1900 - 2000 Yüzyılın Türk Şiiri (II)  








Edebiyat-ı Cedide'yi, bir başka adıyla, Servel-i Fûnun Edebiyan'nı, Tanzimatla birlikte başlayan
başlayan değişmenin, eski-yeni çatışmasının bir devamı sayabiliriz. Aslında 1896-1901 arasında beş altı yıllık bir dönemi kapsamasına ve 1901'de Servet-i Fûnun dergisinin hükümetçe kapatılmasından sonra dağılmasına, üyelerinin 1908'e kadar uzun bir suskunluk dönemine girmelerine karsın Edebiyat-ı Cedide hareketi, edebiyatta ve şiiirde etkisi Yirminci Yüzyıl'a uzanan gerçek yeniliklerin başlatıcısı olmuştur. Örneğin, romanda Halil Ziya, Mehmet Rauf, şiirdeyse Tevfik Fikret ve Cenab Sahabettin...

"Edebiyat-ı Cedide sanatçıları şiirde, Abdûlhak Hâmid'in biçim yenilikleri­ni daha değişik alanlara götürerek, eski nazım biçimleriyle ilgiyi kesinlikle kopardılar. Batı nazım biçimlerinden sonnet ile, aruz ölçüsünün bütün kalıplarıy­la uyguladıkları "müstezat", dönemin en sevilen nazım biçimi oldu. Böylece 'bütün' güzelliğini öngören bir şiir anlayışına varıldı... Şiire değişik konu ve tema­lar girdi. Sanatçının içinde yaşadığı dünyanın öteki insanlarını (hasta çocukları, balıkçıları, dilencileri) duyması, şiirin giderek ilkel bir gerçekçiliğe bağlı top­lumsal öz'ler kazanmasına yol açtı."5

Edebiyat-ı Cedide hareketine katılanların çoğunluğu şair olmasına karşın (Tevfik Fikret, Cenab Sahabettin, Hüseyin Suat, Ali Ekrem, Faik Âli, Süleyman Nazif, Süleyman Nesip, Ahmet Reşit, Celâl Sahir) Tevfik Fikret ile, bir dereceye kadar, Cenab Sahabettin dışındakiler şiirde özgün ve kalıcı bir ses geliştiremedi ya başka alanlara kaydı ya da silinip gittiler.

1908 sonrası, Abdülhamit'in baskı döneminden kurtulan edebiyat için nerdeyse bir yeniden boy atma dönemidir. Tanpınar'ın sözleriyle söylersek, Türk edebiyatı baskı döneminin zorladığı "estetizm ve bedbinlikten çıkar ve İmpara­torluğu sarsan hâdiselerin ve köklü mes'elelerin içine girer." (a.g.y., s. 107)

Aslında bu 'köklü mes'eleler', İmparatorluğun dağılma sürecinin ortaya çı­kardığı İslamcılık, Ulusçuluk, Batıcılık gibi üç büyük akım çevresinde toplanan grupların çatışmalarından, etkinliklerinden başka bir şey değildir. Bunlara şiir­den bir örnek verecek olursak, akla ilk gelen, "garpçılık ve medeniyetçilik" ide­olojisini tutan Tevfik Fikret'le, İslamcı ve muhafazakâr Mehmet Akif in çatışma­larıdır. Yalnızca II. Abdülhamit'in zorba yönetimine değil, aynı zamanda başlan­gıçta umutla desteklediği İttihat ve Terakki'cilere de karşı çıkan Tevfik Fikret, el­den ele, dilden dile dolaşan şiirleriyle yeniden özgürlükçü düşüncenin 'sesi' olur. Ona göre kurtuluşa, zorbalığın yenilmesi, yasanın egemen kılınması ve çağdaş toplumsal düşüncenin yaygınlık kazanmasıyla kavuşulacaktır. Aynı şe­kilde Osmanlıcılıktan umudunu kesen Mehmet Akif ise kurtuluşu İslamcılıkta: Batı'ya açılan pencerenin daraltılmasıyla "dini şuurun uyanmasında ve dini bir­liğin sağlanmasında" yani "bütün Müslümanların birleşmesi"nde görür.6

