Tarihte ve bugün,
hakarete ve soruşturmaya uğrayan, ceza ve işkence gören, idam edilen ya da
eller üstünde taşınan ve baştacı edilen birçok insan "aydın" sınıfı
içerisinde değerlendirildi. Toplumun bir kısmı bunların aydın olduğunu savundu,
diğer bir kısmı ise onları toplum ve sistem düşmanı olarak gördü. Tartışmanın
ardı arkası kesilmedi. Bugün birçok ülkede aydın, uluslararası adlandırılması
ile "entelektüel" terimi hâlâ tartışmalıdır. Hatta bir ülkedeki bir
aydın, diğer bir ülkedeki insanların önemli bir kısmı için bozguncudur.
Bu yazıyı yazarken ve değişik
zamanlarda, bilim adamı statüsünden maaş alan, önemli bir kısmı yabancı
ülkelerde eğitim görmüş ve doktora yapmış onlarca, hatta yüzlerce dosta,
arkadaşa, meslektaşa "aydın kelimesinden ne anlıyorsunuz? "sorusunu
yönelttim. Aldığım yanıtlardan, doğrusu, ortak bir öz ya da fikir çıkaramadım. Son
zamanlarda basında, üniversite hocalarını kast ederek “aydınlar da türbanın
serbest bırakılmasına destek sağladılar” diyerek, sanki üniversite hocalarının
hepsi aydınmış gibi bir görüntü yaratmış buluyorlar. Kural olarak hepsi,
bilgili olmayla aydın olmayı özdeşleştiriyordu. Bilgili olmanın aydın olmanın
temel koşulu olduğuna inanıyorlardı. Daha sonra, halk arasında zaman zaman
duyduğumuz, "çoban; ama aydın bir kişi, tahsili yok; ama aydın bir
kişi" gibi tanımlamaların ne anlama geldiğini sorunca, ayrıcasız hepsinin
afalladığını gözledim... Bu soruları kendime sorduğumda, bu sefer şaşkınlık
sırası bana gelmişti. Çünkü, aydın kelimesini ağzından bırakmayan ben ve benim
gibi insanlar, gerçekte aydın konusunda ortak bir fikre sahip değildik.
Ayaküstü hemen açıklamaya çalışanlar da ciddi değildi...
Aydın nedir diye? Tartışmayı çok
severiz. Ama fikrini söyleyene de hemen itiraz ederiz. Aydının bir özelliğinin,
belki de ilk olması gereken özelliğinin, düşünceyi ciddiye almak olduğunu
düşünmeyiz. İkinci özelliğinin ise, düşüncesi ve varsayımları ile tutarlı
olması, düşüncesinin kendini götürdüğü yere korkmadan gidebilmesi,
çelişkilerden sakınabilmesi, yanılgılarını çekinmeden açıklayabilmesi
olmalıdır. Bir anlamda "düşünce
namusu ve dürüstlüğü" aydın olma niteliğinin ilk belirleyici
unsurudur.
"Şu anda ülkenizde aydın olarak
gördüğünüz ilk 10 insanın adını verebilir misiniz?" şeklindeki bir sorunun
yanıtlarında, ortak bir isim çıkmadığı gibi, 10 rakamına da hiç bir zaman ulaşıldığını
görmedim. En ilginci de, son 40 yıldır bizi yöneten politikacıların hiçbirinin
bu sıralamaya sokulmamasıydı... Ailenizde aydın var mı? Sorusunu ise çoğunluk
"hayır" diye yanıtladı. Acaba gerçekten bu toplum aydının ne olup
olmadığını mı bilmiyor, yoksa, toplumda özlenen ya da hayal edilen aydın sayısı
sayılamayacak kadar mı az? Lütfen bu soruları bir de kendinize sorun!
Pekâlâ, tanımlayamadığımız; fakat baş tacı
ettiğimiz ya da eziyet ettiğimiz "aydın"ın gerçekte niteliği nedir?
Bir kısmı için bilgili olma, bir kısmı için uyumlu olma, bir kısmı için
yaratıcı olma, bir kısmı için akıllı olma, bir kısmı için paylaşımcı olma, bir
kısmı için dünyadaki gelişmelerden haberdar olma; bir kısmı için aksayan düzene
korkusuzca karşı çıkma, bir kısmı için düzeni değiştirme, birçoğu için de bu
niteliklerin değişik şekillerdeki kombinasyonuna sahip olmadır.
