Tütün Kokan Çocuklar


 
Sıcak bir haziran günü mahallenin çocukları kızlı erkekli toplanmış, oyun oynuyorlardı.
Beraberce koşturuyor, oradan oraya kaçışıyor, birbirlerini yakalamaya çalışıyorlardı. Sertay
elini Melisa’ya değdirdi ve:
- Elim ucu sende dedi.
Melsa da Gülzel’e değdirdi. Bu kez o:
- Elim ucu sende, dedi.
        
Gülzel en yakınındaki Ayşe’yi tutmaya çalıştı. Onu yakalayamayınca başkasına yöneldi. Hepsi de çok neşeliydi. Kahkahaları tüm mahalleyi dolduruyordu. Sokak onların sesleriyle inliyordu. Çocuklar öyle güzellerdi ki, kuşlar, cırcır böcekleri bile onlara özenmişti. Onlar da çocuklarla yarışırcasına neşeli seslerini yükseltiyor, şarkılarını daha bir gür okuyorlardı. Büyüklerse onların neşelerine, oyunlarına özeniyorlar, çocuklara öykünerek bakarak "Ah, şu çocukluk ne güzel şey." diye, içlerinden geçiriyorlardı.
        
Çocuklar akşama kadar ter içinde oyun oynadılar. Ne ekmek akıllarına geldi, ne su. Anneleri çağırmasa, uykuları gelmese eve bile girmek istemezlerdi. O kadar çok oynadılar ki, onlar bile yoruldular. Biraz dinlenmek için çimenlerin üzerine oturdular. Bir süre dinlendikten sonra Saniye’nin aklına annesinden duydukları geldi. Arkadaşlarına;
- Size çok önemli bir şey söyleyeceğim, dedi.     
Arkadaşları ne olduğunu sordular. O da açıkladı:
- Birkaç hafta sonra bir  tütün mağazası açılacakmış. Annem beni de işe yazdırmak istiyor, ama ben istemiyorum.
Gülzel:
- Evet bundan benim de haberim var. Belki ailem beni de yazdırır.
Ayşe:
- Siz çalışırsanız ben de çalışırım. Sizsiz mahallede ne yapacağım.
- İyi ama o zaman oyun oynayamayacağız.
- Olsun. Akşam gelince oynarız. Hem tütün mağazası mevsimlik, her zaman değil ki. Ne
güzel para kazanırız işte.
- Ay sen ne meraklıymışsın çalışmaya Ayşe!
- Tabii kızım. Çalışılmazsa para da olmaz.
Sertay:
- Çocuklara ne iş varmış mağazada?
Saniye:
- Annem süpürgecilik dedi. Bir de su taşıma işi varmış.
- Testi ağır mıymış?
- Bilmem ki.
- Ayşe sen çok cılızsın, taşıyamazsın o testiyi.
- Hiç de değil, taşırım.
- Hem senin baban izin vermez.
- Eğer siz de giderseniz verir. Babam beni hiç kırmaz.
Daha sonra sevinç içinde oyunlarına devam ettiler. Akşama kadar bir çok oyun oynadılar.
        
Aradan birkaç hafta geçti. Tütün mağazasının açılış günü geldi. Ayşe sabahleyin erkenden uyandı. Çok heyecanlıydı. Çalışacağı için sevinçliydi ama yine de içinde bir burukluk vardı. Bir yandan "Ne güzel ben büyüdüm artık, para kazanacağım, babamın ev yapmasına yardımcı olacağım" diyor, diğer yandan hüzünle "Ama artık oyun oynayamayacağım." diyordu.
 
Yatağından erkenden kalktı ve bahçeye çıktı. Tulumbadan su çekip elini yüzünü yıkadı. Sabahın ilk ışıkları yüzüne vurmuştu. Güneş ipek saçlarını pırıl pırıl parlatıyordu. Bu haliyle çok güzeldi. Sonra odaya girdi. Giyindi ve saçını taradı. Hazırlanınca yine içini sevinç kapladı, gözleri ışıldadı. Yerinde duramıyordu. Yeniden aynaya baktı. Aynada kendini çok küçük gördü. Ve zaten çok da zayıftı. Kendi kendine "Ben çok küçüğüm, henüz on yaşındayım. Acaba beni işe alırlar mı?" dedi.
 