1903-1912 arasındaki yılları Paris'te geçiren Yahya Kemal, bu uzun yıllar içersinde hem "Paris öncesi Hâmid ve Servet-i Fünun şiirinin etkisinden kendi­sini kurtarma" hem de "klasik divan şiirimizi Batı şiirindeki bütünlük anlayışıy­la ele alma" (bkz. Necatigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü), gerek 'medeniyet' düşüncesinde gerekse şiir anlayışında bir birleşime varma olanağını bulmuştur. Onun esas fikrini "millî hayat, dokunulmaması yahut kendi tabiî gelişmesine müdahale edilmemesi lâzım gelen bir sentezdir" biçiminde özetleyen Tanpınar, onu bir neo-klasik şair saymaktadır. "On altıncı, on yedinci ve on sekizinci yüz­yıl şâirlerinden (Baki, Fuzulî, Nailî, Nedim ve Gâlib'den) ve halk şiirimizden seçtiği, her konuşmasında tekrarladığı mısralarla eski şiirin ve millî dehanın da­yandığı lirizmi gösterdi ve bu cins eserlerle Garp şiirinin arasında öyle sanıldı­ğı gibi büyük bir fark olmadığını anlattı. Kendi şiiri de dionysiaque neş'esi ve melankolisiyle, geniş sesiyle çok saflaştırdığı diline ve temlerinin büsbütün yeniliğine rağmen, bizzat değerlendirdiği bu eski şiirin bir devamı olduğu hissim verir. Böylece onun eserinde elli senelik bir kopuştan sonra Türk şiiri büyük ve esaslı çizgilerinde tekrar birleşmiş olur." (Tanpınar, a.g.y., s. 112)




       Y. K. Beyatlı                     T. Fikret                   M. E. Yurdakul


Şiirde, edebiyatta 'ekol' düşüncesini kabul etmeyen Yahya Kemal, kurtuluşu "mektepten memlekete" dönmekte buluyordu. "Türkün evde ve sokakta konuş­tuğu dille", hem de aruz vezninde şiirler yazmanın pekâla mümkün olabileceği­ni gösteren bir yol açıcı olan Yahya Kemal, Türk şiirinde geçmişle gelecek arasın­da bir köprü olmuştur. Kendi sözleriyle söylersek, "Kökü mazide olan bir ati."


1910'dan sonra Genç Kalemler, Türk Yurdu, Yeni Mecmua gibi dergilerin ya­yımlanmaya başlamasıyla birlikte hızlanacak olan Türkçülük, Batıcılık gibi akımlar, şiirde milli konulara eğilme, dilde sadeleşme, yazı dili-konuşma dili ikiliğinin aşılması, aruz-hece çatışması bağlamında Milli Edebiyat kavramını or­taya çıkaracaktır.

Milli Edebiyat'a geçmeden önce, adı çok bilinen, ama edebiyatımızda rolü ve etkisi fazla olmayan kısa süreli Fecr-i Âti akımına da değinmek gerekir.

Servet-i fünün dergisinin 11 Şubat 1909 tarihli sayısında yayımlanan bir bil­diriyle yazın sahnesine çıkan Fecr-i Âti'çilerin kimler olduğunu, ne amaçla orta­ya atıldıklarını Hasan Âli Yücel'in anılarından okuyalım:

"Bu beyanname, 1908 inkılâbının hürriyet havası içinde 20 ile 30 yaş arasın­daki yeni bir aydın gençliğin hudutsuz bir dilek ve sanat vatanseverliği ile bir araya geldiklerini, 'sanat şahsi ve muhteremdir' sözüyle bir nevi ferdiyetçiliği be­nimsediklerini, sanatı sanat olarak alıp güzeli ifadede kendilerini tam serbest bildiklerini, geri kalmış Osmanlı cemiyetinin ancak ilim ve sanat yoluyla ilerle­yip yükselebileceği hakkındaki imanları göstermektedir. Onlardaki hürlük ve eşitlik fikrinin kuvvetini, aralarında fark görmeyerek isimlerinin baş harfleri sırasıyle (tabii Arap harflerine göre) Beyannameyi imzalayışlarında da görürüz. Anlaşılıyor ki, bu gençler Academie Goncourt gibi Fransız modeline göre bir ku­rum vücuda getirmek istemişlerdir."7

Bildirinin altında, şair olarak Ahmet Haşim, Ali Canip (Yöntem), Mehmet Behçet (Yazar), Tahsin Nahid ve Emin Bülent (Serdaroğlu) adlarını görüyoruz. Grup, bildirideki bütün ilerici savlara, bütün sanat sevgisine karşın fazla bir şey yapamadan kısa zamanda dağıldı. Bugün Fecr-i Âti denince, şiirde yalnızca bir şair adı: Ahmet Haşim, bir de o günler için bir hayli ileri bir savsöz gelmektedir akla: "sanat şahsi ve muhteremdir."

