Başlığın tınısı bir ölümün ardından
dercesine iz bırakıyor, dedi bir dostum. Yine de değiştirmeyeceğimi söyledim.
Çünkü bu kez bir dirimin ardından söylemine dönüştüreceğim kalemimle
dillendirerek dolu dolu geçen üç günden belleğime ekilenleri…
7. İzmir Öykü Günleri’nde bir kez daha
ışıldadı emek, bir kez daha dirim geldi öykünün kimliğinde sanatın dalına
budağına… Bir ağacın köklerinden gelen özsu doğrudan etkiledi üretenleri…
İzmir’de ekildi tohum, İzmir’de filizlendi ve izmir’de yeşerdi yeniden! Bu tümceden sonra değiştirebilirim artık
başlığı; ÖYKÜNÜN EŞİĞİ, ŞİİRİN BEŞİĞİ
İZMİR
Öykü günlerinin ilk günü gördüm Cumhuriyet
gazetesi’nin kitap ekinde M.Sadık Aslankara’nın yazı başlığını; İZMİR’DEN BİR
FERDA başlığıyla içeriği sürükleyen bir yazı kaleme almıştı Sevgili Aslankara.
Okuduktan sonra da düşündüklerimin varsayım olmadığını gördüm. Günlere,
haftalara belki de aylara sarkan bir düzenlemenin tüm yorgunluğunu alıp götüren
bir saptama gibiydi başlık! Emeğin yoksanmamasının daha da gün ışığına
çekilmesinin adresiydi de bi anlamda… Öykü günlerinin ilk gününde kuş gibi
yeğnilmesini sağlayan başka ne olsundu Ferda’nın? Her şey yerli yerinde yapılıp
çatılmıştı. Şimdi izleme sırası onda ve emek verenlerdeydi. Bunu yapabildi mi?
İşte bundan emin olamıyorum. O tez canlılığıyla her yerdeydi yine…
Onur konuğu Füruzan ayrı renkler ayrı sevinçler
getirdi içimize. Kimimiz gençlik yıllarına akıverdik öyle durduk yerde hemen
oracıkta. Zaman kumkumasına meydan okuyan, hâlâ genç bir kız görünümünden
hiçbir değişiklik olmayan Füruzan’a bakıyor, dinliyor; yılları birbirinin
üstüne yığıyorduk. Öyle ya söz edeceğim konu 34 yıl öncesinin Samsun’una
taşımıştı beni. Liseyi bitirdiğim yıllardı. Bi yandan üniversite sınavlarına
hazırlanıyor bi yandan da çılgınca okuyorduk. Nasıl edindim Füruzan’ın 47’liler
yapıtını tam olarak anımsayamıyorum. Yazınla, kitaplarla iç içe bir gençliğin
kitapla bir biçimde buluşması da olağandı. Ama yazarın diğer kitaplarını da
okumuştuk arkadaşlarımla. Füruzan ırmağında yüzüyorduk boylu boyunca. Diğer
yapıtlarını da sevmiştim. Ne ki 47’liler çarpmıştı beni… Birileriyle bunu yani
kitabın içeriğini ayrıntılarıyla konuşmalıydım. 47’liler’okuyanları aramaya
başladım. Çoğalmalıydık…
Arkadaşlarımla bir çözüm ürettik hemen;
harçlıklarımızı birleştirip birilerine 47’liler almaya başladık. Başladık
diyorum çünkü bu eylemde yalnız değildim. Yakın arkadaşlarım Elif, Ayşe, Ayten
birlikteydik. Önce bizler okuduk. Sonra doğum günü gelen veya yaklaşanların
armağanlarını erkenden aldık. Verirken de bunun doğum günü armağanı olduğunu
imledik. Böylelikle çoğaldık. Kitabın her bölümünde gözyaşlarına boğulan Ayten
militan kesilmişti birdenbire. Oysa o kendine göre biraz uçta bulurdu bizi.
Aradan yıllar geçti. Çalışma yaşamım başladı. Birilerinin damarına basmış
olmalıyım Sinop’a sürgün ettiler beni. Her atamanın olağan değil sürgün geldiği
yıllardı. Bunların içinde çocukları evi barkı olanlar da vardı. Birinin kızının
adı Ceren’di. Nereden esinlendiğini sordum merakla. 47’liler yapıtındaki
Erzurumlu ninenin söyleminden yanıtını aldım. Ben de kararlıydım. Bir gün kızım
olursa…
Kızım Ceren 22 yaşında şimdi. Füruzan gelişiyle
kapalı sandıkların kapağını kaldırdı. Bunu kendisine özetle anlattım. Çok
duygulandı. Samsunlu yıllardayken onu aramayı niye düşünmediğimizi sordu. Ne
diyebilirdim ki? İletişim şimdiki denli kolay değildi. Herkes koşullar
elverdiğince başarıyordu iletişim kurmayı. Hem biz yapıtlarıyla zaten
yüzleşiyorduk.
