Oyuncudan Oyuncuya

                  Tek kişilik oyun (Monolog)







Dünyanın en sahte dünyasına hoş geldin. (2 )

Gel gezdireyim seni en alt kattan yukarıya kadar.
Önde gişe arkada fuaye.
Fuaye de kantin. Çay, kahve kola servisimiz var.
İzleyicilerin çoğu salona bunlarla giremeyeceklerini biliyorlar. Çoğu bardak yarım kalmış ve bir köseye atılmış. Kirli bir saygınlık.
Su camekanlı dolaplarda aldığımız ödüller plaketler.
Kösedeki masada satılan kitaplar. Oyun çıkışında imzalanacaklar.

İşte ara kat.
Büyü katı.
Burası simdi bomboş. Ama fuaye büyülü bir yerdir. Az sonra sahnede olacak sanatçıların siyah-beyaz resimleri, erken ölmüş bir oyuncunun ani kösesi ve sahneden çekilmiş resimleri.
Gözleri gülüyor.
Kendini iyi hissettiği bir yerde.
Sahnede.

Ne komik attığımız bir adımın aynısını bir daha atamadığımız bir yer orası. Bedenimizle çıkıp asla kendimiz olmadığımız bir yer. Dünyadaki en gerçek ama aslında en yalan hatta hiç olmayan bir dünya. Sahte bir dünya. Çünkü sahne bir dünya.


İşte salon.

Hafif bir nemli koku. Ter kokusuna benzeyen bir küf tadı. Anlatmam imkansız. Kokuyu alıyorsun değil mi?
  

Bak programlar yerde. Kimisi alır eve götürüp saklar. Kimisi ise koltuğa nazikçe bırakır. Koltuk yerine katlanınca yere düşer.  Atıldı sayılmaz. Buruşmamışsa diğerlerinin arasına buruşmuşsa da hafif bir üzüntüyle çöpe...  E para o tabii. Yere atılsın diye değil.  Saklansın anılsın diye.  Ama bir tiyatrodan ne anı kalacak ki değil mi?
Sahte dünya ya.  
At sokağa...

Gel bir de sağ taraftan balkona çıkalım.

Ağır ağır çıkalım bu merdivenleri. Eteklerimizde unutulmuş oyun replikleri.
Gel otur.
Şuraya bak.
Sahne biraz uzakta kaldı.
Ama bence en önde oturmaktansa buradan izlemek daha hoş bazı oyunları.
Bak provalar yanıyor.
Sahne bomboş.
Dekorlar eski mezar taşları gibi duruyorlar. Sadece onları tanıyanlar biliyor ne olduklarını. Bu donuk ışıkta solgun ve bitkin gözüküyorlar. Ben her oyun öncesi balkondan sahneye bakar -Birazdan burada bir olay yaşanacak ve biz bu olayı önceden biliyor gibiyiz. Ama bastan yaşayacağız. Yaşatacağız- derim kendi kendime. Hatta bazen kendi kendimize söylememiz gereken şeyleri sahnede söylediğimiz için bu isi yapıyoruz diye düşünüyorum. Biraz daha bak su sahneye uzaktan. İçinde girdiğinde anlayamıyorsun neler olduğunu. Yaşlanıyorsun. Kilo alıyorsun. Saçların beyazlaşıyor. Dökülüyor. Sen fark etmiyorsun. Ama bir eski dosta rastladığında arkadaşın patavatsızca -Ne kadar yaşlanmışsın- deyiveriyor.

Bir vitrin camında bakıyorsun kendine. Gerçekten. Çok yaslanmışım ben.

Ya seyirciler?
Onlar neden yaşlanmıyorlar.
Neyse...
Gel inelim.
Kulise uğrayalım önce.

Kulis.
Pamuk.
Yassı pamuklar.
Pamukların üzerinde silinmiş makyajlar. Kimbilir hangi yüzde ne anlam taşıyordu o boyalar. Kimbilir kimin yüzüydü oyuncunun yüzü.

                        
   


Oyuncunun yüzü yoktur aslında.
Hatta bazen kendi bile karıştırır hangisi kendi yüzü hangisi diğerinin.
Ya da diğeri kim aslında. Öyle biri var mı? 

 
Etrafı parlak ampullerle dolu aynalar.
Köselerinde  peruk kafaları.
İfadesiz suratlı o bos kafalar. Uzakta boşlukta bir yere bakar gibi durmaktalar.
Bos askılar.
Kim bilir hangi kostümleri taşıdılar yorgun omuzlarında.
Kimi zaman bir kral kimi zaman bir paşa.
Bazen de pırıl pırıl yaldızlı bir gece elbisesi.
Askılar için fark etmez. Onların görevi taşımak.
Onların görevi bos kostümlere birer omuz olmak.

İşte perde arkası

Sahne korkusu.
Yükselen adrenalinin kana karışması.
Kimi zaman birbirinden nefret eden insanların az sonra sahnede çılgın aşıkları oynayacak olmaları.
Dedim ya yalan bir dünya burası.

En garip duygulardan biridir az sonra sahneye çıkacakken sahnedeki arkadaşını  izlemek perde arkasından. Hata yapmaması için dua edersin ondan nefret bile etsen. Onun hatası senin de yenilgindir çünkü. Kendini kendin gibi hissederken görünmez bir el itiverir seni ortaya. Artık sahnedesin...

Kalabalık bir oyun olsa da yapayalnız hissedersin kendini.
Hatta o an ölsen daha iyi. O sahneye ilk adimi atarken saniyenin binde birinde vaz geçersin her şeyden. Kaçıp gidesin gelir arka kapıdan. Ama olmayacağını da bilirsin içten içe.


Sahne.

Büyü.
Binlerce watt ışık yüzünde.
Işıkçının seni arayıp bulması.
Ve bir anlık karanlıktan faydalanıp bambaşka biri olabilmek.
Hiç konuşmadan anlaşabilmek rol arkadaşlarınla.
Ve de kimbilir aniden vurulup yere düşmek.
Üç harekette.
Önce dizlerinin üzerine sonra sağa yere ardından da sırt üstü yatıvermek sahneye.

Ve alkışlar.

Perdenin üzerine ağır ağır kapanması.
O ince tıkırtının kesilmesiyle perdenin kapanışı.
Ayağa kalkıp alkışa hazırlanmak.
Vakur bir gülümsemeyle selamlamak ayakta alkışlayan seyirciyi.

Ve o an

Oracıkta
Ölmek istemek.
Çünkü içinde bir yerde bu alkışların bir gün biteceğini ve oyununun tamamen unutulacağını bilmek ve bunu hazmedememek vardır.  (söylerken gittikce sesin düşsün. 3 kere tekrarla, ışık da beraber düşsün.)

Perde...




Kaan Erkama ait "Oyuncudan Oyuncuya" adlı oyun 29 Mart 2008'de  Dünya Tiyatro Günü adına yapılan etkinlikte sahneye kondu.
  
 Kaan Erkam
 H@vuz Yayınları'ndan Yayımlanmış Kitaplar