Bir uyanıklık halidir bu belki. Birazdan üzerindeki
yapışkan, terli, alıngan, içe dönük uykuyu kaldırabilecek mi. Uyandığında en
güzel elleri. Sıcak bir düşün ortasının en tazeliğini korurken elleri, gözleri
yorgun, netameli. Uyandığında gördükleri uyuyunca hissettiklerinden çirkindi.
Aynı yerlerden gelip ayrı yerlere gidenlerdi aynı rüyayı hayra yoruyor olanlar.
Ayrı yolların bitimiyle aynı yolları başlangıç yapmış olanlarsa gördükleri şer
rüyalarını suya anlatırlardı kimseye anlatmadan. Su alıp götürürdü belki bu
çirkin ruh yorgunluğundan gerçeğe uzasın istenilmeyenleri.
Aynı rüyayı
gördüğüm oldu bazen benim de. Uyanmak istedim. Hep uzun sürdü. Suya
anlatamayacağım kadar sulaksız kara parçalarında yaşıyordum. Ve bu şerri
çözmeye su yoktu; anlatmaya zaman ve hatta derman. Uyandım…
Ayrı
rüyalarda hiç tanımadığım ama çok biliyormuşum diye sevmişim gibi olanlarla
tanıştım. Rüyamdaydılar. Gerçeğime sızan olmadı. Belki sonra, daha sonra
rüyamdan tanıdık çıktıklarım eşim, ahbabım, dostum, sevdiğim olacaktılar.
Uyudum…
Bir cadıyla
büyücü kavgasıydı aslında yaşam. Hangisinin daha günahkar olduğunu kestirmeye
çalışmak gibi zordu sevmek, gitmek de öyle. Başın sıkıştığında başını iki
elinin arasından çıkaracak kadar bedeni ve aklı temizler oluyordu. Tanıyordum
onlardan günaşırı. Bazen temizliğin kirletilmişliğine şahit oluyordum. Çok
temiz olmak yetmiyordu. Temiz kalabilmeye dik durabilmek için kirlenmek
gerekiyordu. Günaha bulanmak… Ama lanetlenmemek…
Günler
geçiyordu. Kalanların üşengeçliğine aldırmadan geçip gidiyordu gün. Akşamın
yenildiğini görmedim hiç, benim yenildiğim çok oldu; güneşin vazgeçtiğini sakın
söyleme bana, vazgeçen hiçbir zaman güneş olmuyordu, vazgeçişi içinde ara.
Yenilgiyi içimde arayıp zamandan kazandım. Yenilgim benim, akşamın günahı günahsızlık
ve umarsızlık en fazla…
Bir
erozyon; ahlakın temel tahtasını çıtırdatan; bir yangın evet, bir kar küsüşü,
yağmur bereketi, güneş kuraklığındaki dudak çatlağı, ten yarığı; kanlı,
hasarlı, sızılı…
Yangınlar
biliyorum. Her yangın bir köklü yok oluşun annesiydi. Yangınlar bazen toplu temizlenebilmeler
için gerekiyordu. İşe yarıyordu…
Topladı.
Çıkanlardan böldüğünde elde kalan ne ise onları topladı. Küçük bir tepecik.
Hatta anız ağrısı. Tarla faresinin tüy ürperten, uzaklaştıran iniltili acısı
gibi. Yanmak ölmektir. Yanmak, ölmekten sonra da devam edendir; eylemdir…
Topladı. Küçük bir tepecik. Geriye kalanların toplu
temizliği bir diğer tanımıyla. Hepsini üst üste attı, sonra yaktı. Küllerine
dokunmadı. Rüzgar aheste bir keyfi tavra gebe bıraktı geride kalanları. Geride
kalanlar öteye gidenler kadar uzaklaşamadı. Her külün savrularak gidebileceği
kilometrik mesafe ortadaydı…
Kıvranışını
dindiren uyku olmadı. Yandı. Uyandı. Her yolu denedi. Yolların neredeyse bir
çoğu gidildi, tamamı da denendi. Dermanı kendi içinden öte bütün dışlarda,
dışarılarda arandı, bulamadı. Hava almak için çıktığı sokaklar nefesini tıkadı.
Boğdu aklını ve hatta umutlarını. Evde artık. Perdeler örtük, oda karanlık… Denemediği
tek yol içine dönmekti. Biraz geç kaldı. Ama kaybettiği şükürler olsun ki
sadece zamandı…
Zamanın
telafisi olmayabilir evet, telafisi akıl kaybettiren çok yollar gördüm ben.
Zamanın telafisine yenilmek aklın yitik telafisini kazanmaktan daha güzeldi.
Bir büyücü ve cadı mukayesesi bu. Hangisi daha günahkar varın siz karar verin…
Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle
körü körüne.
"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela.
O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni, senin o'nu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden,
Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın.
Ucundan tutarak...