Öykünün
eşiği İzmir savımı sürdürmeliyim.
Yaşamdan beslenenler yaşamla sorunu olanlar değil midir yazmaya soyunanlar? Bir
toplumun ekin ırmağının belleklere yansımasıdır yazarın yarattıkları… Bu tür
etkinliklerle de görücüye çıkar yansıyan birikimler.
15.2. 2008 Perşembe sabah saat 8 30’ da başladı
bizim için öykü günü. Zeliha Akçagüner, Hamdullah Köseoğlu ve ben Konak Gültepe
semtindeki Nuri Öz İlköğretim Okulunda öğrencilerle söyleştik. Ülkemde
Türkçe’ye emek verenlerin önünde giden bir dil ustası Hamdullah Köseoğlu! Yine
dile yaslanan bir sunum yaptı. Zeliha Akçagüner Öğretmenim öykü konusunu
dillendirdi. Ben kitap okuma alışkanlığı kazanmanın gerekliliğini paylaştım.
Kıyı bölgenin okuluydu ve çocuklar ilk kez yazar görüyorlardı. Sunumlarımız
bitince, Konak Belediye’sinin yayınevlerinden satın aldığı kitaplarımızı imzaladık.
O anın fotoğrafı çekildi de, yürek sesleri de yansıdı mı fotoğrafa işte bundan
hâlâ emin olamıyorum. Çocuklar çok sevinçliydi. Ne ki, kitaplar yetmedi.
Çoğunun boynu bükük kaldı. Umarım bu yazıyı okur da Sevgili Muzaffer Tunçağ
başkan, yarım kalan söyleşi ve imzamızı tamamlama olanağı sağlar. Nuri Öz
İlköğretim Okulu’nun seçilmiş olmasından ötürü de kutluyorum Konak Belediyesi
Kültür Müdürü Halim Yazıcı’yı ve ekibini. Kent merkezindeki okullarımızda
öğrenci yazar buluşması sıkça yaşanabiliyor. Önemli olan o okullara
ulaşabilmekti.
Öykü günleri Gürol Tombul’un usta sunumuyla ve
açılış konuşmalarıyla başladı. Ferda İzbudak Akıncı, bu yıl Selim İleri’nin
kaleme aldığı öykü bildirisini okudu. Öz olduğu denli yalın içeriği varsıl bir
sunumdu. Öyküyle sinema ilişkisini irdeleyen ve kesişme noktalarının altını
kalın çizgilerle çizilmesini öngören bir
etkinlikti bu yıl izlediğimiz.
Ben, Parasız Yatılı’nın neresindeyim, dedi Ferda
İzbudak Akıncı… Edebiyat bir amaç değil, toplumsal olana dokunması için bir araçtır,
diye de ekledi. Yoksullukla savaşmak tek başına olmadığını bilince daha
kolaydır. Küçük kızların dünyayı anlatan öyküleridir, Füruzanın öyküleri…
Hülya Soyşekerci “Derinliğiyle ve enginliğiyle bir
okyanustur Füruzan! İtilen kakılan çocukların yaşanmamışlıklardan beslenen bir öykücüdür.
Dile verdiği önemle ve yaptığı açılımlarla dikkati çeker. Birinci tekil anlatım
ağırlıklıdır. Öyküleri ayrıntılara tutunarak çözümleyebilir. Sanki yüreği
vardır öykülerinin. Sevda Dolu Bir Yaz öyküsünde farklı bir zaman boyutuna
geçer. Rum aile ile Türk aile arasındaki bağı anlatır.” Dura dura okunması gerekli söylemiyle Füruzan
sularında yol aldık hep birlikte…
Melike Koçak; “Gençlerin dünyasında karşılığı olan
yazarlardan biri Füruzan! İçimdeki öykü kıvılcımlarını çatan biri. Gençlerin
kadınlara bakışı değişiyor onu okuduklarında. Gençlerde bir damar bulup akmalı.
