“Her
sanat yapıtı bir kavgadan doğar: Yaşam, düşünce ve düşgücü arasındaki kavgadan.”
Ferit Edgü
Şair olmak
zor mu zor.. Bana “Benden şair olur mu?” diyenlere başka ne diyebilirim. Şiir
meydanında bilek güreşi yapılmıyor. Şair olmak, çoktan seçmeli birçok sınavdan
–kavgadan- yüz akıyla çıkmayı gerektiriyor. Her sınavda, her şair önce iki şeye
dikkat etmeli: yaşamında ve şiirinde “fazla
söz”den kaçınmak, bir günden bir güne “övünme”yi
aklından bile geçirmemek. Her ikisinin de panzehiri yok; her
ikisi de zararlı
mı zararlı. öldürücü mü
öldürücü… Yazarken, Nietzsche’nin şu
kulak çekmesine
sık sık dönüp bakalım: “Ürün konuşmaya
başlayınca, yazar ağzını kapatacak.” Bu uyarıyaşair olarak ne kadar kulak asıyoruz? “Yarını Tanelemek”in
arka kapağında: (Şiirde) atkının sıklığını ayarlamak ve rengini
vermek ozanın yeteneği.” demiştim. Şimdi bu söze bir halka daha ekliyorum:
Sıkı şiir dokusu peşinde koşarken, aymazlığa düşüp, “şiirin yerine göre bireysel, yerine göre de toplumsal bir gereksinim
olduğunu unutmamak” gerekir.Gereksinimi karşılayan şiir, elbette olacak. Dün vardı yarın da olacak.
Şiir dediğin hep atlas yorganlar örtünecek değil ya! Ama yarını, şöyle ya da
böyle taneleyecek bir şiir “okur
beğenisini değil, öncelikle şiir beğenisini göz önünde tutmak” zorundadır.
Okura kolay ulaşma kaygısı, her şeyden önce dize parçalanmasına yol açıyor;
serbest müstezat da böyle bir kaygının ürünü değil miydi?.. Buna şiir mi,
düzyazı mı; yoksa düzyazışiir mi demek gerekir bilmem. Bu tutum, duygunun
anlatımında kolaylık sağlarken, şiirsel söyleme aşırı biçimde zarar veriyor.
Nice gazel hâlâ belleklerde; ne var ki akıllarda kalan,şiir diyebileceğim, doğru dürüst bir serbest
müstezada ben rastlamadım. “Şiirsel söylem”i, şiir okullarında olduğu gibi bir
kalıba dökmek, hele fabrikasyon bir şiir kuşağının oluşmasına yol açmak,
elbette onaylanabilir bir tutum değil. Yüzyılların arayışına, şiir öğretmeni
gerekir mi? İşte bakın bir ders konusu: Şiirde kavram – ses uyumu aranmalı mı?
Sözgelimi “su”dan söz ediyorsak
sızımlı sözcükler mi yeğlenmeli? “Makine”den söz ediyorsak Nazım gibi: “trum
trak, trum trak” mı demeliyiz? Aristo “Poetika”sında, konu-ses uyumunun
gereğinden söz eder. Konu-söylem uyumu, Aristo’dan beri, şiirin ısrarla
üzerinde durduğu, ama bir türlü halledemediği bir konu. Şiirin, yanıt beklediği
daha kaç soru var kim bilir? Bana göre her şair, kendi sentezine kendi ulaşmalıdır.
Bunun yolu, yetkin kalemlerin denemelerini, şiirlerini ve önerilerini yan yana
koyarak okumaktan geçer. Böylesi bir sentez için, kendi önceliklerimize göre
belirleyeceğimiz bir okuma listemiz olmalı. Ben, böyle bir liste yaptım, “Önce Neyi Okuyalım” * sorusuna yanıt verecek bu listeyi
yazımın sonuna ekledim.
Parmaklarımızın ucunda hemen ulaşabileceğimiz nice değişik
şiir sitesi var. O sitelerde “ilk yüz”de yer alan şiirlere bir bakalım, o
şiirleri öne çıkaran özellik nedir dersiniz? Birlikte düşünelim: imge özgünlüğü, şiir dokusundaki sıklık,
belleğe kazınma kolaylığı sağlayan söylem… Başka bir deyişle kilit taşı
görevi yapan bağlayıcı öğelerin yerli yerinde kullanılması. Bu, bazen bir imge,
bazen bir dize, bazen de bir nakarat… Hani benim şu “şiir atkısı” dediğim şey. Konu-tema üzerinde dil mekiği öyle uyumlu
gelip gitmeli, öyle uyumlu işlemeli ki, konuda kırılmalara yol açmamalı; dilin
atkısını attırmamalı.Başka bir
benzetmeyle söylersem taş duvarların hatılı, kirişi, sağlam mı sağlam olmalı.