Fakat bilgi birikimi olmayan dağdaki
çobanın, sadece motordan anlayan bir ustanın, ticaretle uğraşan bir tüccarın,
vs.nin de aydın olarak tanımlandığı bilinmektedir. Buna karşılık, kendi
konusunda becerikli ve ilgili bir cerrahın, iyi bir mühendisin, çok iyi şarkı
söyleyen bir ses sanatkârının ya da çok iyi yüzen bir sporcunun, kendi
konusunda bilgi sahibi bir öğretim üyesinin, her zaman aydın olamayacağı da
bilinmektedir. Demek ki bilgi sahibi olma ya da yetenekli olma, aydın olma için
zorunlu bir koşul değildir. Eğer öyle olmuş olsaydı, atomu parçalayan
Openheimer, Rusya'yı Rusya yapan Petro, müzik dünyasının ilahı Mozart,
peygamberlerin tümü, matematikte ünlü eşitlikleri bulanlar, DNA'nın yapısını
açıklayan Watson ve Crick, İstiklal marşımızı yazan eşsiz şiir dehası Mehmet
Akif, tartışmasız aydın olarak kabul edilecekti. Oysa edilmiyorlar... edilseler
de bu fikir; ancak bazıları tarafından benimseniyor...
O zaman aydın kavramının, ait olduğu
toplumun yapısına bırakılmaksızın, ayrı bir nitelik olarak incelenmesi gerekir.
Belki de bunları, bir ormanda yücelmiş dev bir ağaç ya da çıplak bir dağın
başında tutunmuş bir ardıç, bir çölde vaha olarak görmek gerekir. Aydındaki
meziyetler sayılabilir; fakat ölçülemez. Bu nedenle de aydını bilim adamından,
bilgili adamdan farklı olarak ele almak gerekir. Bilgi az olabilir; fakat
niteliklerin kombinasyonu onu aydın yapar. Bu bir alan bilgisiyle ya da meslek
grubuyla sınırlı olmadığı için tanımı zordur. Bir ormanda göze çarpan bazı
ağaçlar vardır, bir stepte göze çarpan güzel bitkiler vardır, bir çölde farklı
bir geven vardır. Her biri kendi ortamında diğerlerinden farklı ve güzel bir
görünüme sahiptir. İşte aydın da farklı kategorilerde yer almış değerli
insanların tanımı için kullanılır. Eğer bu nitelikler bilgiyle de
desteklenirse, aydının etkinliği ve dolayısıyla göreceli olarak değeri artar.
Aydını, bugün yaşadığımız çok ilginç tartışmalar bağlamında, özellikle
üniversitelerdeki bir kısım öğretim üyelerinin turbanı tehlike, bir kısmının da
özgürlüğe atılmış bir adım olarak görme bağlamında yeniden tanımlamaya
kalkışırsak:
Dogmatik (koşullanmış) duygulardan
kurtulmuş ya da kalıtsal olarak bu yapıda olmayan, kendisi uygulasa da
uygulamasa da yeniliklere açık olan, bir sorunun nedenini araştıran, bilgi
toplayan, öğrendiklerini çevresindekilere yaymaya çalışan ve onlarla paylaşan,
düşüncelerini özgürce savunan, baskıcı ve çıkarcı idari sistemlere karşı
uygarca ve cesurca karşı koyabilen, toplumun çıkarı için kendi çıkarlarından
ödün verebilen, edindiği bilgiler ile doğru varsayımlar kurabilen ve yargıya
ulaşan, yeni bilgilerin ışığı altında kazanmış olduğu eski ya da yanlış düşünce
ve tavrını değiştirebilen, başka insanların yanılgılarına da hoşgörülü
olabilen, ... kişi aydın olarak nitelendirilebilir.
Bilgisini sadece kendisine saklayan bir
hekimin, bilgisini üstünlük kurmak için kullanan bir politikacının, çıkar
sağlamak için çağdışı öğretileri devam ettirenlerin, kendini doğrudan
ilgilendirmeyen konularda fikir ve bilgi edinmeye çaba göstermeyenlerin ve
insan soyunun geleceğini ve çeşitliliğini tehlikeye düşürecek her türlü eyleme
destek verenlerin, kazanılmış kültürel aydınlığı karanlığa çevirenlerin aydın
olarak nitelenmesi düşünülemez.
