“Suçlu eylüldür, kışı
çağıran eylül…”
Arayışın, aşkın,
umudun, gerçek yaşamın romanı;
Bir ateş düşünün sarıp
sarmalıyor yüreğinizi… İçinizi yakıyor… Sonra duruluyor… Soluklanıyor,
rahatlıyorsunuz… Sudaki Ateş işte böyle bir roman. Böyle duygular yaşatan bir
roman… Toplumcu, yaşamın gerçeklerini yüzümüze vuran, anımsatan bir roman…
Ferda İzbudak Akıncı’nın
İlya Yayınları arasında çıkan Sudaki Ateş isimli romanı iki bölümden oluşuyor
ve 315 sayfa. Akıncı, bu ilk romanında yıllardır içinde biriktirdiği
özlemlerini, sohbetlerini, bizimle paylaşmak istediklerini anlatıyor. Sanki
söylemek isteyip de bir türlü söyleyemediklerini çıkarıyor içinden, bir çırpıda
haykırıyor. Toplumdaki çürümüşlüğü, insanlardaki duyarsızlığı, sevginin,
sevmenin sevilmenin ucuzluğunu, gençlerin içinde bulunduğu tükenmişliği, ülke
sorunlarını, insanların çıkmazlarını, çaresizliklerini, umutlarını... Yaşamla
ilgili her şey haykırış oluveriyor Sudaki Ateş’le, yüreğimize dokunuyor…
Ferda
İzbudak Akıncı;
aynı zamanda çok iyi bir öykücü… Bu işe
yıllarını vermiş, emek harcamış,
çalışmış… O bir öykü emekçisi, yazın
emekçisi… Birçok dergide öyküleri
yayınlanmış, yayınlanmakta… Birçok ödülleri,
Düş Sarnıcı, Gizli Resimler ve
Kayıp Yıldızlar isimli üç öykü kitabı ve pek
çok çocuk kitapları bulunmakta.
Akıncı’nın bazı
öykülerini okudum… Yazın dili olağanüstü güzellikte. Ayrı bir haz, farklı bir
tad var dilinin… Sudaki Ateş’teki dil, öykülerdeki dilinden daha ayrı bir
yerde. Onda roman dilinin tüm kendine has güzelliğini görebiliyoruz. Ara bölümlerdeki
geçişlerde öykü dili yine var… Buralarda okuyucu durup soluklanıyor, kahve
molası verir gibi… Akıncı ustalığını iyi kullanıyor ve okuyucuyu dinlendiriyor.
Soluk aldırıyor.
Sudaki Ateş; toplumun
gündelik yaşamını, sıradan insanların umutlarını, beklentilerini, hikayelerini
veriyor. Roman, açık öğretim fakültesinde öğrenci Bora ile Yağmur’un tanışması,
buluşması ile başlıyor… Bora’nın babası yıllar önce onları terk etmiş, başka
bir kadınla evlenmiştir. Bora annesiyle yalnızdır. İzmir’in Hatay semtinde
yaşamaktadır. Yoksul ama dürüst, onurlu bir geçtir. Yağmur da babasızdır,
ikisinin ortak yanları anneleriyle yaşıyor olmalarıdır. Bora ve Yağmur İzmir’in
birbirinden güzel mekanlarında buluşup, geziyorlar günlerce. Yaşamlarındaki bir
diğer ortak yan, uzayıp giden kayıt kuyrukları… İşte bu kuyruklarda
tanışıyorlar Haldun Abi’yle. Aniden giriveriyor yaşamlarına Haldun. Eski bir
devrimcidir. Onlara felsefeden, yaşamın gerçeklerinden, toplumsal sınıflardan
bahsediyor. Kitaplardan konuşuyor. Yağmur, Bora’nın aksine pek
etkilenmemektedir bu konuşmalardan, hatta sıkılmaktadır. O başka, bambaşka bir
dünya düşlemektedir. Gerçeklerden kopuk bir dünya. Romanın pek çok kahramanını
sık sık buluşturan bir de kahve vardır… Sıcak dostlukların kurulduğu, gerçek
yaşamın nabzının tutulduğu, ülke sorunlarının tartışıldığı bir kahve… Burada
Haldun, Sabahattin, Emekli Öğretmen ve Kırık Kafa buluşur, oyunlar oynar,
sohbetler ederler. Derin tartışmalara girerler. Her biri kendi yaşamlarını
etkileyen, onları bu kente savuran öykülerini anlatırlar.
Bora’nın görmeden
edemediği, uğruna uykusuz kaldığı Yağmur, arayışlar içindedir. Gerçek yaşamın
düşlerden çok farklı olduğunu ağır bedeller ödedikten sonra anlayacaktır. Ancak
ne var ki iş işten geçmiştir artık… Telafisi imkansız hatalarının bedelini
canıyla ödemekten başka seçenek kalmamıştır önünde. Bora ise, yaşamın tüm
gerçeklerini görmekte ve kabullenmektedir. Hayatın sürprizlerle dolu olduğunun
da bilincindedir. Romanın sonuna doğru bu sürprizlerden biri kapısını
çalacaktır.
Umutla biten, her şeye
rağmen umuda inanan bir roman Sudaki Ateş… Dili temiz ve sürükleyici… Kurguda
anlatılanlar her an karşılaştığımız, karşılaşabileceğimiz olaylar, insanlar…
Kahramanlar yanı başımızda her gün selamlaştığımız, çaylarını içtiğimiz, çay
içirdiğimiz dostlarımız, arkadaşlarımız… Yani bizlerden birer parça… Kurgu
başarılı, kişilerin buluştuğu, olayların düğümlendiği kahvedeki anlatımlar
ilkin şaşırtıcı gelse de ilerleyen sayfalarda her karakter romanın içinde
yerini alıyor. Adeta olmazsa, olmaz parçası oluyor…
Ferda İzbudak Akıncı,
öykülerinde kullandığı o muhteşem yazın dilini romanında da farklı bir tatla
kullanmayı başarıyor. Yılların verdiği tecrübesini bu son yapıtında ustalıkla
sunuyor okuyucuya.
Sudaki Ateş’te Tosun Usta’nın
kullandığı bir cümle var ki, insanın yüreğini titretiyor ve bence romanın ana
fikrini veriyor;
“… sonbaharın arkası
kıştır Hasan. İşte kış geldi. Bu ülkede bugün kış yaşanıyorsa, suçlu eylüldür.
Kışı çağıran eylül!”
Sudaki Ateş, Ferda İzbudak Akıncı, İlya Yayınları, 2007 (Roman)