Elbette önce dış kapının hatılı… Başlık seçimi bile buna dahildir. Gerçi Enis
Batur’a göre Attila İlhan da ortalama okurun şairidir. Siz Enis Batur’lara
bakmayın, çok okunmak, her zaman bir
düzeysizlik göstergesi değildir. Eğer Enis Batur’un söylediği doğru olsaydı
Yunus’u, Karacaoğlan’ı, Nazım’ı nereye koyacaktık; Hayam’la Shakespeare’yinereye?... Elbette ilgi, yerine göre
‘güncel’e yerine göre ‘nitelikli’yedir. Ancak insanın o en yetkin gücü,
“sağduyu”, eninde sonunda o seçimi de doğru yapmayı bilecektir.
Şiir için imge vazgeçilemez sevgili. Tek imge, hani
eskilerin temsili istiare dediği şey ise imgenin en ideali. Sonra iş, o imgenin
çağrıştırımlarını iyi değerlendirmeye kalıyor.
Evet “Benden şair olur mu?” diyen dostum**, şiirlerinde çağrıştırımı sınırlı “at koşturmak” gibi eski imgelerden uzak durmayı da bilmen gerekir.
Oysa “üzgün bir öpüş”
bağdaştırman, ne güzel ne çağdaş bir somutlama! İmge seçiminde, zaman zaman
birikimden yararlanmak gerekir.Evet
imge, bir şair için aramaktan, bulunca da peşinde koşmaktan
usanmadığımız o körpe sevgili. Her şiirde böyle bir iki özgün imgeye mutlaka
gereksinim var. Ama o klasik imgeleri -o eski güzelleri- de unutmamak gerekir.
Aşkların anılarına da ihanet edilmez. “Sapho”yu, herkes unutsa ben unutmam... Böyle
imgeler, şiirin kökünü geçmişe bağlar. Ne var ki muhabbetin tadını, ölçüsünü
kaçırmamak gerekir; yoksa o “Gül”ün
dikeniyle sevgilinin canını yakar ve sevgiliyi küstürür; “Nergis”i de imge denizinde bir kez de biz, kendi ellerimizle
boğarız. O boğduğumuz şiir de bir daha özüne dönmez ve çiçeğe durmaz. Kim bilir
hangi şiir delicesinde açmadan kalır!...
Şiir, tez canlılığı hiç kaldıramaz.Yakalanan bir dize, bir
imge şiir tezgahında bekleyebildiği kadar beklemeli; hatta aylarca, yıllarca.
Açık Deniz, başarısını on beş yıllık bir beklemeye borçludur. Sözgelimi benim
şiir tezgahımdaki “Dolaş kalemim, seni
sevecek, seni yıllar sonra anımsayacak bir sözcük, elbet bulunur”, “Sek taşım yakamozlaşan son halkaya doğru”
saptamaları üç yıldır hâlâ bir şiirde yer almayı bekliyor. Neden mi? Yeni
imgeleri, çağrıştırımları bekliyor. Beklemezsem
kendimden çalacağımı biliyorum. Elbette bir günde biten şiirler de var. Ama
erken doğum, birkaç güzel şiir dışında, nicesini soluksuz bırakmıştır. Oysa
şiir cenneti, başka cennetler aramayı gerektirmez. O cennette kalabilmenin
yolu, şairin, şiirin elinde. O halde peygamberini iyi seç ve dünden
yararlanmaktan korkma. Bütün şairler, bütün peygamberler gibi aynı “tufan”ı
anlatmaktadır: o “insanlık tufanı”nı. Bunu göremeyen şair, kuşkusuz kendinden
çalmaya başlamıştır. Şiirin yaratılma sürecini belki şu dizeler özetliyor: “Çoğu kez bir dizeyi nakışlar / Bir güzelin
beninde düğümlenen hüzün / Ve günlerce çıkarılmayan o günah /Bazen bir gece
patlar ki şafak / Peygamber yüzünde bir nurdur, oh! / uykulardan uzak”***
H.S Thompson’ın dediği de başka bir şey değil: “Kendi yazdıklarından çalmaya
başlamışsan, sorun büyük!” Peki, bu yazıya girer girmez, daha ilk
paragrafta, niye kendimden bir alıntı yaptım? Yoksa farkında olmadan, ben de kendimden
çalıp kendimi mi tüketiyorum?
