sınıfa girmek için kapının önünü dolduran öğrenci kalabalığının arasında kaldım. Gene birçok öğrenci paspasa bastı, bir kaçı bana çarptı ve ortalarında betondan bir sütun gibi duran beni görmeden yanımda geçerek sıralarına oturdular. 

Alt kattaki odama gittim, çantamdan çıkardığım kırık aynamdan tozun matlaştırdığı saçıma ve solgun yüzüme baktım. Çenemdeki sivilceyle oynamasaydım şimdiye izi kalmadan iyileşirdi, kafamı aşağı eğince de pek görünmüyordu ama bu küçücük iz resimde görünür müydü acaba? Daha şimdiden makineden çıkacak görüntümün nasıl olacağını, hep o anda, o kâğıdın üzerine çıkacak görüntümle kalacağımı düşünmek beni heyecanlandırıyordu. Kızların arkasında ayakta duruyordum, kızlar, görüntülerinin çıkacağı kâğıdın içinde en çok benim olacağımdan habersizdiler. Makine gördüğünün resmini yapacaktı nasıl olsa. Kâğıt üzerinde yaşlanmayacaktım. Resmime bakan herkes benim de bir zamanlar güzel gözlerim olduğunu, bir zamanlar genç olduğumu, yüzümde en küçük bir kırışıklık olmadığını görecekti.  

Ressamların bir resim üzerinde bazen aylarca çalıştıktan sonra ancak bitirebildiklerini duymuştum. Bu makinenin bir resim yapmak için daha çok zamana ihtiyacı olabilirdi. Kuşkusuz bir ressamdan aslının aynısı resimler yapmasını beklemek saflıktı. Makine her şeyi göründüğü gibi resmediyordu kâğıt üzerine, ne bir eksik ne de fazla, her şey olduğu gibi. Bir ressam olsaydı o makinenin yerinde, karşısında duran beni görmezdi, etrafımdan geçerken beni görmeyen öğrenciler gibi ressam da resmin içinde beni yok sayardı. 

Aradan günler geçtikçe resmimi nasıl ele geçireceğimi düşünmeye başladım. Resmin çekildiği gün önümde oturan kızları ellerinde resme bakarken veya başka öğrencilere resmi gösterirlerken görebileceğimi düşünerek gözlemeye başladım üçünü de. Gözlüklü uzun boylu kız sınıfında sevilen bir kız değildi, sürekli kitap okurdu okulun sessiz bir köşesinde, kimse onunla mı konuşmazdı o mu kimseyle konuşmazdı bilmiyorum, ama onun gibi sürekli yalnız bir kızı kim sevebilirdi ki? Makineye poz verirken sıranın sol başında oturan kısa boylu kızdan resmi isteyemezdim, çünkü her şeye gülen bu kız benimle dalga geçebilirdi. Hiçbir özelliği olmayan ortadaki kızı bu sene gördüm okulda, bir köylü kızına benziyordu. Gözlüklü kıza arada sırada selam vermeye başladım, ilk günler selamımı almayarak görmezden geldi beni; ama yanında kimse olmadığı zaman verdiğim selama gülümsedi başını hafifçe öne eğerek. Gözlüklü kızın herkesten uzak olduğu yalnız bir anını kollamaya başladım konuşmak için, birkaç kez sınıfta tek başına otururken gördüm, ama ne diyeceğimi bilemedim yanına kadar yaklaşmama rağmen. O resmi çok istediğimi, kendime, arkadaşlarıma, ileride doğacak çocuklarıma, onların çocuklarına bile göstermek istediğimi söyleyemezdim ya. Evime gelen misafirler duvara asacağım resimde beni görünce ne çok şaşıracaklardı kim bilir. Resimdeki kızların üzerini boyardım veya bir ressama para verir kızların yerine başka bir şeyler yapmasını; ağaç, çiçek, duvar veya ne bileyim, onların kim olduğunun bana sorulmayacağı, resme bakanların benden başkasını göremeyecekleri bir şeyler yapmasını isterdim.

Duvarlarda aslılı çerçevelerden birini ölçüsünü alarak marangoz kuzenime aynısını yaptırdım, belki çerçeve evde hazır beklerse tanrı dualarımı karşılıksız bırakmaz da çerçevenin içini doldurmama yardım ederdi. Bir ay sonra makinenin artık resmi yapmış olabileceğini düşünerek kimsenin sınıfta olmadığı anlarda kızların defterlerini ve kitaplarının arasını karıştırarak resmi aramaya başladım.

O gözlüklü sevimsiz kızın sınıfa girdiği güneşli bir günde çantasındaki kitapların arasına bakıyordum. Göz göze geldiğimiz anda bana, “hırsız” diyerek sınıfın kapısından koşarak uzaklaştı. Her şeyi anlatmak için arkasından yetişmeye çalıştım ama kapıya geldiğimde o çoktan gözden kaybolmuştu.

Güneş ışınlarının dış kapının camından boş koridora süzülürken kapı çerçevesinde oluşturdukları haça bakarak Tanrı’nın günahlarımı bağışlamasını diledim. Silerek parlattığım koridorun zemininde bana bakan bir çift göz oluşmuştu gün ışığından. O gözlüklü kız dışında tüm öğrenciler dışarıdaydı, bahçeye çıkma nedenlerinin güneş olduğunun bile farkında değillerdi, aldırmazlardı, sanki her teneffüste onları dışarıda bekleyen bir güneşleri varmış gibi. 

Kapının eşiğinde beni gören nöbetçi öğrenci, müdürün beni odasına çağırdığını söyledi. Gözlüklü kızın ithamıyla merdivenleri çıkarken üzerime bastıran yorgunluktan çöktüğümü, ecelimin bir adım ötede beni beklediğini düşünerek müdürün odasına yürüdüm. Kâğıdın üzerine makine tarafından yapılan resmimi aradığımı söyledim müdüre; inanmadı bana. Kitaplarda resmimin ne işi varmış, ben kahraman değilmişim, savaşta başarı göstermemişim, temizlikçi bir kadının kitaplarda resmedildiği nerede görülmüşmüş. İki hafta önce kalemi kaybolan bir öğrencinin kayıp kaleminden beni sorumlu tutması hırsız olduğumun en büyük kanıtıydı müdür için. Birkaç günlük mecburi izinden sonra işten çıkarıldığıma dair evime mektup geldi. Duvara çaktığım çivide duran boş çerçeveye günlerce boşuna baktım durdum.

 


  Kadir Işık