Ahmet Haşim'in Fecr-i Âti içindeki yeri edebiyat tarihçileri için bir tartışma konusu olmuştur. Onun, Fecr-i Âti toplantılarından yalnızca birine katıldığını, bildirinin altında imzası bile olmadığını ileri sürüp Fecr-i Âtici saymayanlar olduğu gibi, 'Hâşim'in ve Tahsin Nahid'in şiirlerini Fecr-i Âti estetiğine örnek olarak gösterenler (Fuat Köprülü), hatta hareketin tek temsilcisi sayanlar (İsmail-Habib) da vardır. İsmail Habib, Ahmet Hâşim'den söz ederken şunları yaz­maktadır: "Fecr-i Âti'nin fanî pembeliğinde yalnız üç kıymet parıldadı. Erenlerin Bağından nâsiriyle Memleket Hikâyeleri artisti ayrılınca, o fecrin bütün renk ve siyasını Göl Saatleri şairi topladı diyebiliriz. O ismin bu şairden başka müsemması yoktur."8

Piyale kitabının başına koyduğu Şiir hakkında bazı mülahazalar adlı yazısında "Şair ne bir hakikat habercisi, ne belâgatlı bir insan, ne de bir kanun yapıcıdır. Şâirin lisânı, 'nesir' gibi anlaşılmak için değil, fakat duyulmak üzere vücûd bul­muş, mûsiki ile söz arasında, sözden ziyade mûsikiye yakın, ortaklaşa dildir" diyerek daha o zaman bugün için de geçerli olacak bir şiir tanımına ulaşmış olan Ahmet Hâşim, az şiir yazmasına, şiiriyle büyük bir okur kitlesine ulaşamamış olmasına karşın, Yahya Kemal'le birlikte Modern Şiirimizin kurucularından, ya­pı taşlarından biri olmuştur. Bu nedenle onu, çok kısa sürmüş ve onu bütün şi­iriyle kucaklamayan bir akımın içine hapsetmek, Hâşim'e haksızlık olurdu. As­lında Hâşim, Türk şiirinin Batı şiiriyle ilk gerçek karşılaşmasıdır.

1910'lardan başlayarak Türk şiiri, Balkan yenilgisinden sonra o zaman için yeni bir kavram olan ulusçuluk bilincinin uyanmasıyla, daha sonra da uluslaş­ma (ümmet temelinden ulus temeline geçme) çabalarının sonucu yeni bir devle­tin kurulmasıyla iki önemli açılım göstermiş, Divan şiirinin ölçüsü Aruz terk edilip Halk şiirinin Hece ölçüsüne dönüş, bunun doğal ve zorunlu sonucu ola­rak dilde özleşme hareketleri hızlanmıştır.



                                                 A. C. Yöntem                 M. A. Ersoy                    A. Haşim

Öte yandan, hece vezni, "milli dil, milli gramer, milli ifade" arayışlarının bu tarihten çok daha önceleri başlamış olduğu da bir gerçek. Mehmet Emin'in Türkçe Şiirlefinin basım tarihi 1898'dir. Bugün orta yaşın üzerindekilerin, okuma kitaplarından hemen anımsayacakları, ezbere bildikleri "Ben bir Türk'üm dinim cinsim uludur / Sinem özüm ateş ile doludur" dizeleriyle başlayan "Cenge Gider­ken" adlı şiir Mehmet Emin'in yazdığı ilk hece şiiridir. Daha sonra onun da etkisi altında kalarak saz ve tekke şiiri geleneği ile koşmalar yazan Rıza Tevfik var.