Şiiri
fazlalıktan arındırmak gerekir. Hem sözcüklerin hem eklerin kullanımında buna
dikkat etmek gerekir. Sözgelimi “-dır” ekeylemi, kesinlik, süreklilik ya da
olasılık anlamı verecekse gereklidir; yoksa şiiri tır tır tırlatır. Ayrıca
ekeylemin hikâyelerive rivayetleri
de(idi, imiş), anlatımı durmaz
öyküleştirir. Evet, öykü şiirin kız kardeşidir; ama şiir, öykünün değil. Hilmi
Yavuz’un o dizesini anımsamakta yarar var: “şiir:baba belli değil, annesi
rüyâ…”Türkçe fazlalığı sevmeyen bir dildir; yinelemeyi değil; ortak eki,
sözcüğü, öğeyi kullanmayı yeğler.Yerli yerinde kullanılan hiçbir sözcük,
şiirden çıkarılamaz; hiçbirinin yeri de değiştirilemez. Özetle Çehov’un öykü
için söylediğini, şiirde de yaşama geçirmek gerekir: “Bir öyküde silah sözcüğü geçiyorsa, o silah mutlaka patlamalı.”
Şiiri fazlalıklardan arındırma önce sıfat seçimiyle başlar. Sıradan sıfatların,
“iyi, kötü; güzel, çirkin; doğru,yanlış…”ın, bir şiirde işi yoktur. Dil gezgini
ol; sözcük piramitlerinin gizemli odalarında dolaş. O klasik sıfatların yerine
kullanabileceğin, dilin balta girmemiş ormanlarında, zamana dayanacak ne
sözcükler bulacaksın kim bilir? Sözgelimi “Andız”.Bakın bu sözcük bir başına, görkemi ve sağlamlığı, toprağın
yatağına yayılıvermeyi ve şiirselliği ne güzel somutluyor.
İyi şiirin
ilk işi, kendini her gün yenilemek, “Yarını
Tanelemek”tir. Şairin işi, şiiri okura ulaşıncaya kadar onu her gün
banyolardan geçirmektir. Her şiir kendini yeniler durur, ünlü şairlerin çoğu şiiri
de bu yazgıyı yaşamıştır ve zaman içinde değişmiştir. Hatta yayımlanmış ama bir
kitaba girmemiş bir şiiri değiştirmekten çekinmemelidir. Çünkü şiir, okura
kavuştuğu gün, şairin elinde artık
böyle bir olanak kalmayacaktır. Ancak
bu emekle ve özenle tazelenmiş şiirler, okurun koynuna tertemiz, taptaze
girebilir. Şiiri zamana taşımak, ona yeni yorumlar eklemek, yayımlandıktan
sonra artık okurun işidir. Keşke değişik zaman dilimlerinde, ressamlarımız,
böyle bir yorumun peşinde koşup
Nazım’ın “Memleketimden İnsan Manzaraları”nı tuvale dökselerdi. Kim
bilir, o kahramanlar, “Galip Usta, mahkûm Melahat, Çolak İsmail…”ler karşımıza
kaç kılıkla çıkardı? Şiire kim bilir daha ne renkler katılırdı.
Şair,
şiirini yüksek sesle okumayı bir alışkanlığa dönüştürmelidir. Yazılanı önce
kulak duymalıdır. Şiir, hem gördüğüne hem duyduğuna inanmayı gerektirir. Bu
yüzden bir şiirin ilk okuru, daima şairi olmalıdır. Attila İlhan şiirlerinin
başarısının sırrı buradadır. Kendi ifadesine göre, o, şiirlerini, ayakta ve yüksek
sesle söyler; yazmaz, söyler.
Nazım’da şiirlerinin coşkusuna kendini, en çok kaptıran şairlerimizdendir.
Kendişiirini okurken öylesine coşan
bir Behçet Kemal’i tanırım bir Nazım’ı. Mustafa Kemal’in “Şiir yazılmaz, söylenir.” uyarınsa ne demeli, o tam bir strateji
adamı değil midir? Öte yandan Gide de sürekli uyarıyor: “Gecikmeden söyle.”Şiirin
okura dönük yüzü olan doğallığa varmanın bundan başka bir yolu var mı ki?...
Masa başında olmayınca, elime kâğıt kalem almayınca, “Ya söylediklerimi unutursam?” demeyin. Zaten ses ve imge olarak
belleklere kazınmayacak bir şiirin ömrü olmayacaktır.