O sırada kapı vuruldu ve Fatma Teyze'nin sesi duyuldu. Fatma Teyze kendine sesleniyordu. Yeniden heyecanlandı ve çabucak ayakkabılarını giyinip evden çıktı. Fatma Teyze'nin yanında bir sürü arkadaşı ve mahalleden genç kızlar, kadınlar vardı. Hepside çok heyecanlıydı. Özellikle çocuklar birbirlerinden cesaret alıyorlardı. Ayşe herkese "günaydın" Dedi ve Pembegül’ün yanına yanaştı. Daha sonra hep birlikte gülerek yola koyuldular.
 
Yollar çok kalabalıktı. Mağazaya giden insanlarla doluydu. Ayşe Pembegül’e:
- Bu kalabalıkta bizi görmezler, büyüklerin arasında kayboluruz, dedi.
Pembegül de:
- En öne geçeriz, dedi.
Ayşe kıkırdadı.
- Evet, büyüklerin bacak aralarından geçeriz.
 
Bu şekilde güle oynaya tütün mağazasına geldiler. Oradaki kalabalığı görünce daha da şaşırdılar. Fatma Teyze kendi kendiyle konuşur gibi:
- İnsanlar buraya geceden gelmişler, dedi. Herkes ekmek derdinde, acaba kimleri alırlar ki?
 
Hemen kalabalığa yaklaştılar. Tüm çocuklar Fatma Teyze'nin yanında durdular, yeniden heyecanlandılar ve küçücük kalpleri küt küt atmaya başladı. O sırada önlerde bir kaynaşma oldu. Herkes mağazanın kapısından birbirini iterek girmeye başladı. Fakat mağazanın bekçileri onları durdurdu ve sıraya girmelerini söyledi. Hepinizi alacağız dediler. Bu güvenle insanlar sıraya girdiler ve birer ikişer mağazaya adım attılar.
 
 Ayşe ve arkadaşları da içeri girdiler. Herkes gibi onlarda koşarak merdivenleri çıktılar. Açık kapıdan içeri girdiler  üretim yapılan yeri gördüler. Şaşırarak bakındılar. Burası çok büyüktü. Her taraf işçilerle dolmuştu ve gürültüden hiçbir şey anlaşılmıyordu. Sıra halinde hazırlanmış bir baştan bir başa uzun tezgahlar vardı. Kadınlar tezgahlarda oturmuş kasacıların gelmesini bekliyorlardı. Hemen Fatma Teyze de kendine yer kaptı. O gidince kendilerini yapayalnız hissettiler. Birbirlerine daha çok sokuldular. O sırada yanlarına Hasan Usta geldi ve onlarla ilgilendi.
- Burada bekleyin, birazdan size de iş çıkacak, dedi.
 
O sırada zil çaldı. Bu işbaşı demekti. Herkes sustu. Kasacıların omuzlarında kasayla gelip tezgahlarda oturan kadınların önüne tütün döküldü. Onlar da bu tütünleri açıp kutulara doldurmaya başladılar. Usta, tütünün çok dikkatli açılması gerektiğini çünkü kalitesine göre fiyat verileceğini söyledi. Bir süre sonra sıranın kontrolü geldi. Kadınların açtıkları tütünü alıp, sıranın başında bulunan kalburcuya verdi. O da güzel açılmış olanları küfeye döktü. Bu kez küfeci başka yere götürdü ve ondan sonra sigaralar sarılmaya başlandı, sessizlikte sadece tütün sesi duyuluyordu.
 