Türban ile ilgili tartışmalarda,
üniversitelerdeki öğretim üyelerinin taraf olması doğaldır; ister yanılmış
olsunlar isterse doğruyu savunsunlar. Ancak, öğretim üyelerinin destek
sağlaması, başak bir kesimin destek sağlamasından farklı bir olgudur. Çünkü
öğretim üyesi, eğer üç kağıtçılık yaparak ya da siyasi görüşü nedeniyle yandaş
bulup o unvanları kazanmamış ise, analistik düşünen insan demektir. Her kesim,
öğretim üyelerinin açıklamalarına kulak vermek zorundadır. Acaba, bu son
gelişmelerde, böyle bir analistik yargı olmuş mudur? İlk bakışta birileri,
ister körü körüne olsun ister masum bir inanç nedeniyle olsun, başlarını örtmek
isteyenlere destek vermeyi aydın olmanın bir unsuru olarak düşünebilir; bu
düşüncesinde de haklı görülmelidir. Ancak, aydının toplumu ve geleceği
düşünmesi gibi bir sorumluluğu da vardır. Diyelim ki imza toplayarak, mecliste
çoğunluğu sağlayan ve dediğim dedik diyen bir ziyniyete, içtenlikle ya da körü
körüne destek sağlıyorlar. O zaman, bilim adamı kadrosundan maaş alan bu
kesimin şu evrensel hesabı da yapması gerekiyordu. En azından bir matematik
profesörü olan aydın bir düşünürün oğlu, bu hesabı yapabilmeliydi. Diğerlerinin
hesabı yetmiyor olsa dahi, bu matematik profesörünün hesapta hata yapacağını
düşünemeyiz. Basit bir mantık, 2 X 2 = 4; bu gerçekten böylemidir? Olabilir de
olmayabilir de… Yani türbanın serbest bırakılması bir özgürlük simgesi olabilir
de olmayabilir de… O zaman işlemin tersini yaparak bunun doğruluğunu sınamaya
girişiriz, yani 4’ü 2’ye böleriz. 4/2 = 2 çıkınca da doğruluğu onaylanmış olur.
Aynı mantıkla, turban bir özgürlük simgesi ya da aracı ise, bunun tersi de
doğrudur; yani başörtüsü ya da türbanın toplumsal simge ya da zorunlu giyim
aracı olduğu toplumlarda özgürlükçü düşünce yaygındır. Şimdi imza toplayan
meslektaşlarım özellikle bu matematik profesörümüze soruyorum. Başını örtüp,
turban takıp da özgür düşünceye ulaşmış bir ülke ya da topluluk tanıyor musunuz?
Yaklaşık 58 Müslüman ülkede – ki bunların hemen hepsinde türban ya da benzeri
örtü zorunludur- özgür düşünce yaygın mıdır? Irkı, coğrafik yapısı, geçirmiş
olduğu tarihi süreci, dili farklı olan bu kadar ülkede nasıl oluyor da, her defasında
turban = cahillik, despotizm, anti-özgürlük, bilimdışlılık, yalancılık,
dolandırıcılık yaygındır. Sayın matematik profesörümüz bu eşitliğin bir
rastlantı olduğunu ileri sürebilir mi? Süremiyorsa ya da kendine göre
–dogmalarını değil, aklını kullanabilen insanları- ikna edecek bir açıklama
yapamaz ise, bu bulunduğu toplumu bile bile uçurama sürüklemek demektir. Bu tip
insanların tanımını da benim yapmama gerek yok, bir vatanperver ve bir düşünür
olan babası zaten yapmıştı…
Türbanperest
bu öğretim üyeleri aklını
kullananlara ve olaylara analistik gözle bakanlara
–ötekilere- olmasa dahi
kendilerine şu hususları da açıklamak zorundalar. Eğer,
gerçekten dini
inançları nedeniyle bir kesim giyim, kuşam ve diğer hususları,
inançlarının
gereği gibi yaşamak istiyorlarsa ve bunda da ısrarlı olmak hakları ise,
önümüzdeki günlerde bunların şu isteklerine de, bu
–özgürlükçü öğretim üyesi
kardeşlerimiz- bir çözüm bulmuş olmalıdırlar. Bunu bir
öğretim üyesi olarak
örenmek isterim.
Dini kitabın (bu Kuran da olabilir,
Tevrat da olabilir, İncil de olabilir) içeriği tanrı kelamı olduğuna göre, hiç
bir insanı kural bu kitabın ilkelerinin üzerine çıkamaz. Eğer bir insanın
üniversitede dini inancını aynen koruyarak eğitilmesi isteniyorsa, bu kesimin
bize eğitim ve öğretim sırasında şu hususları yönetmesi ve talep etmesi de
kesinlikle hakları olacaktır.