Mehmet Emin 1898'de yayımladığı Türkçe Şiirler'le büyük ilgi topladı. Ablülhak Hâmid, Tevfik Fikret gibi çağdaşı şairler bile kendilerine uzak buldukları bu şiirin halk üzerindeki etkisini ve başarısını kabul etmek zorunda kaldılar. “Şemsettin Sami Türkçe Şiirler'i gelecekteki Türk edebiyatının temel taşı olarak niteledi." (Şükran Kurdakul, a.g.y., s. 108) Batılı edebiyat araştırmacıları, kitabı yeni bir şiirin doğuşu olarak selamladı. İttihat ve Terakki, daha sonra da Anado­lu'daki siyasiler de Türkçe Şiirler'de kitleleri kurtuluş yönünde harekete geçire­cek bir güç buldular. Mehmet Emin, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı süresince ulusal uyanış hareketini ve kurtuluşu destekleyen, halkın moral gücünü yükselten şiir kitaplarıyla 'Milli Şair'7 unvanını kazandı. Şiir yeteneğinin olanca kıtlığına karşın bu kadar ünlenmesini, ilk kez öztürkçeyle ve halk şiiri ölçüsün­de, halkın duygularını okşayan, coşturan şiirler yazmasına borçludur. Daha son­ra sular durulup da şiirlerine daha soğukkanlılıkla bakıldığında bunlardaki sığ­lık, bir ölçüde yapmacıklık görüldüğünde bu unvana ve Mehmed Emin'in şair­liğine karşı çıkılacaktır. Nâzım Hikmet'in saldırdığı 'putlar'dan biri de Mehmet Emin olacaktır. Tanpınar, şair olarak Mehmet Emin'i "Türk şiirinin çok zengin ve zevkli geleneğine tamamiyle yabancı" bulacaktır. Ama bunu daha 1918'de görenler de vardır. Ahmet Haşim, Ruşen Eşref Ünaydın'la yaptığı konuşmada, "Hece vezniyle benim anladığım milli şiiri yalnızca iki kişi yazmıştır: Filozof Rı­za Tevfik Bey ve İhsan Raif Hanımefendi" diyor.9

Yeni bir ulusun ve devletin oluşum sürecinde toparlayıcı bir işleve sahip Milli Edebiyat hareketi içinde, dilde özleşme ve hece şiiri atılımının asıl etkin ol­duğu yer, Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Ali Canip (Yöntem) yönetimindeki Genç Kalemler (1910-1912) dergisiydi.

Tanpınar hece şiirinin yaygınlaşmasında bir başka önemli noktaya daha işa­ret etmektedir: "1913 yılında Edebiyat Fakültesi'nde Profesör olan Fuad Köprü­lü'nün yine o yıllarda XIV. asrın büyük mutasavvıf şâiri Yunus Emre üzerinde yaptığı tetkikler de bu cereyanı, tarihini meydana çıkarmak suretiyle kuvvetlendirir." (Tanpınar, a.g.y., s. 108)

Hece ölçüsündeki şiirlerinden çok, Türk milliyetçiliği üzerine düşünceleri ve yazıları, kullandığı dil, yazında ve düşüncede "halka doğru" ilkesiyle etkin olan Ziya Gökalp, hece ölçüsündeki ilk öztürkçe şiirlerini Genç Kalemler'de ya­yımlamıştır. Ziya Gökalp'in bir yol açıcı olarak bir başka işlevi de, daha önce dergilerde aruz vezniyle şiirler yayımlayan genç yetenekleri Genç Kalemler, Türk Yurdu... vb. dergilerde toplaması olmuştur. Sonradan Hecenin Beş Şairi ya da Beş Hececiler diye anılacak olan Halit Fahri, Yusuf Ziya, Orhan Seyfi, Enis Behiç ve Faruk Nafiz gibi daha önce aruzla şiirler yazan, genç yaşta ünlenmiş şairleri bu dergilere çeken, aruzu terk edip hece ölçüsünde şiirler yazmaya çağıran, özendiren Ziya Gökalp'tir.

Ulus temelinde yeni kurulmakta olan devletin halkına, Arapça-Farsça-Türkçe karışımı Osmanlıca yerine kendi dilinde, Türkçe'nin seslerine uymayan aruz ölçüsü yerine Anadolu halkının yüzyıllardır kullandığı hece ölçüsünde ya­zılmış şiirler yoluyla yeni bir bilinç verilecek, "milliyetçilik şuuru" aşılanacaktır.





Kaynak:
YÜZYILIN TÜRK ŞİİRİ 1900-2000
CİLT I -  359 SAYFA
Takım No: 975-08-0252-7
ISBN 975-08-0252-5


 



Notlar

5 Kurdakul, a.g.y. s. 30.
6 Kenan Akyüz, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi, s. 548,4. basım, 1986.
7 Hasan-Âli Yücel, Edebiyat Tarihimizden, s. 47,1989.
8 Alıntılar için bkz. M. Orhan Okay, Kaşgar, Sayı 10, Temmuz 1999.
9 Ruşen Eşref Ünaydın, Diyorlar ki..., s. 263, yeni basım 1972.
      

                                                    

  
 Mehmet H. Doğan
 H@vuz Yayınları'ndan Yayımlanmış Kitaplar