Çocuklar dalgın halde kadınları izlerken arkalarından Hasan Usta yanaştı. En küçük olan Ayşe’ye:
- Sen burada ne yapıyorsun? Adın ne bakayım? Dedi.
Ayşe birden çok korktu ve titredi, yere bakarak çok zayıf bir sesle
- Benim adım Ayşe, dedi.
Usta onun korktuğunu görünce gülümseyerek saçını okşadı: şefkatle:
- Ne titriyorsun, korkma, dedi.
Elindeki süpürgelerden birini Ayşe’ye verdi:
- Al bakalım. Bununla yere dökülen tütünleri süpüreceksin, dedi.
Sonra da diğer çocuklara süpürgeleri verdi.
- Hepiniz tütünleri süpüreceksiniz, dedi.
Çocuklar süpürgeleri aldılar ve tezgahların altındaki tütünleri süpürmeye başladılar.
O sırada usta kadınlara gür bir sesle komut verdi:
- Hanımlar, parça yok. Temiz çalışın.
Onun sesiyle kadınlar daha çok dikkat etmeye başladılar. Özenle açtıkları tütünleri kutuya doldurdular ve kontrole verdiler. Kontrol, kalbura götürürken kutular çok dolu olduğu için tütünlerin bir kısmı yere döküldü. Usta bu bu dökülenleri gördü ve Ayşe’ye hemen süpürmesini söyledi. Ayşe koşarak oraya gitti ve tütünleri süpürdü, topladı. Ama çok tütün dökülüyordu. Ayşe, "Tam temizledim, işim bitti." derken bir başka yerde tütünler dökülüyor, bu kez oraya koşuyordu. Çok çevikti, ama küçücüktü. Süpürgesi neredeyse ondan büyüktü.
İşin çokluğunu görüp daha da korktu. Kendi kendine "Ben bu kadar çok işle nasıl başa
çıkacağım?" diye düşündü. Birden yorulduğunu hissetti. Biraz dinlenmek için yere oturdu. Kendini mahalle arkadaşlarıyla oyun oynarken hayal etti, kulaklarına "Ayşe beni tutamazsın, beni tutamazsın. Saniye kaç. Pembegül koş!" sesleri geldi. Nerede olduğunu unutup gülümsedi. Ayağa kalktı ve duvara vurup kaçmaya başladı. O sırada usta yanında belirdi. Ona kızarak:
- Sen ne oradan oraya gidip geliyorsun? dedi.
 
 Ayşe onun sesiyle kendine geldi ve yeniden korktu. Birden içi sızladı ve ağlamamak için kendini zor tuttu. Kendi kendine acıyla "Artık benim için oyun oynamak bitmiş." dedi.
 
 İşine döndü. Az sonra da öğle paydosu zili çaldı. Herkes işini bıraktı, koşarak dışarıya çıktı. Ayşe çıkmak içim arkadaşlarını bekledi. Hepsi toplandıktan sonra onlar da dışarı çıktılar. 
 
İşine döndü. Az sonra da öğle paydosu zili çaldı. Herkes işini bıraktı, koşarak dışarıya çıktı. Ayşe çıkmak için arkadaşlarını bekledi. Hepsi toplandıktan sonra onlar da dışarıya çıktılar.
 
Bahçe kalabalıktı. İşçiler ağaçların altına oturmuş, evden getirdikleri yiyecekleri
yiyorlardı. Ayşe ve arkadaşları da bir çınar ağacının altına oturdular, yiyeceklerini açmadan sevgiyle birbirlerinin yüzüne baktılar. Birbirlerini ne çok özlediklerini fark ettiler. Sonra çok yorulduklarını, çalışmanın çok zor olduğunu konuştular. Ama yine de sevinçliydiler.
Büyümek ve para kazanmak hoşlarına gitmişti. Daha sonra getirdikleri yiyecekleri ortaya koydular. Ne getirdilerse kardeşçe bölüşüp yemeğe başladılar. Sertay arkadaşlarına:
- Ben okula gideceğim. Derslerimi çok çalışıp bir tütün mağazasına usta olacağım. Küçük çocuklara da sahip çıkacağım. Onları çalıştırmayacağım, hiçbirine vurmayacağım, dedi.
Gülzel de:
- Evet ben de okula gideceğim. Hatta okuyup buraya patron olacağım. Çocuklara çok ama çok iyi davranacağım, dedi.
Garip ama hayallerine daha ilk günden mağaza girmişti…
        