Kuran’da miras hukuku vardır. Bayanlar gayrimenkulden
pay alamazlar. O halde miras hukukunu ben Kabul etmiyorum ve okumak istemiyorum
diyebilir
Kuran’da 40 miskal altın ya da gümüş
karşılığı kazancın yıllık ödenmesi gereken zekâtı, bir miskaldir; yani %2,5’luk
bir çeşit ödenti. O zaman, bu öğrenciler de bize şu soruyu yönetebilirler; bir
tanrı oranı varken, siz ne hakla, %18 KDV ya da bilmem ne oranlarında vergi
hukukunu bana okutup ya da talep ediyorsunuz?
Kuran’da insanlar kaderi-alın yazıları
ile birlikte yaratıldıklarına göre, siz hangi hakla bir ceni üzerinde
iyileştirme operasyonunu giriyorsunuz? Bunu şiddetle ret ediyor, genetik ıslahı
ve biyoteknolojik uygulamaları öğrenmek istemiyoruz derlerse ne diyeceksiniz?
Bugün dünyanın gelişmiş
üniversitelerinin hemen hepsinde öğretilmesi zorunlu evrim konusu, yaratılış
inancımız nedeniyle yasaklanmalıdır derse ne diyeceksiniz?
Zina yapanlar recm (taşlanarak öldürme)
edilmelidir derlerse (AKP, inancımıza aykırı olarak zinayı serbest bırakan
yasal düzenlemeyi yapmış olmasına karşın) edilmeli, hırsızlık yapanların kolu
kesilmeli der ve ben sizin ceza hukukunuzu kabul etmiyorum ve öğrenmek de
istemiyorum, benim inançlarım, sizin kurallarınızdan daha evrenseldir ve
tanrısaldır derse ne diyeceksiniz? Örtüsüne evet dediğiniz bu çocuklarımızın,
kutsal kitapta yazılı buyruklara hayır demesini mi öğütleyeceksiniz? Birileri
hayal görüyor… Aydın hayal görmez, geleceğini de hayallere oturtmaz. Aydın,
geleceği görerek önlemini alan insanın tanımıdır… Üniversiteler de bilgili,
eğitilmiş, aydın insanların bulunduğu kurumlardır… Çağdışların değil…
Önümüzdeki
yüzyıl, dogmatik kalıpların
batağında yüzen değil, bilgi birikimi sağlanmış, yeterince beceri
kazandırılmış,
kendi kısa vadeli çıkarlarını toplumun çıkarından
önde görmeyen, tarihten gelen
tortulardan arınmış "aydın" insanların dünyası ve egemenliği
olacaktır. Bunun dışında kalanların ise yaşama şansı olmayacaktır.
Dünya olanak
bakımından, sayısız insana değil, nitelikli insanlara yuva olacak kadar
küçülmüştür. Bunu, bugüne kadar doğal
seçilim yürütmüştür;
önümüzdeki yüzyıldan
sonra ise yapay seçilim yürütecektir. Hazırlıklı
olmayan toplumların ve
bireylerin alacakları yaraları bir uyarı olarak bildirmek, benim
bilimsel
görevimdir. Dilerim, bu uyarıları birileri yeterince algılar ve bu
toplumun
gerçek bilim toplumuna dönüşmesi için gerekli
ilk adımları attırır... Bu gücün
lokomotifi de üniversitelerin aydın insanları olmalıdır. Yoksa bin
bir emekle
bugüne kadar getirdiğimiz, uygarlaşma yolunda önemli aşama
kaydetmiş,
canımızdan daha çok sevdiğimiz –modern
model- Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte,
tüm Müslüman ülkelerin acı sonunu hazırlamış
olabiliriz… Omzunuzdaki yük çok
büyüktür derim…
Mitolojiye
göre, bir gün, Tanrı, yakın zamanlarda bulunan Sümer yazıtlarına göre
Mezopotamya'da yaşadığı bilinen bir topluluğa, tufan olacağını bildirmiş. Bu
uyarıyı ciddiye alan tek insan (Sümer yarı tanrısı Zisudra) Nuh Peygamber olmuş
ve yaptığı büyük bir gemiye, her hayvandan birer çift alarak, tufanda kendi
ailesinin ve bu hayvanların dölünün korunmasını sağlamış. Uyarıyı ciddiye
almayanlar da sulara gark olmuş...
Bir bilim
adamı olarak bir tufanın yaklaşmakta olduğunu düşünüyorum.