Ben özel bir okulda çalışıyorum. Yani Füruzan öykülerindeki konulara uzak benim
öğrencilerim. Füruzan onları kadınlara, gençlere taşıyor. Gençler görmedikleri
yaşamları tanıyorlar. Başka anlamda da Füruzan öyküleri gençlerle
buluşmalı,” Melike Koçak denli genç
birinin Füruzan sularının derinlerine bilinçli, kararlı ve yürekli dalmasından
duyduğum sevinci kendisine de söyledim. “bizim kuşağımıza güvenin!” dedi
teşekkürü unutmadan…
Ferda İ. Akıncı, Hülya Soyşekerci ve Melike
Koçak’ın derinlikli sunumlarıyla taçlandı Füruzan!
Ardından söz Füruzan’a geldi. Ustaca sunumlarla
didiklendikten sonra; “Ben dünyayı algılamak adına okudum, öğrendim, edindim.
Bu benim yaşadığım hayatı derinleştirdi. Ülke edebiyatının ömrü
okurlarıyla, onların donanımlarıyla
ilgili. Yoksulluğu tanımak için yoksul olmak gerekmiyor. Tolstoy bir konttu.
Dünyayı ve yaşantıları merak etmektir önemli olan.
Adaletsizliğin sorgulanması kişinin hayatıyla bağlı
değil. 3’ncü bin yılda dünya kötü bir yere doğru gidiyor. Sinema, çabuk hareket
ediyor. Bütün dillerle iletişim kurabiliyor. Çocukken çok seviyordum. Bana
sinema konusunda ilk öneri Ömer Kavur’dan geldi. (Ah güzel İstanbul için)
Dinçer Sezgin’in neden öykü sorgulaması çok
çarpıcıydı. Özetle, “Yaşamımız ne roman, ne şiir; biz öyküler toplamını
biriktiriyoruz. Şiir şairden kaçar, şair onu bulup ortaya çıkarır. Öyküyse
kendiliğinden gelir. Bizler küçük ya da büyük aşk öykülerinin sonucu değil
miyiz? Şiir budandıkça, roman genişledikçe güzelleşir. Öyküde ikisi de vardır.
Öykü şiirin annesi, romanın amca oğludur. Doğrusunu söylemek gerekirse öykü
yazmak bana heyecan veriyor. Şiir yazarken korkuyorum. Öykü bir sırdaştır.
Kendine bile söyleyemediği gizlerini söyler ona yazar. Öykü kahramanı Ayşe,
Ali’ye söyler. Bütün öyküler benden çıkar. Anlattığım her şeyde varım ben.
Öykü bir zaman hırsızıdır. Kıvamını doldurmadıkça
gelmez. Öykü kıskançtır. Yazar olarak
öyküye kendi isterlerini bulacak denli emek vermezseniz kıskanır. Annesini ve amca oğlunu kıskanır,”
gibi her biri altı çizilecek, içeriği varsıl saptamalarla sürdürdü sunumunu.
İşçi öyküleri bölümünde Tuncer Uçarol’un söylemi
çokça tartışılan bir konuya açılım getirmesi anlamında önemliydi. “Üretim
sürecinde ele alınmıyorsa öykü, onu işçi öyküsü saymamalı,” demiş Vecihi
Timuroğlu! İşçinin özel dünyası da yazılmalı. Öyküler konulu ya da temalı
olamaz, derler. Neden olmasın? Yazarın yazdıkları gerçekten işçiden mi geliyor,
yoksa yönlendiriliyor mu yazar? Edebiyatçı yaratıcılığıyla övünür. Yaptığı
yaratı eylemidir.
İşçi öyküsünü, işçiler ve emekçiler mi yazmalı,
başkaları mı? Yazarlık soyut işlemler mantığı istiyor. Edebiyat kültürünü yalnızca
ustalar oluşturmazlar. Yazarlar yazsın ama çalışanlar da yazsın. Kentleşme
arttıkça herkes işçileşiyor. İşçi öykülerinin hedef okuyucusu yine işçilerdir.
İşçi öyküsünde güldürü de olabilir. Diğer yazın türlerinde ne yapılıyorsa onda
da yapılabilir.” Söyleminden yakalayabildiklerim. Sevgili Uçarol’un bu
ayrıntılı ve incelikli sunumuyla belleklerimizdeki sorular yanıtlarını buldu.
