ana sayfa/ editoriyal/  içindekiler/  h@vuz'dakiler/ iletişim-erişim/ yapıt gönderme yerleği/  ilkelerimiz/ arşiv

 
Her Kardan Adam Olmaz (Kitaptan Üç Bölüm)
Parlamaz yaşam…
En acıklı darbukayı ben çalarım…
Bir varmış yine varmış
           
            Parlamaz yaşam…

 
            Sokak boyu duran ve bağıran, tırnak aralarında siyah boya lekesi bulunan küçük bir çocuktu. Pek istekli değildi çalışmaya sanki kızgındı birilerine,annesine babasına,büyük abisine, dedesine…
            Kim bırakmıştı onu bu yaz sıcağında sokak ortasına…
            Bakışlarında bilinmez bir isyan boşluğu vardı. Kime ne dese biraz daha eksilecekti her haykırışı nafile bir beyhudelik olarak kalacaktı…
           Sabah erkenden kalkar sırtına sandığını vurur ve bu sandığı bir çeyiz sandığı gibi gelinin en önemli variyeti gibi sahiplenirdi. İçinde çift fırçası,badem yağı,üç renk boyası…
            Sıkılgan, biraz bu işi sevmeyen ama yapmak zorunda olduğunun farkındalığı ile yaptığı işi en şeyi şekilde yapmak için mücadele eden tırnakları arasındaki boyalara bakarak hayatın zorluğunun ve acımasızlığının farkına varan küçük bir çocuktu.
            Boyayalım abi...diye bağırırdı…
            Bir çoğu boyatmazdı…
            Parlasın boyayalım derdi…
            Güneşin sıcağı beynini uyuştururdu…
           Yaşıtları önlerindeki kumandalı arabalara düşlerindeki gibi yol verirlerken o eve ekmek götürme derdine çoktan düşmüştü…
            Keşmekeşliğin ortasındaydı…
         Neyi nasıl yapmalıydı canı sıkılıyordu. Şu tırnaklarının arasındaki boya lekeleri canını sıkıyordu tırnaklarını annesinin kesmesini istiyordu ama her seferinde cebinde ne olur ne olmaz taşıdığı bıçakla yontardı tırnaklarını…
            Boyayalım abi…
            Parlamazsa para verme…
            Fırçalar elinde şekil alırdı…
            Sanki bir sanatı icra edercesine özenli ve titiz hareket ederdi…
            Sandığı bir gelinin sahip olduğu en önemli variyeti gibi taşırdı…
            Sanki az sonra onu bu hayattan kurtaracak biri gelecek gibi hırsla ve özenle savururdu fırçalarını…
            Badem yağı sürerdi ayakkabılara…
            Ayakkabılar parlardı parayı alırdı gözleri parlardı…
           Çalışmak zorunda olan milyonlarca çocuktan biriydi. Yaşamak gibi bir görevi vardı Dik bakardı adamın yüzüne…Onurluyla yaşardı…
        Şerefsiz mahlukatlar gibi değildi… Tırnak aralarındaki siyahlıklar hayata karşı olan isyanının simgesiydi. Ellerindeki boyalar gizli bir protestoydu…
            Susardı sık sık susardı ama kana kana içemezdi…
            Kanardı bazen susardı…
            Boyayalım abi cilala parlarsın…
            Alnındaki ter parlardı…
            Dik bakardı yüzüne…
        Umursamadan boyardı bir sanatı icra edercesine… Evde oyuncaklarını dökerek düşlerine şekil vermek varken o ekmek kavgasının derdine düşmüştü…
            Boyayalım abi…





Basım Yeri / Tarihi: İstanbul / Kasım 2006
Boyut: 13,5 x 19,5 cm.
Sayfa Sayısı: 128 sayfa
ISBN: 9757673420
Yayınevi:Yaprak Yayınları