Yemeklerini çabucak yediler ve kalan kısacık zaman içinde yeniden oynamaya

başladılar. Aynı mahallelerindeki gibi elim ucu sende oynadılar. Ağaçların etrafında döne döne kahkahalar içinde kaçışıp durdular. Onlar oynarken büyükler hüzünle onlara baktılar ve acıdılar. Birbirlerine:
- Yazık bu çocuklara, buraya çalışmaya gelmişler. Oysa daha oyuna doyamamışlar, dediler. İçlerinden biri Ayşe’yi gösterdi ve:
- Hele şuna bakın! Upuzun pırasa saçlı, o hepsinden daha küçük. Anneleri, babaları nasıl kıyıp
işe yollamışlar?
 
Bu sözleri Ayşe duydu ve içerledi. Onun annesi yoktu ama babası vardı. İşçiler babası hakkında kötü düşünemezlerdi. Kaşlarını çattı. Onun babası bir taneydi, kızına kıyamazdı. Mağazada çalışmasını o değil kendisi istemişti. Oyunu bırakıp kadınların yana gitti. Gözleri ağlamaklıydı:  
- Buraya beni babam göndermedi. Annem de yok. Ben kendim geldim. Bizim evimiz yok. Ben çalışıp paramı babama vereceğim. Babam da ev alacak.
 
Kadınlar şaşırarak kendilerine ağlamaklı gözlerle diklenen bu kıza baktılar. Ne kadar da gururluydu. Ne kadar akıllıydı. Ve ne kadar çalışkandı. Birden içlerini sıcacık bir sevgi doldurdu. Bir anne gibi kendilerini ona yakın hissettiler.
 
Az sonra büyükler yerlerinden kalktılar ve içeriye girmeye başladılar. Çocuklar da işbaşı olacağını  anlayıp onların ardından merdivenleri ikişer ikişer çıkarak yukarı çıktılar. Herkes yerine geçti ve işbaşı oldu.
 
Ayşe de süpürgesini eline aldı ve dökülen tütünleri süpürüp toplamaya başladı. Biraz sonra usta elinde testi ile yanına geldi. Ayşe’ye:
- Bu testiyi al, çeşmeden su doldur. İşçilere dağıtacaksın, dedi.
 
Ayşe testiyi ustanın elinden aldı. Çeşmeye gitti. Doldururken yanına diğer arkadaşları geldi. Onlara:
- Sizler de mi su dağıtacaksınız, dedi.
Onlar da:
- Evet, dediler.
 
Sırayla doldurmaya başladılar. Hepsi de acele ediyor, geç kalıp ustayı kızdırmaktan korkuyorlardı. Hayriye Ayşe’ye:
- Çeşmeyi çok aç da çabuk dolsun,
Ayşe:
- Fazla açılmıyor bu kadar akıyor.
- İyi ama geç kalacağız. Usta da kızacak, kulağımı çekecek sonra benim.
- Daha önce çekti mi yoksa?
- Hayır çekmedi ama ben korkuyorum.
 
- İyi iyi bu kadar doldursam yeter. Gel şimdi sen doldur.
 
Bu kez Hayriye testisini doldurmaya başladı. Ayşe de işletmeye geldi. O gelir gelmez hemen kadınlar ondan su istedi. O da kadınların kendi bardaklarına doldurarak hepsine sırayla verdi.
 
Testisindeki su bitince yeniden çeşmeye gitti. Bu kez ağzına kadar doldurdu. Güçlükle taşıyarak işletmeye geldi. Kadınlara:
- Su isteyen var mı? Diye bağırdı.
 
Kadınlar onu sırayla yanına çağırarak bardaklarını uzattılar. Testi tam dolu olduğu için çok ağırdı. Ayşe, iki kadının bardağını güçlükle doldurdu. Üçüncününkini doldururken testi elinden düştü ve kırıldı. Sular yere yığıldı. Birden Ayşe çok korktu. Gözleri irileşerek yerdeki kırık testi parçacıklarına ve suya baktı. Yüzü sapsarı oldu. Korkusundan ağlamaya başladı. O sırada yanına sıranın kontrolü geldi. Onu kucağına alıp sevdi:
- Ne ağlıyorsun. Testi senden büyük, tabii kaldıramazsın, dedi.
 