Şiire düşman aramak için boşuna
zaman harcamaya gerek yok. Onun düşmanı bellidir, modadır. Güzelliğiyle gözleri
kamaştıran o zehirli zakkumu sakın kapıya bastırmayın. Güncel eğilimlere
yarınlarda yer yok; ama yarınlarda Türkçe hep olacak. Ne var ki güncel
eğilimlerin çekiciliği, hepimize zikzaklar çizdiriyor. Şiirine zaman derinliği
kazandırmak için “cürüm, gülfem, hatem,
hezeyan, lal, melul, mevta, muamma, münzevi, zinhar..” gibi sözcüklere
hayran ölüseviciler bir yanda; “ankebut,
kaos, rumeysa, thr cistern, turkish blue..” küresel sözcüklere binip “voyıncır”larla zamanın “karadelik”lerinde kendilerini arayanlar
öte yanda. Telveden bile “fallus”
çıkartan böyleleri, zamanın karadeliklerinden kim bilir daha neler
çıkartırlar?... Zamanıyla uyumsuzluk sorunu yaşayıp da zamana meydan okuyanın
ölümsüzleştiği kim duymuş kim görmüş ki?... Hep merak ederim; bir şiirde özel
adları küçük yazmanın, dizelere küçük harfle başlamanın, noktalama işaretlerini
gereksiz bulmanın, sözcük bir yana heceyi bölmenin şaire ve şiire kazandırdığı
nedir? Bütün bunlar, bana göre olsa olsa şiirde bir çeşit marka arayışı, marka
olma tutkusunun dışavurumu. Oysa günümüzde “alamet-i farika: Köpek Marka”dan
bile bir eser kalmadı. Gerçeği şu ki , Türkçe’nin kendisi bir markadır. Bir
şair için Türkçe’ye saygı, her türlü şiirsel ve sanatsal kaygının üstünde
olmalı. Doğruyu, her yerden kovsanız, şiirden kovamazsınız. Anadili bilinci ve
ona saygıdır, her ulustan şairi bir çağdan öteki çağa taşıyan.***
Herkesin olabilecek bir şiir, “ben” bir yana “sen” bir
yana “o”na yönelmeni yolunu bulan şiirdir. Yoksa benim aşkımdan size, senin
güzelliğinden elâleme ne? Öznesi “ben” olan bir şiir, şairin olur, ama okurun
olmaz.
Böyle bir şiire ulaşmak için, belki de Anday gibi
şairleri izlemek gerekir. Duygudan çok düşünceye
bağlanarak… Ne var ki böyle bir çalışma bile,
yalınlığı ve doğallığı asla kapı
dışı edemez. Benden şair olur mu diyen
dostumun değişik şiirlerinde yer alan “bir
gülüş gibi durdum, çiy tanesi oldum”daki özgünlük ve doğallıkla, “gövdemi soyundum”daki zorlamayı
birbirinden iyi ayırmak gerekiyor. Bütün ustalar gibi kalem bize değil, biz
kaleme söz geçirmeyi bilmeliyiz. Peki böylesi bir disiplinin ve özeleştirinin
kuralı ne: “Kendine yönelmeyi bilmek,
özeleştiriyi sevmek, yazdıklarına asla acımamak.” Beğenmediğimiz halde,
bugün yırtıp atmadığımızı, gerçek okur, yırtmakla kalmaz, önümüze önümüze atar.
Şiir merdivenini tırmanırken, aman kolumuzda nefes darlığına uğramış şiirler
bulunmamalı. Böyle bir yükü taşımak durumda kalan her şair, kendi şiirini
çiğnemek, hatta şiirle vakitsiz helalaşmak zorunda kalır. İnancım o ki, şairlik
Tanrı vergisi yetenekle değil, alın teriyle doğrudan ilişkilidir. Hem sanatta
mükemmelliğe ne zaman ulaşılmış ki. Sadece kalemimizde mürekkep kurumasın
yeter. Yoksa söz gelip dayanır Ali
Püsküllüoğlu’nun ‘Çalımlı Sözler Kitabı’ndaki o ince kinayeye: Övünmek gibi
olmasın, ben iyi şiir yazarım.