En acıklı darbukayı ben çalarım…

 
Ellerim titriyor sanırım
Hayır sanmam bal gibi el titremesi
Alkol almadım almamda bendeki her şeyi verdim neyim varsa
Elimde kalan sadece demirleri pas tutmuş bir ranza,
Ama sayısız yağmur damlalarım var…
Kimse inanmıyor bana oysa bu damlalar sadece ben istediğim için düşüyor
Yaratana dua ettim yağmur için
Oda kabul etmiş ve şimdi sağanak yağıyor
Durun desem bulutlar açılacak ama ardından sen doğmayacaksın ki…
Keşke bu ellere gelmez olaydım keşke o lanet denizi mavi görmeseydim keşke ellerime dokunmasaydın…
Oyy havarr…  
Yaşamak istiyorum sevmeler yasaklanmış gibi…
Söylemek gelmiyor artık içimden ve bir daha asla dönmeyeceğim yollara girmişim…
Bir koku sinmiş üzerime bazen hoşuma giden bazen kurtulmak için mücadele ettiğim bir koku
Acıtır mazi oysa ben sende bütün sevdalarımı tutuşmalarımı, tutuşturamadıklarımı yeniden kaleme almıştım…
Şu sağ elimin uçamayan serçe parmağındaki kına hala geçmedi…
Görünce kızmıştın, saçmalık bu, boş iş demiştin…
Geçmedi hala duruyor uçamayan serçe parmağımda…
Artık hüzünlü bakıyoruz dönmem dönemem yemin verdim and içtim ama susuzluğum geçmedi…
Sen git gidebildiğin kadar uzağa git beni düşünme bir an olsun aklına gelmek istemiyorum,
Gözlerimin içine uzanan şu lanet damlaları umursama bir vakitler sen uzanırdın kollarıma şimdi gözlerime damlalar…
Çok yeminimi bozdum ama hiç sözümden dönmedim…
Yaratan kızdı belki ama, af dilemeyi bildim… Belki affeder…
Karnım acıktı ama canım bir lokma istemiyor bu kahrolası arabeskte doyurmuyor ruhumu,
Kendimi nereye çarpsam boşlukta kalıyorum…
Sana biriktirdiğim onca duygudan elektrik üreteceğim yoksa taşacak bu baraj ve hemen dibinde duran beni sular altına alacak ve boğacak ve öldürecek ve artık senide düşünemeyeceğim ve artık tüm ve ler hayatımdan çıkacak…
En hüzünlü darbukayı ben çalardım oysa…
Sen beğenmezdim “darbuka neşeli çalınır senin ki ağlıyor” derdin…
Şimdim en aksak ritimlerim bile hicaz…
İnsan bir çok şeyin kıymetini kaybedince anlarmış cümlesini bende yeni anladım…
Düşlerim buz gibi ateşlere atıyorum kitlenmiş kimsenin kimseler umurunda değil…
Unutsan hissederdim…
Sen benim sevgilim değildin olmadın da…
Sen benim sevgimdin…
Ne yapmalı ne söylemeli bir fikrim yok…
Gittin uzaklara benim gözlerime ıslaklıklar uzandı ama ağlamadım yaş aktı belki ağlamadım sana söz vermiştim diye…
Oysa sen kıymazdan damlalarıma tek bir damlasına kıyamam derdin…
Şimdi kötüyüm geçer biliyorum ama derinden izi kalacak eminim…
İçim çekiliyor. Ellerim titriyor başım fena bir yerlere uzanmam lazım ki sen nereye uzanmam gerektiğini iyi bilirsin…
Bu lanet olası şarkılar olmasa bu kadar içim erimez ama içerlendiriyorlar sen gelmiyorsun esir alıyorlar beni sabahlara kadar…
Zor iş…
En bağlandığın anda onca duygu ile baş başa kalmak zor iş…
Oysa zor büyütmüştük,çok zor. Fakirdik sütümüz yoktu göz yaşlarımızı içirdik büyüsün diye…
Ağlamak marifet diye söylemiyorum ama biliyoruz çok yaş akıttık doysun diye büyüsün kocaman olsunda gurur duyalım diye şimdi tam yürümeye başladı ki biz yokuz…
Yetim bırakıyorsun…
Oysa günahtır biliyorsun…
Senin ninnilerin olmadan uyuyamaz gözlerinde o şefkati görmeden yaşamazda en çok seni sevdi sevmeliydi zaten beni de sevdi ama seni daha çok yaşlardan içirdik, içirdik ki o bizim gibi ağlamasın dert çekmesin…
Sen git artık kal demem zorlamam, şimdiye kadar hiç zorlamadım da…
Sadece gözlerinde sevgiyi gördüğümde bırakmadım seni gururuna esir etmedim…
Beş mevsim yaşadık seninle en hummalı kışı en soğuğunu birlikte geçirdik ama sarılınca geçti…
Biliyorum ben bu yazıyı ne zaman okusam yine göz yaşlarımın akacak ama kim içecek kimin için yere dökülecek bir de ziyan olduğuna ağlayacağım şimdi olduğu gibi…
Ağlamak marifet değil…
Ağlamasın hiç kimse yüreğindeki kanlar ağzından gelmesin…
Kan tükürüyorum ben…
Öyle zor ki içimden çıkman duman falan söküp almıyor kan tükürüyorum ben bildiğin kan…
Ama canın sağ olsun…
Yaratan sorsun hesabını beddua değil etmem sana,ama Yaratan hesabını sorsun ne kadarda hesabı onu ver…
Yakmıştım gemileri güzel olacaktı her şey, her şey çok güzel olacaktı…
Yeter artık yazarak bitmez biliyorum…
Bilsem ki her şey eskisi gibi olacak usanmam parmaklarım patlayana kadar yazarım…
Bunlar sana değer mi, bu kadar üzülmek, bu kadar bedbaht olmak, bu kadar sadık kalmak, bu kadar aşk bu sevgi,şu avucumun içindeki az önce tükürdüğüm kan…
Sana değer mi emin değilim…
Artık geç oldu sanırım neyse ölüm değil ya ama ölüm gibi bir şey sanırım…
Hiç ölmedim bilmiyorum…
Aslında öldüm çok öldüm de hissettirmedim…
Ne namazımı kıldırdım ne kefene koydurdum diriler gibi gezdim yol boyunca…