Ahmet Soner sinemaya emek verenlerden. Yılda bir
sinema öyküsü yazdığını bunları Vedat Günyol’un yayımladığını öğreniyoruz. Ayrıca
Türkiye’de yılda 6000 film yapıldığını bunun ancak 25 tanesi işçi filmi; köy
enstitüleriyle ilgili hiç film yapılmamış. Bir ülkenin yazgısında önemli
değişiklikler yaratan dünya uluslarının örnek aldığı bu özgün kurumlara
yapımcıların uzak duruşunu anlayabilmek olası değil! Ne ki çıkar peşindeki
siyasi güçlerin, emperyal güçlerin güdümünde hareketle bir ulusun uyanışını
durdurma girişimleriyle bu görmezden gelişi ilişkilendirmemek olamaz! Sevgili
Soner bu boşluğu doldurma çabası içinde. Umuyor ve diliyorum ki başarılı
olacaktır. Kardeşi Aytül Uçarol ve Tuncer Uçarol’la birlikte, amcaları olan
Abdullah Baştürk’ün anısını yaşatma çabalarını gördükten sonra başaracaklarına
ilişkin güvenim artıyor!
Osman Şahin öykülerindeki derinliği ilk
görenlerdendir Yılmaz Güney! Bir radyo söyleşisinde adını dillendirdiğini
dinliyor. Ve bunu tanışmaları izliyor. Öğretmenlik yaptığı yere onu görmeye
geliyor Güney. Ve Erden Kral’la tanıştırıyor O.Şahin’i.
İkinci gün etkinlikler yine dolu
doluydu. Özellikle, Egeli Kadın Yazarlar Platformu’nun dört üyesi; Gülseren
Engin, Gönül Çatalcalı, Nevzat Süer Sezgin ve Güzin Oralkan’ın sunumlarıyla
varsıllaştı gün. Gülseren Engin oluştuğu günden bu yana gelişimlerini ve
akışını anlattı EKYAZ birlikteliğinin! Gönül Çatalcalı, EKYAZ üyelerinden 27
yazarın yazdığı ege ve kadın konulu 27 öyküden oluşan Savur Saçlarını Ege adlı öykü dosyasının oluşum ve gelişim sürecini
dillendirdi. Sevgili Çatalcalı bu kendi tasarcasına çok emek verdi. Ve basım
aşamasına değin yine içimizden biri Hülya Soyşekerci’yle birlikte taşıdı yükü.
Bütün umudumuz basımın öykü günlerine yetişmesiydi. Çünkü Ege Kültür Vakfı
bunun için söz vermişti. Son gün öğrendik yetişmeyeceğini.
Nevzat Süer Sezgin, EGYAZ dan, Savur Saçlarını Ege’den, çalışmaların
içeriğinden söz etti keskin sunumuyla… Bir dinletide onu dinlerken, “Sözü
mayalayıp sunan kadın!”demiştim.Bu söylemimin altını çiziyorum yeniden! Kadın
saçlarını savurmalıydı onu ötekileştirmeye çalışanlara inat! Kadın saçlarını
savurmalıydı onun üzerinden siyasi sömürü yapanlara inat! Öykü günlerinde
savuramadıysa da, Tüyap günlerinde kadının saçlarını savuracağı umudumu
koruyorum ben!
Tülay Akkoyun’un, Semih Gümüş’ün ve
Melike Koçak’ın daha çok kuramsal anlamda öyküyü didikledikleri bölüm çok
özeldi. Sevgili Akkoyun postmodern anlayış için
hoş bir benzetme yaptı, “Aşure bir çok tadın bileşimidir. O da bunun
gibi. Yazmaya soyunup da öncekileri okumayanların ürünlerinin derinliği yoktur.
Gerçekleri mış gibi göstermeye karşıyım. Akademisyenlerin eleştirileri kuru
bulunuyor. Dergilere girmemiz zor. Oysa ödül alan dosyalar önceden kolay
basılıyordu. Şimdi değişti. Ödül alan bir dosyanın dili ÖZTÜRKÇE diye
basılmadı.” Biçiminde çarpıcı saptamalar yaptı. Kendi ülkemde bunu duymanın
ezikliğini hep taşıyacağım!
Canan Tan’ın basının öykü günlerine
ilgisizliği tepkisi alkışlarla desteklendi. Şükran Yücel’in, Oya Uslu’nun ,
Mehmet Atilla’nın, Zehra Ünüvar’ın, Nilüfer Açıkalın’ın öykü ve sunumlarıyla
varsıllaştı 7.İZMİR Öykü Günleri… Sağlık sorunlarım nedeniyle katılamadığım
etkinlikler oldu. Ne ki ülkenin yazın anlamında nabzı İzmir’de attı üç gün
boyunca…Emeklerine ve yüreklerine sağlık diyerek alkışlıyorum Ferda İzbudak
Akıncı’nın kişiliğinde tüm emek verenleri…
İzmir’de
yerel yönetimler içinde bir başına sanatı omuzlayan ve destekleyen Konak
Belediye Başkanı Sn Muzaffer Tunçağ’a alkışların büyüğü…
ŞUBAT/2008/İZMİR