Ayşe bu sözleri duyunca rahatladı. Kontrole sevgiyle baktı. Gözünün yaşını sildi ve kadının kucağından inip süpürgeyi eline aldı. Kırıkları toplamaya başladı.
 
 Daha sonraki günler de böylece sürüp gitti. Çocuklar iyice işlerine alıştılar. Kimi
zaman süpürgecilik yaptılar, kimi zaman su dağıttılar. Ama küçük oldukları için bazen testiyi kırdılar. Eğer testiyi çok sık kırarlarsa azar işitmeye, kulakları çekilmeye başlandı. Bu onların gururlarını kırdı ve korkuttu. Ama yine de işlerine devam ettiler. Çocukluklarını kısacık öğle aralarına sığıştırıp ancak o zaman oyun oynadılar.
 
Bir gün işbaşı yaptıkları mağazada durum her zamankinden farklıydı. Ustalar
durmadan bağırıyor, telaş içinde gidip gelip herkese komut veriyorlardı.
 
- Her taraf temiz olacak. Tütünler iyi açılacak. Kadınlar konuşmayacak, hızlı olacak, yalnız işiyle ilgilenecek.
 
Ayşe ve arkadaşları ne olduğunu anlayamadılar. Fatma Teyze'nin yanına gidip sordular.
Fatma Teyze de telaşlıydı. Heyecanla;
- Bugün eksperler gelecek. Tütüne fiyat verecekler. Burayı nasıl görürlerse, işi nasıl görürlerse öyle fiyat verecekler. O yüzden çok önemli, dedi.
Aynı anda Hasan Usta bütün çocuklara bağırdı.
- Çocuklar, çabuk yanıma gelin!
Hepsi koşarak yanına geldiler. Usta:
- Hepiniz tuvalete gideceksiniz. Ortalıkta hiçbir çocuk olmayacak.
Ayşe:
- Neden Hasan Usta?
- Çünkü çocuk çalıştırmak yasak.
- Yaa, öyle mi?
- Evet. Hadi şimdi gidin bakalım. Sakın orada gürültü yapıp ses çıkartmayın.
- Peki, gürültü yapmayız.
 
Çocuklar koşarak tuvalete gittiler. Bir süre aralarında neler olduğunu konuştular.
 
Sonra birden bir arada olduklarını ve çalışmayacaklarını fark ettiler. Bundan çok hoşlandılar. Hepsinin de gözleri parladı. Oh, iyi ki eksperler gelmişti. Bu ne güzel bir gündü…ayşe, elini Pembegül’ün eline vurarak oyunu başlattı o sırada:
- Hadi, elim ucu sende! Dedi.
Pembegül de Hayriye’ye vurdu:
- Elim ucu sende!
- Sende!
- Sende!
 
Sevinçle oynarlarken telaşla içeri bir işçi girip onlara kızdı o anda:
- Ne yapıyorsunuz siz! Neden bağırıyorsunuz? Susun! Eksperler geziyor.
 
Tüm çocuklar sustular. Ayşe, muslukların arasındaki duvara yaslandı ve kendi kendine düşünmeye başladı.
- Demek çocuk işçi çalıştırmak yasak ha! Demek bizim burada olmamız suç! Demek bize oyun yaraşır, okul yaraşır diye düşünüyor büyükler. Ne güzel! Peki ama ben çalışmasam benim babam nasıl ev alacak? Hayriye’nin, Pembegül’ün karınları nasıl doyacak? Bize çalışmamızı yasaklayanlar annelerimize, babalarımıza daha çok para verseler olmaz mı? Bize, herkese ev verseler olmaz mı?
 
O sırada yanına Gülzel yanaştı:
- Ayşe, ne düşünüyorsun öyle arpacı kumrusu gibi?
 
Ayşe kafasını kaldırdı ve arkadaşına baktı. Kendi kendine konuşur gibi:
- Hiç, dedi.



  
 Hasibe Akçakayalar Acar
 H@vuz Yayınları'ndan Yayımlanmış Kitaplar