1. Açıklamalı, Notlu Divan Şiiri Antolojisi,
Halil Erdoğan Cengiz, Turhan Yay. 1967 2. Ahmet Haşim, Haz. Şerif Hulusi, Bilgi
Yay. 2. Basım 1967 (20.-46. sayfalar arası) 3. Aşk Tahtı, İlhan Berk, Yapı Kredi
Yayınları 1999 (363-384 arası, Şiirin Gizli Tarihi) 4. Bir Şiirden, Turgut Uyar, Ada Yay. 1983 5. Buluşma, Sabahattin kudret Aksal, Cem
Yayınevi 1990 (Şiir Üstüne Notlar, 132-137 arası) 6. Cumhuriyet Döneminden Bugüne Örneklerle
Şiir Çözümlemeleri, Prof. Dr.
Doğan Aksan, Bilgi Yayınevi 200323. 7. Genç Bir Şaire Mektuplar, Rainer-Maria
Rilke, Çev.: Melahat Özgü, Remzi Kitabevi 2. Baskı 1963 8. Gösterge Avcıları I. Mehmet Rifat 2.
Baskı Om yayınları 2000 9. Melih Cevdet Anday - Bütün Yüzyılları
Yaşadım-, Alkım yay. 2004 (Bilkent Üniversitesi 10. ÖrneklerleEdebiyat Bilgileri I, Cevdet Kudret,
İnkılap ve Aka 1980 11. Örneklerle Türk
Şiir Bilgisi, Cem Dilçin, TDK Yayınları 1983 12. Poetika,
Aristoteles, çev. İsmail Tunalı, Remzi Kitabevi, 10. Basım 2002 13. Saf Şiir Yoktur,
de Yayınevi, 1984 (Derleme) 14. Sokağa Açılan
Kapı, Şavkar Altıner, Yapı Kredi Yayınları 2003 15. Şiir Boşuna
Yazılmış Olmayacak, Pablo Neruda, Çev.:Nesrin Araman, de Yayınevi, 2.Baskı 1985 16. Şiir Çünkü Şiir,
Ramis Dara, Broy Yayınları , 1998 17. Şiir Dili ve
Türk Şiir Dili, Prof. Dr. Doğan Aksan, 1993 18. Şiirin
Dili-Anadil, Ataol Behramoğlu, Adam Yayınları 1995 19. Şiirin İlkeleri,
Salah Birsel, Broy Yay. 4. Baskı 1986 20. Şiir Nasıl
Yazılır, Mayakovski,Çev: Yurdanur
Salman Yaşantı Yay. 2. Baskı 1983 21. Şiir Okuma Kılavuzu,
İsmet Özel, Oğlak Yayıncılık 1994 22. Şiir Sanatı,
Erdoğan Aklan, İnkılap Kitabevi, 2005 23. Şiir Sanatı,
Haz.: Yaşar Nabi, Varlık Yayınları 2. Baskı 1958 24. Şiir Üzerine
Araştırmalar, Yaşantı Yayınları 1982 (Derleme) 25. Şiir Üzerine
Notlar, Gülten Akın, Yapı Kredi Yayınları, 3. Basım 2004 26. Şiir ve
İdeoloji, Enis Batur, Mitos Yay. 2. Baskı 1993 27. Şiir ve
Psikiyatri Kavşağında, Yusuf Alper, okuyanus Yay. 2001 28. Şiir Yazıları,
Fethi Naci, İyi Şeyler Yayıncılık 1997 29. Yalvaçlar ve
Biliciler, Mehmet H. Doğan, Dünya Kitapları 2004 28. 70 Kuşağı
Şiirimizi Tartışıyor, Mehmet Yaşar Bilen, Yaba Yay. 1985
**Çiğdem
Altınöz, Şairin tek kitabı var: Ben Yağmurum, 1999 ***Tahsin Şimşek, Külaltı Söz, Etki
Yayınları 1995 (Şiir Emeği, sayfa 62)
afrodisyas-sanat Edebiyat, Sanat ve KültUr Dergisi İki ayda bir
yayınlanır
ISSN: 1307-2560 Ederi: 5 YTl Kdv Dahil) Cilt: lYıl:lSayı: l Ocuk-Şubat 2007 Karacasu Geliştirme ve Eğitim Vakfı Adına Sahibi: Prof.
Dr. A. Ali Küpelioğlu Sorumlu Yazı isleri Müdürü: Tahsin
Şimşek Yayın Yönetmeni: Ahmet
Zeki Muslu Yazışma Adresleri:
Tahsin Şimşek Aydoğdu Mah. 346. Suk. No:16
e-ileti: tahsin.simsek@mynet.com Öğretmen Evleri 3. Blok 09 800 Nazilli/ Aydın Ahmet Zeki Muslu PK.76Aydın e-ileti: azekimmuslu@gmail.com