Bir varmış yine varmış

Bir varmış, yine varmış hep olması içinde dua ediyorlarmış. Artık zaman bile yaşadıklarını hissettirmek için geçerli bir kavram değilmiş. Nasılda değişirken dönüşenler varmış…

Ben şimdi ne söylesem bir sonraki kelimler sırada bekleyecekler yazmam için…
Buralarda çatışmış bir tüfeğin ucunda bekleyen bilinmez mermiler gibiyiz…
Herkes bir başka baharı bekleyip dururken göz yaraları açılır yüreğinizde
Baktıklarımızı görebilmeyi başardığımız sürece…
Yağmur yağıyor…
Sesi kulaklarımda, Yaratanın en çok sevdiğim hikmetlerindendir bu bereketli su damlaları…
Ben severim bu hali, iliklerimizdeki açığa çıkmamış duygular şeffaflaşır.
Çırıl çıplak soyunmuş bir ruh ile koştururuz sokaklarda…
Yalanlar açığa çıkar yağmur yıkar şehri duygularımızı yıkar sonra ne varsa yaşantımıza dair ne hata ettiysek üstümüze yıkar.
Bizim ilçemizde biraz farklı yaşanır yağmur saatleri bir çok kişi yağmurun tadını çıkarmaz, yağmur hepsinin dükkanlarındakileri dışarı çıkarır.

Belediye yetkilileri de seyr eder, seyir ederek…
Dün sabah saatlerinde sadece yarım saatlik bir sağanak ilçemizdeki hayatı olumsuz olarak etkilemeye yetti.
Artık ölümler bile yetmiyor acılarımızı anlatmaya…
Oysa her yağmurda bilinmez bilindik şeyler hatırlıyorum…
İlçede yağmur var gözlerde suskun bir sessizlik…
Yağmurlu günlere yakışırız şiirler en güzel bu havalarda okunur en iyi bu havalarda yazılır yazılar…
Yağmur iyidir her yağmurda gezin,şehri en ıslak haliyle bir görün. Islanmış insanların şemsiyesizlerin gözlerine bakın…

    

                                
Temirağa Demir